Hikmet Kıvılcımlı: Cennet Nedir ve Nerededir?

CENNET NEDİR?

Musa ve İsâ dinlerindeki Cennet: Geçmişte yitirilmiş bir ideal yer gibi kalır, Muhammed dininde Cennet: Gelecekte kazanılacak ülkü ülkesi olur. Kur'an'ın Cenneti anlatışı yüzde yüz pratik amaçlar güder. 113 sûresinden 61'inde Cennet tam 99 kerre anılır. Bu anışların hepsi, Cenneti imrenilecek yer olarak göstermekle yetinir.

Tevrat’taki tek Cennete karşılık, Kur’an’da Cennet sınıflandırılmıştır. Kimisi “En yüksek cennet”[i] dir, kimisi daha alçakçadır. “Bu iki Cennetten başka iki Cennet daha vardır. ”[ii]

Bu da, İbrahim zamanındaki sınıfsız toplum (Orta Barbarlık Konağı) için bir tek Cennet yettiği halde, islâmlıkla Mekke ve Medine (Yukarı Barbarlık Konağı) Kentlerinden Medeniyete (Sınıflı Topluma) geçilirken, Cennetin de birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü "MEVKİ" lere ayrılması gerektiğini belirtir.

Hangi mevkili olursa olsun, Cennetlerin hepsinde aynı tema ve nitelik durmaksızın işlenir:

"Cennetin niteliği şudur: altından ırmaklar akar. Yiyecekleri de gölgeleri de bitmez, tükenmezdir. ”[iii]

"Orada (inananlar) tahtlar üzerine kurularak altın bileziklerle bezenecekler, ince dibadan, kalın dibadan yeşil elbiseler giyeceklerdir. ”[iv]

"Onların giyitleri ipektendir. ”[v]

"İncilerle süsleneceklerdir. ”[vi]
(Cennettekiler) "Lezzet içindedirler. . . Gölgeler altında tahtlara yan gelirler. ”[vii]

"Pınarlardan dolu kadehlerle dolaşacaklar. . . Şarap dup duru. . . Sarhoş ta olmıyacaklar. 

"Yanlarında yalnız güzel gözlü vardır. Onlar sanki örtülü bir devekuşu yumurtadırlar. ”[viii]

"Yanlarında gözlerini dikmiş yaşıt kızlar vardır. ”[ix]

"Birbiri üzerine yapılmış çardaklar altından ırmaklar akar. ”[x]

"Altın tabaklar ve tepsiler içinde. . . pek çok meyvalar. . . ”[xi]

"Pınarlar çevresinde ince atlaslar, sırmalı kuşaklar giyecekler. . . Kendilerine ahu gözlü, ak yüzlü kadınları da yoldaş yapacağız. ”[xii]

(Cennettekiler) "ilk ölümden başka ölüm acısı tatmayacaklar. ”[xiii]

"Adanan Cennetin niteliği şudur: Orada bozulmamış su ırmakları, tadı değişmemiş süt ırmakları, içenlere lezzet veren şarap ırmakları, süzülmüş bal ırmakları. . . her çeşit meyvalar. . . ve yarlığanma vardır. ”[xiv]

"Dokunulmamış kadınlar. . . Yakut, Mercan. . ”[xv]

“Onlar koyu yeşil renkte karamtıraktır. ”[xvi]

"Hurma, nar. . . " "Güzel huylu ve güzel yüzlü kadınlar, çadırlar içinde, perde ardında huriler vardır 

"Yeşil yastıklara yaslanırlar. ”[xvii]

"Altından örülmüş taht. . . hep taze kalan çocuklar. . . Bir kaynaktan hâlis şarap dolu sürahiler, ibrikler, bardaklar. . . Kuş eti. . . İnci gibi kara gözlü huriler. Dikensiz Arabistan kirazı ağacı. . . Kat kat yüksek yataklar. ”[xviii]

"Kimi yüzler terü taze olacak. ”[xix]

"Ne güneş, ne de sert soğuk görmeyecekler. Gümüşten şeffaf kablar, sürahiler, selsebil adlı zencefil katılmış şarap. . . Her yerde taze çocuklar, dolaşacaklar. Onları gördüğün zaman saçılmış inci sanacak­sın. . . Üzerlerinde ince ve kaim dibadan yeşil giyitler, gümüşten bile­zikler. . . ”[xx]

İşte Kur'an'ı Kerim'de Cennet üzenine bütün anlatılanlar bunlardır Bu Cennet Bahçeleri yerde midir, gökte midir? Kur'an'da kesin hiç bir açıklama yapılmaz. Yalnız üç yerde şu üç gerçek belirtiliyor:

1- Cennet düzova değil, yayla gibi yüksek bir yerdir: "Meyvaları yakın olan yüksek bir Cennet. . . ”[xxi] denir.

2- Bu yükseklik göğün altındadır: "Onlara melekler inecekler. ”[xxii] âyetinden bu anlaşılıyor.

3- Cennetin yeri bildiğimiz topraktır: "Cennete bölük bölük gönderildiler” ve dediler: "Hamolsun Tanrı adadığını yerine getirdi ve bizi (Cennetin) toprağına mirasçı kıldı. ”[xxiii]

Bu üç belirtis, İslâm ana Kitabı Kur'an'ın, İbrani geleneğine ne kadar dürüstçe uyduğunu, Cenneti Tevrat'ta olduğundan başka türlü bir yer saymaya kalkışmadığını ortaya koyar. Yalnız o yeri, kendi çağının insanlarına daha çekici ayrıntılarla bezer.

O gelenek saygısı, Hristiyan kilisesinde titizliğini yitirir. Tev­rat'ın Ptolemee çağında İbrânîce'den Grekçe'ye çevrilen "Version des Septante" ı (Yetmişlerin metni) bile, İ. S. (İsa'dan sonra) 383 yılları Saint Jerome'un rötuşundan geçerek, Katolikliğin resmen öne sürdüğü "Vulgate" Tevrat biçine sokulmuştur. Yapılan haksız değişiklikler yü­zünden, İsraillilerle Protestanlar Tevrat'ın "Vulgate" çevirisini "apochryphe: Örtülü" (aslına uygunsuz) bulurlar. Bununla birlikte, o "apokrif" metin dahi, Cennetin aslını açıklamakta oldukça aydınlıktır.

Tevrat'ın Cennet tarifi kısa ve özlüdür:

"Ezelî Tanrı (Tanrı Yahve) yerden, görülmesi hoş ve güzelce yeni­lecek her çeşit ağaçlar bitirdi. ”[xxiv]

"Eden'den bir ırmak çıkıyordu, ve oradan dört kola ayrılıyordu. ” [xxv]
Kur'an, şiirli bezeyişleri dışında, Cenneti her ağıza aldıkça, mutlaka Tevrat'ın o kestirme öz deyişini:

"Cennâtün tecri min tahtih-hel anhâr: Altında ırmaklar akam Cennetler" lite-motif'iyle değişmez klişe olarak hiç bıkmaksızın tekrarlar durur:

"Altlarında ırmaklar akan Cennetler vardır. ” "Gökler ve Yer kadar geniş olan Cennete çabuk olun! " 

"Altında ırmaklar akıp, daim kalacakları cennetire. ” [xxvi]

En kısa karşılaştırma, Cennet'in sözcüğü gibi niteliğinin de, hiç değilse Yakındoğu dinlerinde, hep Semit geleneklerini yazılı biçime aktarmış olan Tevrat'a, yahut doğrudan doğruya ağızdan aktarılmış mitolo­jiye dayandığını belli eder. Homiros ve Hezyod'un mitolojileri: Yukarı Barbarlık konağını henüz aşamamış olan Grek KENT (Cite) lerinin nispete pek uzaktan ve dolayısıyle etkisi altında kaldıkları Irak-Mısır ana medeniyetleri ile olan münasebetlerini taslaklaştırır. Tevrat "Pentateuque” ü (Musa'nın beş kitabı); henüz Orta Barbarlık Konağını aşamamış Semit Göçebelerinin pek yakından ve doğrudan doğruya etkisi altında kaldıkları Irak-Mısır ana medeniyetleriyle olan münasebetlerini anlatır. Hristiyanlıgın dört İncil'i, Grek ve Roma medeniyetlerinin tarihcil mahşeri içinde, çöküş Cehennemiyle bunalmaktan Cenneti düşünmeye vakit bulamaz. Kur'ân, İbranî geleneklerinden binlerce yıl sonra, kanıksanmış medeni­yetlerin kutsal yazılar içine işledikleri bir çağda geldiği için, 

Cennetin objektif gerçekliğinden çok, prozelitizme (inanç propagandasına) daha elverişli düşen sübjektif çekiciliği üzerinde durmuştur.

O yüzden, Cennet konusunda biricik öz belge Tevrat'tır. Eski Testament'te kalabilmiş izler üzerine basa basa, Cennet'in yoluna, ve ger­çekliğine ulaşılabilinir.

CENNET NEREDEDİR?

Eski Testament, "Eden Bahçesi" nin yeryüzündeki semtini en ufak mistifikasyona kaçmaksızm, düpedüz ve açık seçik söyler:

"Sonra Ezelî Tanrı (İbrânîcesi: Tanrı-Yahve) doğu yanında Eden'de bir bahçe ağaçlandırdı, ve oraya biçimlendirdiği insanı koydu. " "Bahçenin ortasında Hayat Ağacı ile Hayır ve Şer Bilgisi Ağacı vardı. ” [xxvii]

İbrahim, Irak ile Mısır arasında dolaştığına göre, onun için "DOĞU” Kharkhar dağlarıyla Ararat dağı arasında bir yerdir. Bu yer neresi ola­bilir? Tevrat, onu da şaşılacak kadar net bir coğrafya sınırı olarak çizer. Bu sınır, Eden Bahçesi'ni sulamak üzere çıkan ırmağın dört kolu arasında bulunur. Dört ırmak ise, ikirciliğe yer bırakmayacak adları ile bugün de herkesin tanıdığı yeryüzü akar sularıdır:
"Birinci ırmağın adı Pishon'dur; bu altın bulunan Havilâ ülkesinin tümünü kuşatan ırmaktır. O ülkenin altını saftır: orada bdellium ile onix (yeşim-yakut) taşı da bulunur. İkinci ırmağın adı Guihon'dur; o bütün Gush ülkesini saran ırmaktır. Üçüncü ırmağın adı Hiddekel'dir; bu Asurya'nın doğusuna akan ırmaktır. Dördüncü ırmak, Fırat'tır. ” [xxviii]

Barbar geleneği, sonra medenileşecek (yalancılaşacak) döllerin ne­ler katabileceğini hiç düşünmeksizin bu kadar açık konuşur. Karanlık İlkçağ ve Ortaçağ insanlarını bir yana bırakalım, bugünedek nice bilginlerin gözünü kırpmadan söylenmiş ve esirgenmemiş iliklerine kadar doğru 
Barbar sözüne inanmamakta direnişleri ibret alınacak bakar-körlüklerdendir. Örneğin, İspanya kralının 15'inci yüzyıl basında (1403 yılı) Timurleng'e yolladığı elçi-casus Ruy Gonzales de Claviho'nun anılarını aktaran Victor Chklovski, kendinden pek emin olarak şunları yazar:

"Arzingan (Erzincan) şehri, Fırat imağına yakın bir düzovada yaplmıştı. Claviho, hiç tökezlemeksizin der ki: Fırat Cennet'ten kaynak alıp çıkmış ırmaklardan birisidir. ” [xxix]

Evet: Fırat'ın Cennetten çıktığını söylerken tökezliyecek ne var? Claviho'nun sözü şunu gösteriyor ki: İsa'dan binlerce yıl önce olduğu gibi bin beş yüz yıl sonraları da, Fırat Cennetten kaynak alan bir ırmak sayılmaktadır. Bu gün Anayasası Tevrat ve İncil'e dayanmayan Sovyet ül­kesinde bir bilgin çıkıyor:

1- Erzincan kadim Kentini bir "ŞEHİR" sanıyor. (Kadim "KENT" ile, sonraki "ŞEHİR" arasındaki derin sosyal ve tarihsel farkı, hatta zıddi­yeti önemsemiyor. Tarih kimyası henüz böylesine bir "Simya" bilimi du­rumundadır! )

2- O tersine Tarih kavrayışı, Fırat'ın Cennetten çıktısını belirten geleneğe inanmamak için, Cennetin mutlaka gökte bulunduğuna katlanıveriyor.

Yukarıki ırmak adlarına göre Cennetin yerini bulmak güç olmasa gerektir. Fr. Delitzsch (Wo Lag das Paradies, 1881) eserinde Cenneti Irak’ın hemen doğusuna koyar:

"M. Delitzsch Gihon ile Pishon'u, Bâbil'in Shatt-en-Nil ve Pallaco pas adlı başlıca kanalları olarak kabul eder. Kendisi, Eden (assur. Ednou) deyince, bunun Ana ve Tekrit'ten Acem körfezine dek uzanan Mezopo­tamya kısmı olduğunu seve seve belirtir. ” (Oppert'in Göttingische Gelete Anzeigen, 1881, s. 801-851 eserindeki tenkite bakıla). [xxx]

Cennetin Irak toprağında olması bütün tarihsel ve sosyal nitelikle­re uymadığı gibi, Delitisch'in ırmak adlarından yanılmasından da belli olmşuttur. Delitzsch'ten 33 yıl önce, pek dindarca disiplinle bir Tarihsel Coğrafya Atlası yayınlayan Houze, Cennetin yerini ("Eden" i) tam bugünkü Türkiye'nin Van gölü çevresine yerleştirmiştir. [xxxi] Tevrat'ın tek cüm­lesinden başka hiç bir izahat vermeyerek, yalnız Harita üzerinde Eden'in yerini yeşile boyamakla yetinen Houze 20'nci yüzyılın bilimsel araştır­malarıyla haklı çıkmıştır.

Dicle'nin ilk adı "İdigna" yahut "Idignou" idi. Semitler "İdigla" ya çevirdiler. Zamanla sözcük "İdiklât" tan "tıklat" a döndü. İbrânîce de "Hiddegel" oldu. Persler Dicle'ye "Ok" anlamına gelen "Tiygr" adını verdilerse de, Araplarda ırmağın ilk semitçesi "Dicla" olarak yaşadı.
Dicle için, A. Parrot; "Doğudan Asurya'ya akar”[xxxii] diye tercüme yapar. Louis Segond'un, İbrânîce'den tercümesinde ise: "Doğudan Asrya'ya akar”[xxxiii] denir.
Fırat adı, Akkadca "Ulu Irmak", yahut "Yüksek Kıyılı Irmak" anlamına gelen: "Puranunu" iken, Kaldeenler "Purat", sonra "Puratou" oldu[xxxiv]. Cennetin Fırat ve Dicle ile münasebeti kimsece çürütülemez.

"Guihon" yahut "Gehon", Hazer denizine dökülen ARAS ırmağıdır. Tevrat'a göre, bu ırmağın "sarıp çevrelediği GUSCH" ülkesi: Ermenistan kuzeyindeki Gökçeçoban gölü ile, Azerbaycan güneyindeki Rumiye gölü ara­sındaki bölgedir. Houze atlasında bu yere "CHUS" adı verilir[xxxv].
"Pishon” yahut "Pichon", Eden Bahçesi'nden Semit geleneğinin çıkarttığı birinci ırmaktır. Fırat-Dicle-Aras ırmaklarının kaynak aldıkları bölgede çıkan Çoruh ırmağının adı tutmuyor. Batum'un kuzeyinde Karade­niz'e dökülen "Phasis" yahut "Fhison" ırmağının adı "Pichon" u. tutuyor. Kaynağı Kafkaslarda. . .

Tevrat'taki Pichon ırmağının: saf altın, bdellum, yakut, yeşim bulunan "Havilâ" ülkesini "sarıp çevrelediği" yazıldığına göre, o değerli maden ve taşların Kafkas gibi sayılı bir dağda bulunacağı anlaşılabilir. Limet, Irak medeniyetinin Bakırı nerden bulduğunu ararken, şunu yazar: "Meluna, hakikate çok yakın olarak Necit yüksekliklerini, belki eski Bible'in Havilah'mı temsil etse gerektir. ” [xxxvi] Bu kanıya uyulsa, Cen­neti Arabistan çölünün ortasına getirmek icap eder. Bu ise, gene Tevrat in tariflerine hiç sığmaz. “Ravilah"ı Güney Kafkas eteklerine yerleş­tirmek, her bakından Cennet çevresinin niteliklerine uyar.

British Museum'da saklanan ve İ. Ö. 3 bininci yıllar ortasına ait olduğu bilinen "Cylindre de Tentation: İğfal Silindiri" adlı mühür Irak medeniyetinin örnek belgesidir. Bu mühürün üstünde Âdem'in kandırılış sahnesi işlenmiştir: Ortada dokunulması yasak edilen ağaç; iki yanında iskemlemsi kareler üstüne karşılıklı ilişmiş "Adem" ile "Havva"; kadının arkasında kandırıcı şeytan yılan havaya doğru, yükselmiştir. . . A. Parrot diyor ki:

"Tartışmayı daha fazla uzatmayalım. Yalnız şu kadarını söyleyebiliriz ki, bu 3'üncü bin yılının şekilleştirmesi her hâl ve kârda Mezopotam­ya (Irak) dünyasına tamamiyle uygundur. " "Orada insanlar, gölgelikler altında, alanlarını, - hiç te korkunç veya tehlikeli Görünmeyen, - hayvanlarla ve kuşlarla paylaşarak. Tanrılarla arkadaşça yaşarlar. ”[xxxvii]

Arkeoloji buluşlarının son sözü gibi ileriye sürülen bu görüş, 1960 yılında bile, Ontarihle Tarih arasındaki münasebetin ne kadar az kavranıldığını bir kerre daha ispat eder. Çünkü:

1- "İmrenç silindiri" (İğfal Üstüvanesi) elbet Irak'ta yapılmıştır. Ancak o silindirde anlatılan sahne, Irak'ta geçmiş olamaz. Irak türlü meyvalarla dolu Eden ağaçlığı değil, tüm çöl ortamıdır. Irak'ta ne dağ, ne de geleneğin anlattığı madenler ve taşlar (altın, yakut, yeşim) bulu­nur. Demek Sosyal ve Tarihsel ekonomiyi belirlendiren COĞRAFYA gerçeği, "iğfal" sahnesini ister istemez Irak dışında bırakır.

2- İnsanlarla hayvanların ve allahların arkadaş olmaları da, ne hayvanların o zaman tehlikesiz bulunmaları gibi bir "tabiat" olayıdır, ne de şakaya gelecek kadar önemsizdir. M. Parrot'nun takıldığı "hayvan­lar": tabiî değil, sosyal hayvanlardır. Toplum içinde ilk cinsel yasak­ların yarattığı sosyal bölümlenmelerin TOTEM'leri kadar ciddî senbollerdir. Onun için, hepsi aynı toplum yaratığı olan allahlarla, insanlar ve hayvanlar öylesine senli benli, içli dışlı yaşarlar. Medeniyet (Sümer'­ler) o Totemli Barbar toplumlarını Irak'ta bire dek yok etmekle yayılmış­tır. Aynı olay daha sonra Mısır'da tekerrür edecektir.

Bu olayı öğrenmek için, son arkeoloji buluşlarını beklemeye bile pek hacet yoktu. Yaratılış üzerine ilkin G. Smith'in bulup 1376 yılı Lonara'da yayınladığı Kaldeen metinler (Chaldoean Account of Genesis) e göre:

"Apsu (sınırsız uçurum) ile Mam-mou Tiâmat (deniz mahşeri) birleş­tiler, ve alelacayip çöl kuşu gövdeli savaşçılar, karga suratlı insan­lar, insan başlı boğalar, dört gövdeli ve balık kuyruklu köpekler dünya-ya geldi. Bu ucube döl tanrıların etkisi altında ortadan kalktı”[xxxviii]

Buradaki "Tanrılar", tıpkı daha sonra Mısır'ı Fethedecek olan Byblos (Finike) asıllı Oziris tanrı gibi "medenîleştirici kahraman"dırlar. “Alel-acâyip" yarı-hayvan-insanlar ise, medenîleştirici kahramanların boyunduruklayıp yok etmeye çalıştıkları Totamli barbarlardır.

Irak'ta medeniyet kurulduktan sonra, çevre barbarlarla uzun alışve­riş ve savaş münasebetleri gelişti. En aktif barbar toplumlardan Semit'ler: "Sümer'lerle bir çok kuşaklar boyunca ticaret ve savaş yaptılar. ” [xxxix] Semitler, henüz Avcılık {Aşağı Barbarlık Konağı) ile Çobanlık (Ort Barbarlık Konağı) toplumlarıyla, yaşadıkları Cennet Ülkeden Irak medeni­yetine ucuz ham madde ve iş-eli sağlayan kaynak oldular. Semit'lerin ülkesini, 19'uncu yüzyılda bile çoğu bilginler Eden Bahçesi yönünde buluyorlardı?

"O acayip ulusun (Sümer'lerin) yanı başında, anıtlar bize, mizacı ve enginlikleri bambaşka olan bir başka ırk tanıtıyor; o ırkın konuştuğu dil İbrânîceyle, Arapçayla ve öteki Semitik lehçelerle pek yakın akrabadır. Bilginlerin çoğu (Lenormcnt, Hommel, Sayce) bu ırkın kuzeyden ve doğudan menşe aldıklarına inanıyorlar ve onu ilkin Ermenistan'da, Ararat dağının eteğinde, Dicle ile Kyros (Kurab, İran ırmağı) ve Fırat'ın yukarı mecraları arasında yerleşmiş gösteriyorlar; başka bilginlerse, (Sprenger, Schrader) bu ırkın ilkel oturduğu yeri Arabistan yarımadası içinde güneylere doğru koyuyorlar. En eski anıtlar, bu ırkı, Dicle, Fırat ve Acem körfezi üzerine yerleşmiş gösteriyor. En önemli kısmı, iki ırmak arasındaki mesafede, ülkenin ilk sahipleriyle yanyana yaşıyordu; sonra Kaldeen nüfusunun üstün elemanı oldu. ” [xl]

"Génèse" (Tevrat'ın TEKVİN bölümü): Âdem'den Nuh Tufanı'na kadar 1654 yıl geçtiğini yazar. Semitlerin atası Sem, Âdem'den sonraki 1656 yılında doğmuş gösterilir. Anlatılanların masal karanlığından tarihse kişiliğe doğru gelişmesi, Âdem'den sonra 1959 yılı dünyaya geldiği belirtilen Abram (sonra kutsallaşınca: "Abraham", İslâmlıkta: "İbrahim") ile başlar. Abram Irak'taki UR Kenti ile Mısır arasında gidip gelen bir göçebe örneğidir. Yolu üstünde gözüne kestirdiği Ken'ânlılar ile Fariyen'lerin toprağında, yeğeni Lot (Lût) ile arası açılınca, kardeş kanı dökülmemesi için:

"Avram, çadırlarını kaldırdı. Mamre meşeleri arasında oturmaya gitti. ” [xli]

İbrahim Als. zamanında oğul kurban etme yerine koyun kurban etme başlar. İbranî'lerin artık Avcılık (Aşağı Barbarlık Konağı) kıtlığından Çobanlık (Orta Barbarlık Konağı) bolluğuna geçtiklerini gösterir. İşte o Aşağı ve Orta Barbar Semit ulusları, eski Sümer medeniyetini dört ya­nından çevreleyip, Cennetin dört ırmağı gibi sarmıştır. Karşılıklı etki ve tepkiler, Barbar Semitlerle Sümer medeniyetini, tıpkı Cennetteki Bar­bar Adem'le Şeytan Medeniyet kılığında karşılaştırmıştır. Göreceğiz: "Yılan", bütün Barbar uluslarda Tarım ekonomisi başlarken Bereket (yâni toprak verimi) senbolüdür. Aşağı ve Orta Barbarlık Cennetinde yaşıyan Semit Ademi, o güzelim yaylalardan Tarım bereketine dayanmış Irak çöl-ovalarına çeken Şeytan o "yılan"dır.

"Yılan" a (Tarım bereketine) kanarak Van yaylalarından (Cennetten) Mezopotamya'ya (Çifteırmak arasına) inen Semitler, Fırat ve Dicle boyun­ca yeni yeni Kent'ler kurarak "Yukarı Barbarlık Konağı" na geçince, Sümer medeniyetinin artı, eksi bütün etkilerini tâ içlerinde buldular. Eskidenberi medenileşmiş Sümer Kentlerinde ilkin "Damgar" adlı bezirganlar: "Tapınakların hizmetinde idiler”[xlii]. Sonra, Devlet koltuğunda müteah­hitlikle sivrilen modern bezirganlar gibi: "Damgarlar iyice ayrı seci bir sosyal sınıf teşkil ettiler. ”[xliii] Ulusun ortak malı olan Tapınak zenginliklerini çapul ettikçe: Fakir-Zengin, Köle-Efendi, Borçlu-Alacakl ve ilh. . kutuplaşmaları ve çekişmeleri Sümer medeniyetini içinden çürüt­tü. Sümer çevresini saran taze Semit Kentleri için, iç tezatlarla kof­laşmış Sümer medeniyeti elini uzatsan kolayca alabileceğin olgun bir meyvaya benziyordu. Tevrat'ın anlattığı 
"Hayır ve Şer Ağacı" o çürü­müş Medeniyetti.

Tevrat buradaki büyük Tarihsel dilemmi tertemiz ve dupduru anlatıyor

"Ezelî Tanrı insanı aldı, ve onu eksin ve korusun diye Eden Bahçesi nin içine koydu. Ezelî Tanrı insana şu buyruğu verdi: Sen bahçenin bütün ağaçlarından yiyebilirsin: ana, hayır ve şer bilgisi ağacından yemeyeceksin, çünkü onu yediğin gün öleceksin. ” [xliv]

Kimi geri kalmış ülkelerde, "Batılılaşmak" sloganı ortaya atıldığı zaman, tıpkı medenîleşmiye bakan Semit'e Ezelî Yahve'nin buyruğunu andı­ran tartışmalar olmuştur: "Batılılaşalım, ama, Batının iyi yanlarını alıp, kötü yanlarını atalım! " Semit Barbar kendi kandaş toplumunun eşit kardeşlik düzenini bozmaksızın medenîleşebilir miydi? "Ezelî Yahve": Barbar Semite onu buyuruyordu: Damgar soygunu ile kardeşi kardeşe, babayı oğula düşüren, insanları züğürt-zengin, köle-efendi, iyi-kötü diye zıt kutuplara bölen "Hayır ve Şer Ağacından sakın yeme, ölürsün! "

Semit geleneği Barbarlıktan Medeniyete geçişini böyle gördü.

Gilgameş Destanı: "En eski Bâbil yazması. . . Hammurabi zamanın­da (1800 yıllarında) meydana getirilmiştir. ” [xlv] "12'nci tablet ise, İsa'dan 3nce takriben 2 bin yılında yazılmış olan Sümerce bir metnin sâ­dık tercümesidir. ” [xlvi] İmrenç Silindiri bu her iki metnden en az 500 yıl daha Öncelere, düşer. Gerçek tarihte taze Semit Kentlerinin bütün Barbar Semitleri de peşine takarak Sümer medeniyetini "Tufan" a boğduğu yıllar, aşağı yukarı "Sargon öncesi" denen yıllardaki, İ. Ö. 3 bininci yıllardaki gelişimin sonucudur. İ. O. 2750 yılında Sargon adlı bir su yolcunun oğlu Semit, Basra körfezinden Akdeniz'edek işlenmiş ülkelerin birliğini gerçekleştirdi. “Akkad-Sümer İmparatorluğu" adı verilen yeni medeniyet Devletini kurdu.

"Bu yeni-Sümer devri, en sonunda Î. Ö. 3000 yılına doğru başlamış bu­lunan endüstri medeniyetinin apojesini (son haddini) markalar. ”[xlvii] İb­rahim İ. U. 2366 yılı UR Kentinden göçer (Houze).
Tevrat'ın insanlığa aktardığı gelenek uydurma değildir. Semit gele­neğinde Cennet Özlemi bu tarihsel durumlarda doğmuştur. Adem'in (ilk Semit Ata'nın) dört ırmak kaynağı Van gölü çevrelerinde yaşadığı mutlu­luk, medenîleşen Semit'in gözünde tütmüştür. Çünkü, Semit Barbarın "Me­deniyete Giriş"i, hem maddî (Coğrafya), hem mânevi (Sosyal) bakımdan tam bir "Cennetten Kovuluş" olmuştur.

1. - MADDÎ-COGRAFYA bakımından: Meyvalık ve sulak Doğu Anadolu yayla­ları, kızgın kum çölü Irak ovası yanında gerçek­ten bir Cennet iklimdi. O yüksek yayla Cennetinden güney aşağılara, Ce­hennem gibi zift kaynıyan sıcak petrol toprağı Irak düzüne inmek, gökler­deki Cennetten katı yere düşmekten acıydı. Semit insan, başına gelenle­ri bu iklim farkından daha güzel maddeleştirecek senbol bulamazdı.

2. - MÂNEVÎ-SOSYAL bakımdan: Barbarın bir türlü unutamadığı, boyuna dönüp dolaşıp tekrar yaşadığı Öntarih toplumu ne kadar ilkel ve geri bir ekonomi düzeni olursa olsun, sosyal insan müna­sebetleri yönünce, medeniyetle kıyaslanamıyacak kertede temiz ve yüksek bir kardeş rejimi, kankardeşliği sosyalizmi idi. Barbarlıkta medeniye­tin imrendirici maddî zenginlikleri yoktu, ama medeniyetteki korkunç sınıf uçurumları, Kölelik-Efendilik rezillikleri de yoktu. İlkel sosya­lizmin eşit kardeşlik Cennetinden çıkıp, petrollu Irak'ın katran kazan­ları gibi kaynayan medeniyet tezatları içine girmek, göklerdeki Cennet­ten "Hayır ve Şer Bilimi Ağacı" nın kazığı ile kazıklanmaktan ayırtsız­dı.

Bugün en basit çocuk Ansiklopedileri bile "Cennet" sözcüğünün kar­şılığını şöyle yazar: "ilk insan çiftinin suçsuzluk (masumluk) ve şenlik (neşve) içinde yaşadığı yer. ”[xlviii]

Van gölü yaylasının Coğrafya niteliği, ilkel Sosyalizmin Toplum ni­teliği ile paralel düştüğü için, insan oğlu Semit, geride ve yukarı yay­lada bıraktığı Sosyal-Geoğrafik hayatını ideal Cennet hayatı olarak din­mez bir nostalji (sıla acısı) ile andı. O hayattan ayrılmayı ne aklına, ne mantığına sığdıramadığı için, olsa olsa bir "Şeytan igvâsı" sayar. Medeniyet Bereketi gibi bir "Yılan"a kanıp uyduğunu, kendi kendisine asla affedemediği için, Hıristiyan dininde büyük bir Dogm olan "Peche originel" (aslından günahkârlık) geleneğini kuşaktan kuşağa kutsallaştırır.

Böylece en kutsal geleneklerin ısrarla deyimlendirdikleri Cennet in yeri: Semitlerin Ergenekon'u eski Ermenistan adlı bölgeden başkası olamaz. Türkiye'nin Adana bölgesi olan eski Kapadokya da bu çerçeveye girer mi? Orada, bugün Seyhan, Ceyhan adlı Irmaklar Tevrat'taki Gihon, Pişon adlarını andırabilir. Seyhan: eski Sarus'tur, Ceyhan : eski Pyra-müs'tür. Orta Asya'dan oralara gelmiş göçebeler, Anayurt Türkistan'daki Seyhun ve Ceyhun kardeş ırmakların adlarını yeni yurtlarındaki benzerle­rine vermiş olabilirler. Netekim Tevrat'taki Gihon ırmağının sonradan Araş olması da, gene Türkistan'daki Seyhun (Siriderya) ırmağının eski ad "Arax" tan bu mekanizma ile çıkmış olsa gerektir. 
Seyhun ve Ceyhun'un Pişon ve Gihon'la karıştırılması, Cenneti Türkistan gibi bütün ideal sürü hayvanlarının kaynağı olan ve insanlığın, Engels'ce Avcılıktan Çobanlığa geçişinde önemli rol oynıyan bir bölgeye de götürebilirdi. Fakat, Seyhan ve Ceyhun Aral gölünden çıkmazlar, tersine oraya dökülürler. Maden zen­ginliği ancak Kafkaslarla Toros ve Antitoroslar semtinde bulunur.

Bütün bu söylediklerimiz, ve Cennetin Kutsal kitaplarda tarifi, dört ırmağın belirli adlarıyla çıktığı ve en zengin bakır ve kıymetli taş ma­denlerinin bulunduğu, yemiş ağaçlarıyla dolu sulak yeşillikler dünyası Van gölü havzasından başka yere uygun gelemez.

--------------------------------------------------------------------------------

[i] Kur’ân: sû.Mümin, ây. 10

[ii] Kur’ân: sû.Rahman, ây. 60

[iii] Kur’ân: sû. R'ad, ây. 24, 25

[iv] Kur’ân: sû. Kehf, ây. 31

[v] Kur'an: sû. Hac, ây. 23

[vi] Kur’ân: sû. Fatima, ây. 31

[vii] Kur’ân: sû. Yasin, ây. 54

[viii] Kur’ân: sû. Saffat, ây. 41-49

[ix] Kur’ân: sû. S'âd, ây. 50

[x] Kur’ân: sû. Zumer, ây. 20

[xi] Kur’ân: sû. Zuhrûf, ây. 7, 13

[xii] Kur’ân: sû. Duham, ây. 54

[xiii] Kur’ân: sû. Duhan, ây. 56

[xiv] Kur’ân: sû: Muhammed, ây. l5

[xv] Kur’ân: sû. Rahman, ây. 54, 56

[xvi] Kur’ân: sû. Rahman, ây. 62

[xvii] Kur’ân: sû. Rahnan, ây. 66, 70,75

[xviii] Kurian: sû. Vakıa, ây. 27

[xix] Kur’ân: sû. Kıyamet, ây. 22

[xx] Kur’ân: sû. Dehr, ây. l9, 20

[xxi] Kur’ân: sû. Râkka, ây. 22

[xxii] Kur’ân: sû. Fussilet, ây. 30, 32

[xxiii] Kur’ân: sû. Zumer, ây. 73, 74

[xxiv] Génèse: 2/9

[xxv] Génèse: 2/10

[xxvi] Kur'ân: sû. Al'i Imran, ây. 15, 133, 136.

[xxvii] Génèse: 2/8, 9.

[xxviii] Génèse: 2/11-14

[xxix] V. Chklovski: Le Voyace de Marco Polo, s. 94, Paris 1939.

[xxx] G. Maspero: Histoire Ancienne des Peuples de l'Orient, s. 145, 1893

[xxxi] A. Houz&: "Atlas Üniversel Historigue et Geographigue" (Fransa Üniversitesi'nin Büyük Üstadı "Üniversite Konseyinde müzakerelerde bu eser üzerine olan raporu dinleyip, Eseri kabul etti. 1 Haziran 1949" vs. kaydıyle).

[xxxii] Andre Farrot: "Sümer", s. 38, Paris 1960.

[xxxiii] Louis Segond: La Sainte Bible. 2/14. Paris 1962.

[xxxiv] C. -P. Tiele: "Histoire Comparee des Ancienne Religions de l'Egypte et des Peuples"Semitiques", n, 152-157, Paris 1882.

[xxxv] A. Houze: Atlas, Carte No. l

[xxxvi] Henri Limet: "Le Travpil du Metal au pays de Sümer au temps de la III'eme Dynastie d'Ur", s.92, Pâris 1960.

[xxxvii] A. Parrot: Sümer, s. 38.

[xxxviii] G. Maspero: Anılan eser, s. 144.

[xxxix] H. G. Wells: "Esquise de l'Histoire Üniverselle", s. 76, Paris 1948

[xl] G. Maspero: Anılan eser, s. 137, 138

[xli] Génèse: 13/18

[xlii] H. Limet: Anılan eser, s. 77

[xliii] Keza.

[xliv] Génèse: 2/15, 16, 17.

[xlv] O. Prof. Landsberger: Giriş, G. D. , s. 6

[xlvi] Gilgameş Destanı, s. 851 not

[xlvii] H. Limet: Anılan eser, a. 73


[xlviii] Maxime Petit: “Histoire Generale des Peuples”, C.I, s. 16/2, Libr. Larusse, Paris.

0 yorum :: Hikmet Kıvılcımlı: Cennet Nedir ve Nerededir?

Yorum Gönder