Neşet Ertaş'ın anısına...

Göktuğ Halis

Sevgilim;

Kimsenin görmediği yerlerde yaşamış ve ölmüşlerin sesidir “ozan”; onun ağzından dökülen sözler, toprakta yaşayan kadim bir güçtür. Hiç bitmeyenin, değişmeden kalanın; Tanrı’nın ve-veya doğanın aracıdır.

İnsanoğlu, ölümsüzlüğü aramıştır hep. Arayışın sonu, gizlide kalmış içrek bir güce varır.  Ölümün ardından yaşayan, ölümsüz bir töz…

Ve insan ruh ile tanışır.

Öylesine inanır ki ona, ruh gerçek olur sonunda.

Tarihin beşiğinde, Sümer’de kucağımıza düşer Gılgamış’ın öyküsü. Acılardan öte acı, harabiyetten öte haraptır yollar ve Gılgamış, Utnapistim’in aksine, “ozan” değildir; nitekim bir cenk adamının izi, ilmin ve hikmetin büyüleyici alanına girmedikçe silinip gider.

Gılgamış kendisini ölümsüz kılmaları için ozanlardan yardım istemiştir.

Gılgamış gibi yollara düşmüştür niceleri, Mısır’da Kral’ın Tanrılığı çok geçmeden isyancıların eline geçer. Ayak takımı, onun Tanrısallığından pay ister. Fetret Devriyle birlikte Krallara özgü ruhani sıfatlar; emekçilerin, isyanla ele geçirdiği payelere dönüşür.  Ozanların gözüyle ulaşırız binlerce yıl öncesine ve tarih onların dilinden güzeldir.

Homeros'un ölümsüzlüğü; ruhumuzun derinliklerine sızan değerlerin taşıyıcısı oluşundandır.

Sevgilim:

Ozan  bize unutmamamız gerekenleri hatırlatır o halde. 

Ruh, bir bilgenin sözüdür; bir ozanın şiiri ve onun elinde can bulan enstrümanın insanın yaşama gücüne yaptığı katkıdır. Toplumun bağlarını zayıflatan modern dünyanın ve pozitivist yaşam algısının ortasında ötelere itilmiş,  elle tutulmaz, gözle görülmez bir güçtür

Aşkı ele alır misal; yüreği sarsıntılarıyla dağların yamaçlarına çalar:

“Ağarsa saçların belin bükülse
Birer birer hep dişlerin dökülse
Kurusa vücudun kanın çekilse
Gine şu gönlümün yârisin benim…”

Aşk, ölüme karşı panzehirdir elbet. Yine de can tatlıdır derler ve çekip gitmenin derdi pek zor zaptedilir.. Ölümü mevzu edinir ozan,  tarih öncesi çağlardan bu yana “dağılma” itkisinin önünde durmaktadır. Ve ozanın ruhu N. Ertaş’ta yaşamaktadır:

Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım eyvah muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada…”

Ölümdür tek gerçek, İsrail Kralı, Davud’un oğlu Vaiz’in dediği gibi; ve ozanın sözleri dünyayı yalan olmakla nitelerken, “nihai” bir hayata ve geçerliliğini yitirmeyen değerlere gönderme yapar. Modern tek Tanrılı dinlerin ahiret mutluluğuna aykırı değildir söyledikleri. Ama onun yüzü sorgusuzca insana dönüktür ve o dünyayı yaşamaya değer bir yer yapmaya çalışır.

Cennet, onun gözünde “dünyaya” inmelidir.

Yüzyıllar öncedir ve “Bir tek gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” diyen Yunus’a yanıttır ozanın sözleri;

“Garibim can yıkıp gönül kırmadım
Senden ayrı ben bir mekân kurmadım
Daha bir gönüle ikrar vermedim”

Aynı kaynaktan su içer. Ağaçtır Anadolu ozanı,  bir dalı İlyas’tır, biri Hızır; dalında öten Hacı Bektaş’tır. Biri gider hakkın sesi geri gelir; ağacı sulayan "yeryüzünün halifesine minnet etmeyen Nesimi’dir. Hakka ve aşka dayar sırtını ozan; manayı bulur ve ona iman eder.  

Sözünde sır vardır ve talan etmez; "haktan" geleni zahire çalmaz. 

Babasına yazdığı bir şiirinde dünyaya sitem eder; “insan velisini, gönül delisini neyledin dünya” diye sorar Ertaş. Onu alıp giden dünyaya sitemde bize yol gösterir aklınca:

“Garibim babamdı Muharrem usta
“Bilirim aşıktı sevdiği dosta
Sazımın emaneti, diyen en son nefeste
Sazın ulu’sunu neyledin dünya”

Sevgilim;

Sen belki bilmezsin, uzaktasın.

Ben üzülmem, zira ölen bir ozandır ve bu toprakta onların sonu gelmez...

N. Ertaş, sözlerindeki nurlu ışıkla dolanır bu toprağın üzerinde.

Yaratıştan önce, Rab’bin ruhunun karanlık suların üzerinde uçması gibi. 

25.09.2014


0 yorum :: Neşet Ertaş'ın anısına...

Yorum Gönder