Göktuğ Halis: Cinsel Suçlar ve Ceza algısı

İLKEL DÜNYADAN GÜNÜMÜZE-
Cinsel suçlar ve ceza algısını yönlendiren  değerler üzerine bir karşılaştırma

Göktuğ Halis

Özgecan’ın katledilmesi toplumda büyük bir tepki yarattı. Doğaldır; bu ortaklaşacı isyan, insan topluluklarının ihtiyaç duyduğu genel değerlere aykırılıklardan kaçınılmazcasına doğar.

Yine de bu ‘genel değerler’ saptaması tartışmalıdır. Zira insan toplulukları, kent yaşamı, yerleşik hayat ve tarım ile birlikte başlayan ‘medeniyet’ dönemecinin ardından herkes için geçerli-genel geçer değerlere-sahip olamadı. Sınıf, cinsiyet, din ya da yaş şeklinde kategorilere bağlı olarak topluluğun fertleri hayata hep farklı perspektiften bakar; her biri kendine özgü ‘kutsiyet’ ağı oluşturur.
Bu kutsallık edimi olmazsa toplumsal gruplar ve onları oluşturan bireyler ‘yaşamsal’  bir motivasyon zaafına uğrar.

Özgecan ve sonrası

Bu halde, Özgecan’ın ölümü sonrasında ‘topyekun’ olarak gösterilen tepkiler ortak bir değerden mi besleniyor? Çok daha can alıcı soru, bir katliam, sosyal bütünleşmeye olanak veren bir heyecan mı yaratmıştır?

Temel mesele, kadın-erkek cinsiyetine mensup bireyler arasında tarih öncesi zamanlara dek uzanan çatışma potansiyelinin, binlerce yıldır devam eden kültürel olanaklarla ‘erkek lehine’ bir düzende devam etmekte olmasıdır. Sosyal organizasyonun özellikle ‘kadınlar’ ve-veya ‘kadınlaştırılanlar’ parantezinde yer alan kesimlerinin Özgecan’ın katledilişinin ardından ‘erkek egemen’ sisteme karşı gösterdiği tepki, aslında medeniyet olgusuna gösterilen tepkidir, zira söz konusu dönemeç, tüm ezilenler için olduğu gibi kadınlar ve ‘kadınlaştırılanlar’ için de adaletsizliğin miladıdır.

Diğer taraftan protesto hareketlerini yönlendiren temel kaygı, olanaklı olmakla birlikte arketipsel değil; modern dünyanın temel felsefi değerleriyle ilgilidir ve arzulanan adalet anlayışı, sistemin kökten dönüşümünü öngörmediği sürece çok az değer taşımaktadır.

Diğer taraftan, pozitif akıl, bilinç-dışı güçler tarafından tehdit altındadır. Özgecan ve katilinin fotoğraflarının yan yana her sergilenişinde, bu büyük trajedinin, pazar ekonomisine başarılı biçimde adaptasyonu bizleri derin ve bilinçli bir huzursuzluğa itmesi beklenirdi. İtmemiştir… Bu görüşe göre problem yalnızca katildedir. Çok daha vahimi zıtlıkların bu teşhiri -karşıt imgelerin - Özgecan ‘melek’-katili 'Şeytan' - sergisinin insan benliğini baskı altına alan akıl-dışı güçlere seslenmesi ve onlardan beslenmesidir. Özgecan, bu zamana dek katledilmiş tüm kadınların ya da kadınlaştırılanların simgesi haline gelirken, katili, bu zamana kadarki tüm erkek katil, tecavüzcü, dayakçı ve ensestçilerin ifadesine dönüşür ansızın; böylece topluluğun heyecanı ve ruhsal ilgisini çekmeyi sürdürür.

Bu basitleştirme kitlelerin olayla ilgisini ‘simgeler’ üzerinden yürütmesine olanak veriyor. Trajedi, nefret, uyumsuzluk ve hazımsızlık duyularımızı tatmin edecek yoğun bir öfke nöbetine tutulmamızın ardından, en azından ruhumuzda sağaltım yaratacak bir 'ötekileştirme-Şeytanlaştırma'- edimi gerçekleştiriyoruz.

Katletme arzusu: İdam, hadım veya karşı-tecavüz

Türk ceza sisteminde yer alan en ağır ceza olarak ağırlaştırılmış müebbet’in Özgecan’ın katili için yeterli olmadığını düşünen genel toplum kesimleri, katil için farklı ‘ceza yöntemleri’ öneriyor. Çoğunluk idam cezasının bu tip suçlar için yeniden ceza sistemine yerleştirilmesini önerirken, eski bir AKP’li kadın bakan, suçlunun ‘hadım edilmesinde herhangi bir hukuki engel yoktur’ diyebiliyor. Çok daha tüyler ürperten öneriler, toplumun pek de ehil olmayan yerlerinden geliyor: Bir spor programının yorumcusu, katil için idamın kurtuluş olduğunu, hapishanelerin kendi içindeki cezalandırma sistematiğinin bu kişiye ‘her gün ölümü’ tattırmasının adil olduğunu öneriyor. Elbette sorsak reddedecek; ama söylemek istediği şey ‘ona da her gün tecavüz edilsin…’ den başka bir şey değil.
Özgecan’ın babasının ‘idam çözüm değil’ çağrısı da, annesinin ‘kimse annesinin karnından katil olarak doğmuyor’ sözleri de bu genel katletme arzusu ile uyumlu olmadığından, ‘ancak şeytanlaştırma eğiliminin’ karşıtı olarak değerlendirerek pek değer görmüyor. Topluluk açık biçimde kan istiyor. Buna İslam literatüründe aşina olduğumuz biçimde kısasa kısas deniyor ve kendini ‘medeni’(!) olarak tanımlayan hiçbir birey,  bu arzularda medeniyet dışı bir şey görmüyor.

Adalet isteği mi, arınma mı?

Modern hukuk sistemine göre yazılı metinler ve öngördüğü ceza yaptırımlarının temel motivasyonu ‘caydırıcılıktır’… Bu bir suçu işleyen kişiye verilecek cezanın, toplumun diğer fertlerinin o suçu işleme eğilimlerini törpüleyeceği kabulüne dayanıyor. Bir diğer deyişle, bireyler için pek de muteber bir yaşam, adalet ve değer sistematiği sunamamış modern topluluklar, bireylerin ‘suça eğilimini’ sapmış bireylere vereceği ibret öyküleriyle engelleme motivasyonu taşıyor.

Bu perspektifin en önemli sonucu, suçlunun ‘ötekileştirilmesidir’ ve suçu ‘bireye’ indirgeyen yaklaşım, aslında topluluğun suç işlemiş bir bireye ilişkin taşıdığı mahcubiyet duygusunu hedef almaktadır. Zira sistemin bir parçası olmayı başarmış her bir bireyin, suç işleyen bireyin suçundaki payı, toplulukta derin bir yarılmaya vesile olur. İlkel topluluklarda çok daha açık biçimde gördüğümüz bu tutum, modern kapitalist toplulukların sistemin muteber bir bütün oluştuğu ve suç var ise bunun birey ile ilgili olduğu şeklindeki yaklaşımla yer değiştirir.

Cumhurbaşkanı’nın ‘Adam sapık, bunun işsizlikle ne ilgisi var?’ dediği şey bu korkunun ürünüdür.

"Tabu" ve cezanın arka planı

Neredeyse tüm insan toplulukları için, ilkel dünyadan miras kalan hassasiyetler, az ya da çok gücünü korumuştur. Tecavüz, ensest, ölü sevicilik ya da çocuk sevicilik gibi cinsel eğilimler başta olmak üzere istisnasız bir öfke ile karşılanmıştır. Antropoloji literatüründe bu gerçeklik, ‘tabu’ sözcüğüyle karşılanıyor.

Batı dillerine  ‘kutsal korku’ olarak çevrilen Tabu, Polinezya kökenli bir sözcük… Bir yandan kutsal niteliği var; tekinsiz ve tehlikeli anlamlarıyla gebe gözüküyor. Freud bizi, tabu’nun dini ya da ahlaki bir yasak olmadığı hususunda uyarıyor. Ona göre: ‘Tabu’nun kaynağı' belirsizdir.

Bir tabu ihlali en ilkel topluluklarda dahi, Özgecan’ın katledilişinin ardından yaşananlara benzer şekilde, korku ve heyecan uyandırıyor. İnsanlık tarihine ilişkin olarak bildiğimiz ilk ceza sistemini tabu cezaları oluşturuyor.

Bir tabu’nun birkaç amacı olabiliyor. Sağlık gerekçesiyle bir cesede dokunmanın engellenmesi ya da kozmik çevrimde önemli bir rol oynayan ‘kral’ ya da rahip gibi kişilere dokunulması- onlara zarar verilmesi vs.- ki bu bizim zamanımıza dek gelen devlet saygınlığı halinin kökenini oluşturur.  

Kimi zaman yasak hayvanın etinin yenmesi ki bir yönüyle kurban-ata ritüeliyle ilişkilidir; kimi durumlarda da Özgecan’ın katledilmesiyle ilişkili olarak da geliştirilen tabular, özellikle güçsüz kişilerin, güçlülere karşı korunması amacında sınıflanabiliyor. Ve hepsinde ortak olarak, tabuyu çiğneyen bir kişi en nihayetinde tabu haline geliyor. Ona dokunmak, bakmak ve onunla ilişkiye girmek mümkün olduğunca en aza indiriliyor. O sanki, ‘tehlikeli bir güç’ emmiş ya da ‘ona nüfuz etmiş’ gibidir. Günahkar beden, kimi dinlerde aşırılaşarak ‘şeytan ve cin çıkarma’ ayinlerine evrilir. Bu durumda, kesin olan ‘bu şeytani’ olandan uzak durma ile ilişkilidir. Tabu şeytani ise, onu çiğneyen kişi de bu şeytaniliğin etkisi altındadır.                

Wundt’un ‘tabu’ ile ‘şeytanlaştırma’ arasında kurduğu bu bağlantıyı haklı olarak reddediyor Freud. Çünkü ‘Şeytan diye bir şey yoktur!’ ifadesini kullanıyor. Kuşkusuz bu açıklama eksiktir; kastedilen ‘bana-bize-iyi insanlara dönüşümü mümkün olmayan kötülük öğesi" ise tamamlanır.

İlkel toplulukların modern topluluklara göre üstünlüğü, bizim anladığımız anlamda Şeytaniliğin, insanın içinde bir olanak halinde durduğunun farkında olmalarıdır. Freud’un dediği gibi, ‘keskin yasaklar’ güçlü eğilimleri gösterir. Bu durumda şeytani (Şeytan değil-şeytani) olan, Tabu’nun çiğnenmesiyle dönüştüğü şey olmaktan ötürü uğradığı ceza ile topluluğun diğer bireylerini benzer eğilimlerde ‘caydırıcı bir örnek’ olarak ortaya çıkmıyor. İlkel topluluklarda da dışarıdan bakan göz için acımasız gelebilecek infaz yöntemleri uygulanıyor elbette; bununla birlikte temel amaç ceza değil arınmadır.

Topluluğun arınma duygusu, lanetli olandan uzak kalma dürtüsü, içten içe bireyi zorlayıcı edimlere yönlendiren ve kimi hallerde nevrozlarla karşılaştırılabilirlik olanağı sunan bilinç-dışı güçlere işaret ediyor. Ona verilen ceza, toplumun bir ferdinin cezalandırılması, ‘ötekileşmenin’ gerçekleşmediği bir yerde ‘can yakıcı’ bir edimdir. Topluluğun bir ferdinin, olasılıkla akrabanın işlediği suçtan dolayı içine düştüğü durum ve ona verilen cezanın gerçekliği, ‘acı veren olayların’ katmanlaştığı bir huzursuzluk hali yaratır. Acı arınmayı sağlar ve dünyevi ilişki biçiminin kesintiye uğraması yoluyla, çileci bir yaşam tarzı tutturularak aşılabilir. Sofu rahiplerin kıldan gömlekler giydiğini hatırlayalım; ya da bir organa atılan düzenli yaralamaların kişiyi daha dindar hale getirdiğini düşünen geç dönem örneklerini… 

Kapitalist sistemi aklamak adına "şeytanlaştırmak"

İlkel toplulukta tabu uygulamaları, ceza niteliğinden çok, topluluğun (bir insanın organına ceza vermesi gibi) kendine ait bir unsuru, içinde var olan zorlayıcı edime yenildiği için verdiği rehabilitasyon işlemidir. Ceza arınmayı sağlar; zira bu edim, herkesin uygun koşullarda benzer şeytani edimlere dönüşebilirliğine dair yaklaşık kabulleri hedef almıştır. Uygulama gerçekleştiğinde, çevrimdeki bir aksamaya vesile olmaktan dolayı başa gelebilecek felaketler korkusundan da kurtulma sağlanmış olur.

Bu ise, Özgecan’ı katledilişinin ardından yaşananlarda olduğunu gibi Şeytan’ın aramızda olduğu şeklindeki, bana asla dönüşmeyen ‘ötekinin’ cezalandırılmasından başka bir şeydir. Suçu ve suça eğilimi, sosyal birliğin işleyiş yasalarına yönelmiş bir tehdit olarak yorumlayacaksak, sistemin mahiyeti ile ilgili sosyo-politik tartışmaları bir kenara bırakarak söyleyebiliriz ki, modern dünyada suçlunun cezalandırılması, topluluğun ‘suçlu kişiyi yaratan biraz da benim’ şeklinde özetlenebilecek insani hassasiyetleri bıraktığını göstererek kendini temizlemeye çalıştığı bir dünya profiline işaret eder.
Modern dünyanın temel savunusu, çok önemli kişilerin savunduğu gibi sorunun sapık ya da ahlaksız bireylerde olduğudur.


Bu kadarı, Özgecan’ın katilini ne kadar suçlu göstermeyi başarırsak, sistemi o kadar aklamak gibi, beklenmedik bir aşırılığa varır.


0 yorum :: Göktuğ Halis: Cinsel Suçlar ve Ceza algısı

Yorum Gönder