Serbest Bir Gezi Yazısı..!

Mustafa Çölkesen

Tarih yaşanırken tarih anlaşılmaz, bir tabloya bakar gibi, tarihe belirli bir mesafeden, uzağından bakmak lazım der tarihçiler...

Gezi'nin henüz 1 yıl kadar uzağındayız, geleceğini öngörebilecek kadar değerlendirebilirmiyiz süreci? Burası kesin değil, ama olan bitenin ne olduğu konusunda fikir yürütebiliriz belki.

1990'larda bürokratik Sovyet rejiminin çöküşü ve yine aynı yıllarda neo- liberal kapitalizmin internet ile teknolojide büyük bir devrimin ilk adımlarını atmasıyla birlikte artık uzun bir uykuya dalacağını düşündüğümüz kitleler nasıl oldu da neredeyse tüm Türkiye'de ayağa kalktı? Arada geçen bu yirmi yıl içinde neler olmuştu da insanlar ansızın uyanmıştı uykusundan, bu gerçekten ani bir bilinç sıçramasımıydı? İlk günlerinde söylendiği üzere "artık hiç bir eskisi gibi olmayacakmıydı?" Yılların birikimi yeni bir sol dalgayı mı zorunlu kılmıştı? Ve sorularımız böyle gider...

Evet 1990'lar solun prestiji ve kapitalizmin ilerleyişi bakımından yukarıda bahsettiğimiz ilginç ve tarihsel bir çakışmayı gündeme getirmişti: bir yanda hakkında 1960'lardan beri uzun bir tartışma ve uzun sol içi polemiklere neden olan bürokratik işçi devletleri -tıpkı doğuşları gibi- dünyayı sarsan sayılı günler içinde halk hareketleri ile yıkılarak kapitalizm dışındaki tek seçeneğin itibarına ölümcül darbe indirmiş ve aynı zamanlarda kapitalizm  dünya pazarındaki zaman ve mekan engelini ortadan kaldırıp, hakimiyetini genişletip-derinleştirmesini sağlayan devrimsel bir iletişim ağını adeta dünyanın üzerine atmıştı, bu, tüm dünyadaki insanlar için yeni bir üretim ilişkisi, yeni bir uygarlık biçimi ve insan tarifi umudu anlamında moral bozukluğu, ancak en eski ülkülerden biri olan dünyanın birbirine kavuşması anlamında bir yeniden doğuştu.

O zamana değin dünyanın ücra köşesinde iç pazara dayalı birikim sınırına takılan lokal üreticiler, ham madde tedarikçileri kendilerini internette tanıttıkları takdirde belirli bir süre içinde dünyanın büyük şirketleri, ticari kuruluşlarına meta, ürün tedarik etmekte sıkıntı çekecek duruma bile gelebiliyorlardı, kapitalizmin -adeta bilgisayarların sürekli gelişen işlemcileri oranında- inanılmaz ölçüde hızlanmış ve ticaretini yapabileceği her türlü ürünü dünya pazarına sürebilecek olgunluğa gelmişti, dünün yerel markaları rasyonel hesaplarla dünyayı fethetmeye koyulmuştu, tüm girdi ve kaynaklar artık dünya ölçeğine göre planlanmalıydı. Adam Smith'in "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinleri" sınırların, fiziksel ortamın engellerini aşıp sanal uzayda kendini gerçekleştiriyordu, dünya bir uçtan ötekine insanların gündelik yaşamında bir telaş, aciliyet haline neden olacak şekilde üretim ve ticaret bakımından seferberlik halindeydi.

Teknolojik devrim üretim sürecinde yeni teknikleri tetikliyor, ofisler plazalara dönüşüyor, fabrikalar çoğalıyor ve belirli merkezlerde yoğunlaşıyor, daha çok dijital aygıt ve robotlar üretilip üretim sürecine sokuluyor, üretim ölçeği ve satış kanallarına yönelik hesaplama ve planlama daha hassas hale geliyor, bölgesel olarak çalışanlar eskisine nazaran daha ağır iş yükü ve stresine maruz kalıyor, karmaşık işin gerekleri yüzünden sürekli rasyonel düşünmek zorunda kaldığı ölçüde maneviyatından kopan nevrotik bir yöneticiler sınıfı ortaya çıkıyor ve olgunlaşıyordu.

Ama eski çağlardan beri paradoks değişmiyordu: ekonominin her sıçrayış ve zaferi yarattığı sonuçlar bakımından insanın hep gerilemesi ve kaybıydı, çünkü temelde insan yaşamı ekonomiye daha bağımlı hale geliyor ve boş zaman kıtlığı nedeniyle kendisinden daha çok feragat etmesi gerekiyordu, kapitalizm sadece üretim süreciyle değil, asıl o zamana dek bildik insani değerleri hızla kendi rekabetçi, rasyonel mükemmeliyetçi akılla ikame ediyor ve bireyi kendi fırsatçı değerlerini sahiplenmeye zorluyordu, bir uygarlık sistemi olarak kalabalıklaşan metropollerinde eskinin sosyal insanını, toplumunu parçalıyor, bireyi yalnızlaştırarak disipline ediyor, bu kaderi kabullenmeye mecbur hissettiriyordu. Şirket ölçekleri büyüdüğü ölçüde kurumsal bürokrasi güçlenip, hantallaşıyor ve iş emirlerine itaat, bireyin yetenek ve kişisel başarısından öncelikli hale geliyordu.

Dahası  yeni neo-liberal programın emek maliyetlerini asıl yük olarak görmesi nedeniyle Batı'da çalışanlar 90'lardan önceye nazaran sosyal haklarında ilerleme değil, büsbütün gerileme yaşıyorlar, sendikal hak ve özgürlüklerini tedricen kaybediyorlardı

Kısacası şimdi sentetik, inorganik üretimle hayatı tehdit eden ciddi ekolojik sorunlar, bölgesel kalkınma orantısızlıklarının yol açtığı ekonomik ve siyasi krizler, doğal kaynaklarda kıtlık riski, Doğu'dan Batı'ya göç gibi bedellere rağmen tarihsel bir serbestliğe kavuşan kapitalist Batı uygarlığının atılımı karşısında insan, teknolojik üretimin gücü karşısında hem bir hayranlık hem de bir çaresizlik duygusunu yaşıyordu.

Evet, insan sezinsel bir varlıktır, uygarlık insanda tedirginlik, yalnızlık ve çaresizlik duygusuyla ilerleyişini sürdürüyordu.

Ve dünyada insanın üzerine şahlanan kapitalist piyasaya karşılık bu gidişi tersine çevirip, insanların  çaresizlik duygusunu bertaraf edip harekete geçirebilecek "yeni bir uygarlık projesi" odağı henüz bulunmuyor, Marksizm hala Batı'nın akademik tartışması olmaktan ileri geçemezken eski 3. dünya ülkeleri yeni kapitalist global düzendeki payları olan Batı'nın atölyeleri olmanın güvencesiyle avunuyorlar.

Bir kırılma noktası, milat olarak gördüğümüz 1990'lardan beri tarihsel süreç ana hatlarıyla böyle ilerlemişti, Gezi'nin arkasındaki makro dekoru böyle tanımlayabiliriz.

Siyasi tarih global bütünselliği içinde kavranabilir olmasına rağmen, bölgeler- ülkeler bazında aynı büyük gerçeğin farklı görünümleri, yansımaları ile tezahür eder, tek tek baktığınızda başka başka olgular, siyasi dengeler, tarihsel sorunlar ve çözüm yolları görürsünüz. Bazı ülkeler kapitalizme erken bazıları geç, bazıları demokratik devrimlerle, diğerleri ise tepeden inme yöntemlerle geçer, hatta tarihin bir aşamasında farklı üretim modları aynı anda bir arada varolur.

Bu yazının amacı AKP'nin ortaya çıkış koşullarını değerlendirmek değil, biz nedenlerini 1980 darbesi, neo liberalizmin ithalatçısı Özalizm, Özalizm ve sonrasında siyasi aygıtın hızla çürümesi, yolsuzluklar, Doğu blokunun çözülüşüyle sosyalizmin itibar kaybı, tepeden inmeci, baskıcı bir siyasi rejimde temsili demokrasi ile kitlelerin oy verme dışında demokratik kurum ve geleneklerinin olmaması, modernizmin ve yabancılaşmanın toplum bağlarını parçalayarak insanları alt kimliklere (bölgecilik, mezhepler, etnik kimlikler v.b) ve gelenekçiliğe yönlendirmesi gibi bir dizi karmaşık vektörde görüyoruz.

Uygarlığın sıçramaları, büyük dönüşümleri hep sancılıdır, değişen toplum yapısı ve hızla çürüyen eski insani değerler için eğer "insan-emek" ekseninden karşı koymazsanız o eski "gelenek-kimliklerin" itirazını bulur karşısında, kapitalist zengin Batı ile kendisini Hıristiyan Batı'nın pençesi altında hisseden islam bayraklı yoksul Doğu arasındaki uygarlık çatışmasının özeti birazda budur aslında...

Evet Gezi, Batı'nın Ortadoğu'ya şekil verme amacıyla ileri sürdüğü, modellediği modernist İslam projesi olan ve zaman içinde Batı'nın belirlediği rotasından sapan AKP'ye karşı kendiliğinden bir kitlesel tepkiydi, hem kitleler artık büyük tehdit altında olan yaşamın sembolü ağaçlar üzerinden sokaklara çıktılar ve bir ilki yaşamının coşkusunu, yaratıcılığını alanlara taşıdılar ve hem de o zamana değin tüm entelektüel ve örgütsel çabası zamanı geldiğinde kitlelere önderlik etmeye hizmet edecek olan sol bu kendiliğinden hareketi şaşkınlıkla izleyerek peşine takılmak durumunda kalıp, boyunun ölçüsünü almış oldu.

Her restorasyon ve dönüşüm tepkilerle, itirazlarla karşılaşır, hem Sovyet kuruluşu hem de Kemalizmin inşasına bir çok isyan ve ayaklanma eşlik eder, kazananlar örgütlü olanlardır ve hep bastırmışlardır, bazen tarih el vermez isyancılara, Gezi'nin ardından gelen seçim süreci ve sonuçlarının sokaklara uygulanan devlet şiddeti kadar zararlı olduğu kanısındayız, psikolojik etki önce gelir.

Gezi, 1980'lerden beri kapitalist modernizmin insanlığa ve doğaya karşı saldırısına bilinçaltında biriktirilen bir öfkenin "yaşamın sembolü" ağaç ve parklar vasıtasıyla AKP karşıtlığına dönüşerek yansıtılmasıydı, bu eski zamanlardan kalma "yaşam ağacı" sembolik çıkış noktası asıl değerli olandır...

Sıcak bir bahardan sonbahara, oradan durgun bir yaza evrilen Gezi, kozmopolit yapısına, AKP karşıtlığına ve içindeki ulusalcı unsurlara rağmen, kapitalizmin yaşamı tehdit eden ekolojik, nükleer tehditleri karşısında, gelecekte yeni, emek odaklı, demokratik, ekolojik bir toplum ülküsünün "imgesi ve bayrağını" bırakmıştır arkasında, ne mutlu bize ..!


18.06.2014

Mustafa Çölkesen'in diğer yazıları için: http://dikine.blogspot.com.tr/search/label/Mustafa Çölkesen  



0 yorum :: Serbest Bir Gezi Yazısı..!

Yorum Gönder