Dikine Göbeklitepe Sunumu Tanıtım Yazısı

Göktuğ Halis

İlk Tapınak ve dini ideolojisi

Göbeklitepe Tapınak bulgularının Prof. Klaus Schmidt ve ekibi tarafından gün ışığına çıkarıldığı son çeyrek yüzyıllık dönem, tüm dünyada haklı bir heyecan yarattı.

Schmidt’in ve onun bulgularını değerlendiren diğer bilim adamlarının temel vurgusu, tarih öncesi zamana özgü “klasik kategori” ve şablonların kırılmasını sağlayan fikirler etrafında dönüyordu. Kült yapıların neolitik-tarımcı ve yerleşik-topluluklara ait olduğu şeklindeki geleneksel görüşe alternatif olarak Göbeklitepe Tapınağı’nın “toplayıcı-avcı” topluluklarca inşa edilmiş olabileceği yolundaki olanaklar, somut bulguların ötesinde, en azından üzerinde durulması gereken, kayda değer bir perspektif sunmuştu.

Perspektifin ikinci kısmı, dini yaşamın “sosyal organizasyondaki” yeri ve önemiyle ilgiliydi ki, XX. Yüzyılın ilk yarısında yürütülen budunbilim çalışmalarından çıkan verilerle tutarlılık arz etmektedir. Buna göre, dini yaşamın-diğer üst yapı kurumlarına benzer şekilde- ekonomik faaliyetin belirleyici gücü tarafından biçimlenen veriler olarak değerlendirilebileceği şeklindeki soyut-genel kabuller sorgulanabilir bir düzey kazanmıştı. Prof. Klaus Schmidt’in bulgularının ardından, “bir tapınak kurma” ve bunun sonrasında da tapınağı merkez kabul eden bir yaşam biçiminin, yerleşik hayatın doğmuş olabileceği yönündeki; dolayısıyla dinin, bilimin, tekniğin ve sosyal organizasyonun ekonomiden değil, tüm diğer hepsinin “din” düşüncesinden doğmuş olabileceği şeklindeki görüş, "Dini Hayatın İlkel Biçimleri" isimli çalışmada E. Durkheim tarafından da dile getirilmişti. Durkheim, “dini düşüncenin” kaynaklarına yönelik arayışında “topluluğun” bireye armağan ettiği “güç” -bireyi aşan ve onun gücünün yetmediği kudret- hissiyatının kaynağı olarak Tanrı düşüncesinin, tüm diğer disiplinleri yaratan merkezi bir fikir olarak değerlendirilmesini istemişti.

Göbeklitepe, Kült yapılar-tapınaklar olarak bildiğimiz sınıfa özgü tarihlendirmeleri bir hayli geri itmektedir. Bu tarihlere uzanan bir kült yapı olanağı ise, tapınak girişimini-neolotik topluluklara özgü kılan kategorinin eleştirel bir süzgece tabi tutulmasını zorunlu kılmıştı.

Sonuçları kesin olarak bilmiyoruz; ancak ben Göbeklitepe’nin “toplayıcı-avcı” topluluklarca inşa edilmiş olduğu ısrarının “yersizce” nitelenebileceğini düşünüyorum. Zira “tapınakta” yer alan simgeler “hayvan” merkezli bir dini inanca olduğu kadar “toprak” ve toprağın verimliliği kültüyle sıkı sıkıya ilişkili gördüğümüz mevsimsel döngülere; çok daha önemlisi “ölen ve yeniden dirilen” Tanrı figürünü sıklıkla işleyen geç dönem tarım topluluklar ve onlara özgü ritüeller ile şaşırtıcı benzerlikler taşıyor. Daha açık bir deyişle, Göbeklitepe dikilitaşları ve tören alanları, yalnızca Şamanizme özgü figürleri değil “toprak ve toprağın” verimliliğine özgü figürler içeriyor. Bugün bizler açık biçimde, yerleşik hayatın, “hayvanların kutsallığını merkeze alan dini inançlarının, önemli ya da önemsiz, ama mutlak bir değişimle neolitik dininin kendine özgü dini hassasiyetlerine adapte olduğunu ve yaşamını sürdürmeye devam ettiğini biliyoruz. Göbeklitepe sunumumda, “gelişkin” din olarak betimlediğim aşama, dinin daha ilkel formlarından uzaklaşmayı belirtmek amacıyla kullanıldı. Bu husus çalışma boyunca ayrıntılı biçimde genişletildi.

Ben Göbeklitepe’ye ilişkin araştırmamda, “kurucu” topluluğun yaşam biçiminden çok, dini ideolojinin ayrıntılarını betimlemeye çalıştım. Bu husustaki olası başarının, dinler tarihi alanının “toplulukların yaşam biçimini” belirlemede “dini ideolojilerin” rolüne ilişkin deneyiminin ürünü olduğunun farkındayım ve küçük de olsa bir katkı hedefledim

Diğer taraftan çok önemli gördüğüm bir diğer hususa da dikkat çekmeliyim: Adına medeniyet denen unsurların “Bereketli Hilal’den” çıkmış olduğuna işaret eden olasılıkları destekleyen bilimsel buluşun, Batı Medeniyeti’nce abartılı bir coşkuyla karşılandığını biliyoruz. Göbeklitepe ile ilgili her sunumda, bir çoklarının yanında özel bir anlam taşıyan Mısır Piramitlerinde 7.500 yıl önceki-şeklindeki ibareler bu coşkunluğun değerini açıklıyor aslında. Bu coğrafya, Avrupa Medeniyeti’nin kendisi için seçtiği kültürel olanakların “arketipidir” ve burada bulunacak her delil, Kara Afrika karşısında ideolojik bir değer taşımaktadır. Kuşkusuz “medeniyet” buradan da doğmuş olabilir ve medeniyetin insanlık adına sunduğu tahribatlar göz önünde tutulduğunda, Afrika ve Mısır medeniyetinin önceliğini savunan benim gibi araştırmacıların “itiraz etmeye” pek de istek taşımayacağı bir durumdur. Ancak mesele “medeniyetin doğduğu topraklar ve bunun tarihsel gerçekliği” olunca insan Batı’dan yükselen her “devrim” çığlığına kuşku ile yaklaşmaktan alamıyor kendini. Göbeklitepe’de de bu olmuştur ve bu durumda da “ayrıntılı bir çözümleme” ile aşılması olası bir manipülasyon vardır elimizde.

Göbeklitepe Tapınak Formu ve onun ayrıntılı analizi, Arkeoloji disiplininin gücünü aşıyor. Bu çalışma alanının bulguları ortaya koyan ve sınıflandıran yetkesinin sınırlarını aşan alanda ise, “dinler tarihi” disiplini bulunuyor.

Dinler Tarihi disiplininin, ilişki halinde olduğu ve açıkça yardım aldığı sosyal ve matematik bilimlerin çeşitliliği, Göbeklitepe gibi “tekil olguların” anlaşılabilmesinin önünde duran güçlüklerin boyutu hakkında da fikir veriyor aslında. Böylece, disiplinler arası çalışmanın bu zorlu kolunun, Türkiye’de, ağırlıklı olarak İslam İlahiyatçılarına emanet edilmiş bir disiplin alanı haline dönüşünün yol açtığı “kısır” bütünlüğe temas etme şansına kavuşuyoruz. Toplumsal aidiyet ve dine sadakat üzerinde yükselen temel kitlesel hassasiyetlerden güç alan bilimsel (!) çalışmaların sebep olduğu bayağılıklardan haberdarız. Durkheim’ın “insanlığın ilk dini olarak Totemizm” fikrinin karşısına “tevhit” fikriyle çıkan çalışmalardan tutun, İslam Peygamberi Muhammed’e vahyedilenden habersizce Kur’an-ı Kerim’in tüm diğerlerinin-Tevrat ve İncil’in-aksine bozulmamış tek kitap olarak nitelenmesine olanak veren yaygınlıklara bakmamız yeterlidir.

Ben yazım süreci 2.5 ayı bulan çalışmamda, Prof. Klaus Schmidt önderliğinde yapılan kazı sürecinin ardından açığa çıkarılan Göbeklitepe Tapınak bölgesindeki arkeolojik bulgulardan hareketle, Tapınağı inşa eden insan topluluğunun-ya da topluluklarının-inancına ilişkin genel bir çerçeve çizmeyi amaç edindim.

“Karşılaştırmalı mitoloji” yönteminden hareketle çözümlemeye çalıştığım Göbeklitepe olgusunda şu soruların yanıtlarını bulmaya gayret ettim:

a- Göbeklitepe’deki arkeolojik bulgulardan-konum (dağ-tepe)-kutsallığı, tapınak formu (açığa çıkarılmış tapınak formları), dikilitaşlar üzerindeki dini simgeler ve yapılan kazılarda çıkarılan diğer bulgular-hayvan ve insan kemikleri vs- hangi dini ideolojilerle ilişki kurularak açıklanabilir?

b- Göbeklitepe’nin, insan topluluklarının inşa etmiş olduğu en erken Tapınak olduğu şeklindeki kabulün doğruluğundan şüphe duymayarak -bölgeyi bir çıkış merkezi (kaynak nokta) olarak nitelemek suretiyle- bir etkileşim ve evrim olanağı bulunabilir mi? Özellikle bölge coğrafyasının-Mezopotamya ve Ortadoğu ile, tapınak formu bağlamında, Batı Avrupa’ya dek uzanan megalit anıtlara uzanan bir etkinin izleri incelenebilir mi?

c- Budumbilim çalışmalarından hareketle bir karşılaştırma-değerlendirme yapılabilir mi? Kuşkusuz bu sorunun handikapları bulunuyor. Özellikle ekonomik faaliyetler başta olmak üzere, benzer yaşam koşullarının benzer dini inançları doğurduğu şeklindeki kabulden hareket etsek bile, Göbeklitepe halkının hangi “ekonomik faaliyet” etrafında örgütlendiğini saptamamız zorunlu hale gelecek.

29.04.2015



0 yorum :: Dikine Göbeklitepe Sunumu Tanıtım Yazısı

Yorum Gönder