DİN, DEVLET VE DEVRİM-1


Orhan Gökdemir

Tek tanrılı üç büyük din olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet Ön Asya’da doğdu. Yahudi dini çıktığı ülke ile sınırlı kaldı ve yayılma eğilimi göstermedi. Hıristiyanlık ise tam tersine doğduğu coğrafyanın dışına taşma eğilimindeydi. Çünkü içinde doğduğu Helenizm, yayılmacı bir ideolojiydi.

Helenizm, başından beri coğrafyaları olduğu kadar inançları da birleştirme eğilimindeydi. Tek bir dünya imparatorluğu kurmak istiyordu ve bunu inanç alanında yapma ihtiyacının yönlendirmesi altındaydı. Otorite tek olmalıydı, imparatorluğun mantığı buydu. İnanç alanındaki tekçilik, işte bu ihtiyacın yansımasıydı.

Helenizm kavimleri yetkesi altına aldıkça, o kavimlerin inançları da buna paralel olarak varlık nedenlerini yitirdi. Politeizm ortadan kalkıyordu ama yerine gelen şey dinden kurtuluş değildi. Helenizm, kaybeden halkların kaderiydi; kaderin sürüklediği kitleler, kadere daha derin bir inançla bağlanmaktaydılar. Tühe-Tike (Helen mitolojisinde Tyche), işte o dönemde ortaya çıktı. Kader, ya da Latincesiyle “Fortuna”, Roma mitolojisinde şansın tanrıçasıydı. Her Yunanlı kendi “Tike”sine güveniyordu, kader, bireyselleşmişti. Kazananlar için “Şans” olan, artık kaybedenler için kaderdir…

Ve “Kader”, tarihte pek çok halkın kaderi olmuştu: “Tühe, Küçük Asya’da Kübele, Mezopotomya’da İştar, Suriye’de Astarte, Mısır’da İsis, Yunanistan’da Demeter, İtalya’da Erükina namları altında ibadet edilen en eski Anadolu Ana İlahesinin Helenistik devirde meydana çıkmış yeni bir şekli idi. Eski doğu şehirlerinde bu ilaheye mahsus bir Kült vardı ve o mevzuubahs olan şehrin hamisi ve hâkimi addediliyordu.” (1) Kader, antik kentlerin kaçınılmaz sonuna işaret ediyordu ve kader tanrısı Tike, Selevkoslar döneminde yayıldı; yayıldığı yerlerde evrensel bir ilahe olarak kabul gördü.

Tike; Kader tanrıçası, Helenizmin bir inanç arayışına denk geliyordu. Buna karşın eldekiler de yeniden elden geçirildi, işe yarayanlar onarıldı, ayakları üstüne dikildi. Halklar “Kader”in peşinde dalgalanırken Serapis, Zeus, Apollon ve Atena gibi eski ilahlar da yeniden hayat buldu. Bunların her biri, “Kader” gibi, tek ilah olma iddiasını taşıyordu. Çoklukta teklik tartışmalıdır; dolayısıyla her tek tanrının taraftarları da diğerlerini eksik bulmaktaydı. Böylece kümelenmeler oluşmaya başladı: Zeus-Heliyos-Serapis (Güneş) bir küme, İsis-Tike-Selene (Ay) başka bir küme oldu. Küme olanlar birbirlerinin eksiklerini tamamlamaktaydılar. Eksikler tamamlandıkça, tek tanrıcılık için de zemin hazırlanıyordu.

Politeizmin gücünü yitirmesini ve “kader”in ağlarını örmesini dinler tarihi için bir çıkış dönemi sayabiliriz. Ancak bu çıkış döneminin, aynı zamanda bir iniş dönemi olduğuna değin pek çok işaret var. “Dindarlığın aşağı şekilleri olan falcılık, büyücülük ve batıl itikatların her çeşidi, orada burada dolaşan dilenci rahiplerin elinde idi. Ta en eski zamanlardan itibaren Mezopotamya’da iştigal olunan Astroloji bu devirde Babil yoluyla bütün Helenizm dünyasına yayıldı. Bunun bizzat yüksek sınıflar arasında birçok taraftarı oldu mesela: Yıldız ilahları, Bergama Zevs(Zeus) mezbahındaki devlet ilahları arasında yer aldı.”(2) Bu düşkünlük sebebiyle, devrin Yunan felsefesi de bir ahlak arayışı olarak ortaya çıktı. Hıristiyanlığın doğuşu yaklaşırken Helen devletleri Roma İmparatorluğu tarafından ortadan kaldırıldı. Ancak Helenizmin tek din arayışı Roma’ya miras kalmıştı. Din ve ahlak, felsefe ve mitolojiden gelerek yeni bir din için kapıyı aralıyordu.

Roma Helen dünyasını dağıtarak ilerledi. 150 yıl içinde Balkanlardan Mısır’a kadar bütün topraklar artık Roma İmparatorluğunun birer eyaleti olmuştu. Bütün dinler ve bütün inançlar Roma’nın üzerine yıkılıyordu. Hıristiyanlık işte böylesine evrensel Roma İmparatorluğu topraklarındaki pek çok din arayışından biriydi. Belki de en az dikkat çekenlerden biri. Konstantin onu fark etmeseydi belki de öyle kalmaya yazgılı bir arayış olarak kalacaktı. Doğu Roma devleti, onu evrensel bir din haline dönüştürdüğünde, Hıristiyanlık, Roma’nın üzerine yıkılmış bütün inançların bir bakiyesi ve giderek bir özetiydi artık… İsis ile Horus, Meryem ile İsa (Chris-Hris) el çabukluğu ile yer değiştirdi. Oziris, baba-tanrı-kral olarak yerini aldı.

ROMA’NIN İLERLEYİŞİ

148 Mekodonya Roma eyaleti oldu

146 Yunanistan Roma eyaleti oldu

133 Bergama devleti Roma eyaleti oldu

103 Kilikya Roma eyaleti oldu

74   Bitinya Roma eyaleti oldu

63   Pontos ve Suriye Roma eyaleti oldu

30   Mısır Roma eyaleti oldu. (3)


DEVLET DİNLERİ


Hıristiyanlık resmen bir devlet dini haline dönüşmeden 1700 yıl önce, şimdi bir Roma eyaleti haline gelmiş olan Mısır’da müthiş bir hareketlilik yaşanıyordu.

18. hanedanın firavunlarından Akhenaton yaklaşık M.Ö. 1350-1335 yılları arasında bir devrim yapmaya girişmişti. Belki de bu, insanlık tarihinin ilk ve tek din devrimiydi. Bütün tek tanrılı dinler, o devrimin devirdiklerini de içermek üzere o mirasın üzerinde yükselecekti.

İlk din devrimcisinin, devrimci şiddetini ismine de uyguladığını, Amonhotep (Amon hoşnuttur) olan adını devirdiğini biliyoruz. Akhenaten’i (Aton için çalışan) isim olarak almıştır ve biz buna şimdi Atonizm diyoruz. Aton'un hizmetkarı demek de mümkün olmaktadır ki, Aton devrim ile gelen bir tanrı olduğuna göre, devrimciler için Aton’a hizmet etmek şart olmaktadır.

M.Ö. 14. yüzyıl yaşamış olan bu Mısır kralı, çok tanrıcılığı alaşağı etti, geleneksel çok tanrılı Mısır dinini yasaklayarak tek tanrılı Aton dinini kurdu. Krallığının ilk yıllarında, yüz yıllardır Mısır'ın başkenti olan Teb'i terk ederek Tel el Amarna olarak bilinen el değmemiş topraklarda yeni bir başkent kurmaya girişti. Tapınaklardan eski tanrıların isimlerini sildirdi. Rahipleri ve eski dinden nasiplenenleri de ortadan kaldırmış ya da sindirmiş olduğunu biliyoruz. Kaynaklarda, Aton için çalışan’ın, Mısır’da gerçekçi ve laik bir sanata öncülük ettiği not edilmektedir.

Bütün bunlar dinin ötesinde bir devrime işaret etmektedir.

Yalnız, Akhenaton devrimini tahkim edemedi. Tahkim edilmemiş devrimler mutlaka ihanete uğramaktadır; Akhenaton’un ölümünün ardından kurduğu din çöktü. Devrimin başkenti yerle bir edildi, eski din geri gelmiş, rahipler eski yerlerine geri dönmüş ve Akhenaton “kafir kral” olarak kayda geçirilmişti.

Lanetinin, kendinden sonra tahta oturan oğlu ve damadı Tutankhamon’u vurduğunu biliyoruz. Bu karşı devrim çocuğu 18 yaşında ölmüş, ablasıyla olan çocukları da ölünce bu nesil son bulmuştu. Tutankhamon’un “laneti” budur.

Karşı devrim lanetlidir ve en çok da karşı devrime rıza gösterenleri vurmaktadır.

Musa, bu devrimden 30 yıl sonraya işaretlenebilmektedir. Bu tarih, ilk devrimin ve ilk karşı devrimin henüz unutulmadığı bir zaman olmaktadır. Bu durumda Akhenaton’u Musa’nın peygamberi kabul edebiliriz ve öyleyse Musa’ya yalnız havari rolü uygun düşmektedir.

Havari Musa, peygamber Musa’ya göre daha nesneldir. Güneşin izinden gittiğini ve bir tür Pavlus rolü oynadığını anlıyoruz. “Kayalar içine oyulmuş mezarlardaki yazıtlarla bize kadar gelip, Aton’u ululayan iki ilahide genç hükümdar, ancak birçok yüzyıl sonra Yahudilerin tanrısı Yehova’yı övmek için düzülmüş mezamirdekine benzer bir coşkuyla Mısır içinde ve dışındaki her türlü canlının yaratıcısı ve koruyucusu olarak güneşe övgüler döşenir.”(4) Kaldı ki, Freud’un dikkat çektiği gibi, soyut bir güce övgü değildir bu; güneş ışığında yatan bu etki binyıllar sonra bilimsel yoldan da saptanacaktır. İnsan için, en somut tanrı Güneş’tir. Yaratan ve yaşatan odur, rızıklandıran odur. Ezeli ve ebedidir, yaşamın kaynağıdır; o her şeyi görür, her şeyi işitir, her şeyi ışıtır. İbrahim yanılmaktadır; batan bir güneş yoktur. İbrahim, arkasını döndüğü her şeyi batmış sanmaktadır.

Karşı devrimi görmüş olan Musa’nın, yeni bir devlet için umutsuz olduğunu düşünebiliriz. Bu durumda “çıkış” gereklidir. Musa’nın “çıkış” için İbrani düşkünleri seçmiş olması, karşı devrimin yeni Mısır’ı silmesi ile bir ilgisi olabilir mi?

Musa’nın, ilk devrim devlet tarafından yapıldığına göre, bir devlete ihtiyaç duyması akla uygundur. Ancak karşı devrim yerleşmiştir ve devletsiz bir din olamayacağına göre çıkmaktan başka yol kalmamıştır. Düşkünlerden bir devlet çıkarmanın zor olduğunu tahmin edebiliriz; ancak çıkmak için uygundurlar. Çıktıktan sonra yeni din için ortamın hazırlanması için uzun zaman gerekmiştir. Buna rağmen bir devlet kurulabildiğinde prematüre doğması, uzun yaşamaması da akla uygundur. Devrim, halka rağmen yapılmıştır ve Atonizm, halk inançlarından herhangi bir iz taşımamaktadır. Büyük bir askeri destekle, halka karşı yapılan bir devrim söz konusudur. “İkhnaton okulundan gelen Musa da tıpkı Firavunun uyguladığı yöntemleri uygulamış, buyruklara başvurmuş, kendi inancını halka zorla benimsetmeye çalışmıştır.”(5) Demek ki burada da karşı devrim için durum uygundur. Musa’nın öldürüldüğünü, yerini yeni bir Musa’nın aldığını, devrimci dinin yerine “halkçı bir din” imal edildiğini biliyoruz.

Roma’nın üzerine yıkılan bütün inançlarla yeni Musa’nın yeni dini çağdaştır. Helenizm, Atonizm’e göre bir geriye gidiştir. Atonizmden sonra, inanç sisteminin geride bir yerde kurulmasında, demek ki Yahovacılık da rol üstlenmiştir. 1700 yıl sonra Atonizm unutulmuştur…

Musa’nın devleti ne zaman kuruldu?

Kayıtlara göre İsrael'in ilk kralı Saul, ikincisi Davut, üçüncüsü Süleyman olmaktadır. İlkinin Filistinlilere yenildiği ve intihar ettiği not ediliyor; demek ki henüz pek zayıftır. Davut damattır, Yahudi Krallığı'nın başına oğlu Süleyman’ı bırakarak göçüyor. Damadın kral olduğu bir devleti ciddiye almamız için bir neden görünmüyor. Demek ki henüz gelenekleri oluşmamıştır. Geride Davut yıldızını bırakıyor ve devlet olmak için bir yol açıyor. Söylentiye göre Süleyman döneminde Yahudi Krallığı altın çağlarını yaşıyor; “Musa devleti devlet oluşmuştur” anlamındadır. Kudüs'e Beth Hamikdaş’ı inşa ediyor, dine borcunu ödüyor. Demek ki mabetle birlikte din de din haline geliyor. Mabedi kurmak için devlet gereklidir.

Ancak Süleyman'ın ölmesi devletin de sonunu getiriyor, bölünüyorlar. Bölümler, İsrail Krallığı ve Yehuda krallığı oluyor. Dinin de yeniden zayıflamış olduğunu tahmin edebiliriz. 

Kral Davut’un bir kitapla peygamberlik iddiasında bulunmasının nedeni de belki budur. Demek ki Musa artık yeterli değildir. Zebur, mecbur olmaktır. “Ne mutludur o adama ki, kötülerin öğüdü ile yürümez.” (6) Bu çoban kral’ın kitabı şöyle bitiyor: “Bütün nefes sahipleri Rabbe hamdetsin. Rabbe hamdedin.” (7) Bir çobandan önce bir kral, sonra bir peygamber imal etmiş bir tarihin önündeyiz. Bunun için, İsrailoğullarının başına Goliat’ın musallat olmuş olduğunu ve Davut’un bir sapan taşıyla Goliat’ı bertaraf etmiş olduğunu da öğreniyoruz ki, bunu başaran kişinin bir askerden korkup kaçması pek hoş olmaktadır. Kayıtlara göre peygamber olması ancak o askerin ölümünden sonra mümkün olabilmiştir.

Peki, bu durumda Musevilik ne zaman bir din oldu? Süleyman’ı aynı zamanda bir din kurucusu sayabilir miyiz?

Bir kral olmasına karşın onun da peygamber sayılması delildir. Musa her zaman yetersizdir ve devlet yoksa peygamberlerin yetersiz kalması kaçınılmazdır.

Başlangıçta hep devlet vardır ve tanrı devletin iradesince yaratılmaktadır. Dinde resmen tanrı olmak için resmi tanrı olmak şarttır.

İsa’nın devletin hakkını teslim ettiği hep söyleniyor. Ancak İsa zamanında devletin İsa’yı ve tanrısını tanımadığı unutuluyor. Roma, pagan bir imparatorluk olmaktadır ki, bu durumda paganizme şaşı bakan Hıristiyanlık ancak bir sapkınlık olabilmektedir. Sapkın olanın ise devlete hak vermesi mümkün değildir.

Hak ne zaman verildi veya alındı?

Birinci İznik Konsili M.S. 325 yılında İmparator Konstantin’in inayetiyle Roma İmparatorluğu'nda resmi din olacak Hıristiyanlığın içerisinde tartışılan bazı konuları netleştirmek amacı ile toplandı. İznik Konsili, bir Konstantin organizasyonudur; demek ki Konstantin Hıristiyanlığın resmileşmesinden fayda ummuştur.

İznik Konsili toplanmadan önce Hıristiyanlığın bir din olduğu kuşkuludur.

Konstantin, mevcut Hıristiyanların tanrısını beğenmemiştir ve İznik Konsili’ni yeni ve devlete uygun bir yeni tanrı yaratması için toplamıştır.

İznik Konsili'nin temel tartışması da Mesih İsa'nın gerçek Tanrı olup olmamasıydı. İznik'te toplanan kilise önderlerin büyük çoğunluğu Mesih İsa'nın gerçek Tanrı olduğu fikrini pekiştirdi. Konsilde bu konuda onaylanan İznik İnanç Bildirisi yeni bir dinin kurulduğunu müjdeliyordu.

Demek ki İsa o toplantıyla tanrı olmuştur; resmileştir diyebiliriz. Demek ki resmi olarak Hıristiyanlık M.S. 325’te kurulmuştur. Bu durumda Konstantin’i kurucu peygamber saymamız yerindedir; peygamberdir. Yalnız, Konstantin kurucu bir peygamber olmakla birlikte Hıristiyan değildir. Son nefesini verene kadar Apollan’a ibadet ettiği biliniyor. Demek ki, Hıristiyanlığın kurucusu, yeni dinle kendi inançlarının çelişmediği kanısındadır. Ayasofya, yeni dinin mabedi olarak inşa edilmiştir ve demek ki Ayasofya ile din, din olmuştur. Mabede bir pagan adın uygun görülmesi de bu tarihe uygundur. Ayasofya “Kutsal bilgelik” anlamındadır ki, hiç kuşkusuz Konstantin’i işaret etmektedir.

Peki İslam ne zaman din oldu?

Muhammed'in vefatından sonra, İslam dünyasını seçimle gelen devlet başkanları yönetti. Halife Ömer zamanında dinden çok hızlı bir zenginleşme ve lüks bir yaşam göze çarpıyordu. Onun bir suikaste kurban gitmesinin ardından halife olan Osman, Muhammed’in düşmanı olan Emevi kabilesindendi. İslama en çok direnenler böylece iktidar oldular.

Ali’yi öldürerek iktidar sahibi olan katip Muaviye, halifeliğini tanımayanları sert bir biçimde bastırdı ve iç karışıklıklara son verdi. Halifeliği askeri birlikler tarafından ilan edilmişti; böylece ismen var olan bu kurumu yeniden bir kurum haline getirdi. Ardından yeni fetihlere girişti. Bu, devlettir. Halifelik merkezini Mekke’den Şam’a taşıdığını biliyoruz. Pek çok mabet yaptırdığını da. Başkent değişmişse, din de değişmiştir diyebiliriz. Mekke karşısında Şam, iktidarın artık dinden değil, güçten geldiğinin işaretiydi. Nitekim Muaviyenin ölümünün ardından çıkan iç karışıklıklar sırasında Yezid’in birlikleri Mekke’yi kuşatarak mancınıklarla taşa tuttular. Hacer-i Esved isabet alarak üçe ayrıldı: Kabe yıkıldı.(8)

Halifeler döneminin ardından Arap devletini Emeviler yönetti. Emeviler, Ali’nin öldürülmesiyle yönetimi ele geçirmişlerdi. Bir Arap devleti kurdular ve içinde dinin yeri pek azdır. Ülkelerinin genişletmeyi İslam kurallarını yerine getirmekle özdeşleştirmişlerdi. Kurallara pek uymadıkları ve pek az Müslüman göründükleri açıktır.

Sonra Muhammed'in amcası Abbas Bin Abdülmuttalip'in soyundan gelen Abbasiler, Emevi yönetimine karşı ayaklanarak 750'de halifeliği ve iktidarı ele geçirdiler. Emevi şeflerinden seksen tanesi bir ziyafet bahanesiyle bir araya getirilip öldürüldü. Bu tarihten başlayarak Abbasiler 1258'e kadar İslam dünyasının büyük bölümüne egemen oldu.

İlk Abbasi halifesi Ebu'l-Abbas’tı. 754'te kardeşi Mansur onun yerine geçti. Bu iki halife döneminde orduda Türk ve İran kökenliler önemli görevler üstlendi. Mansur, 762’de Bağdat kentini kurdurarak başkenti Şam’dan buraya taşıdı. Abbasi Devleti, Mansur'un torunu Harun Reşid döneminde en geniş sınırlarına ulaştı. Harun Reşid, Binbir Gece Masalları’na konu olan görkemli saltanatını Bermeki ailesine borçluydu. Bu aileden Bermeki Yahya ve iki oğlu, vezir olarak Abbasi Devleti’ni 17 yıl boyunca fiilen yönetti. Yahya, içkiyi ve alemi çok severdi. Yedi karısı, bir çok cariyesi, onbir oğlu ve onyedi kızı vardı. Cömertti, şiiri çok severdi, şairlere paralar dağıtırdı. Dönemi İslamın lale devriydi. Abbasilerin son döneminde Türklerin, devletin silahlı kuvvetlerinde Arapların yerini almaya başlamıştı. Halifelik, din, iktidar, her şey artık onların kontrolündeydi. Kendi iktidarlarıyla, dinin iktidarını birleştirdiler. Hangisinin daha dünyevi olduğu hala tartışmalıdır.

Dört halife dönemi, İslam tarihinde bir doğrudan demokrasi dönemi olarak tanımlanıyor. Devlet henüz oluşmamıştır anlamındadır; statüko henüz uzaktır. Buna karşın pek çok darbe ve suikast yaşanmıştır ki, devletimsi oluşumun bile pek iştah açıcı göründüğü belli olmaktadır.

İslam Ali’nin öldürülmesi ile din olmuştur; devlet olmuştur da diyebiliriz.

Ancak islamın ilk dönemi, dünyevi bir iktidar mücadelesi olarak görünmektedir. Din rolü pek az olmakla birlikte, göz ardı edilmediğini biliyoruz. İslamın islamize edilmesi çok sonradır.

Peki İslamiyet dinde reform yapmış mıdır?

Cevabı aranmalıdır. Burada yenilik, dinden çok devlete aittir. Bu durumda Muaviye’nin de bir havari olması gerekmektedir ki, akla uygundur.

Demek ki devlet ile din arasında yeni bir ilişki biçimi ortaya çıkmaktadır.

Denildiği gibi “din halkın afyonudur” ama afyonu veren devlettir.

Peki, “sivil din” yok mu? Tek tanrılı dinlerin dışında mümkün olabilmektedir ve pek çoğu çok tanrılı olmakla devletsizliğin işaretini taşımaktadır.



NOTLAR

1- Dr. M.E. Bosch. Helenizm Tarihinin Anahatları. Çev. Sabahat Atlan. Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Neşriyatı. İstanbul. 1943. s.161.

2-A.g.e. s.163.

3-A.g.e.

4-Sigmund Freud. Musa ve Tektanrıcılık. Türkçesi Kamuran Şipal. İstanbul 1987. s.35.

5-A.g.e. s.70.

6-Mezmurlar. 1-1.

7-Mezmurlar 155-6.


8- Will Durant. İslam Medeniyeti. Türkçesi Orhan Bahaeddin. s.20.

0 yorum :: DİN, DEVLET VE DEVRİM-1

Yorum Gönder