Göktuğ Halis ile Röportaj


 Ekrem ACAR

Tapınak Şövalyeleri ve günümüze dek taşıdıkları gizemleri hakkında neredeyse her hafta yeni bir kitap piyasaya sürülüyor. Çoğunlukla "gizli örgütler" ya da "ezoterik" bağlantılarıyla büyük ilgi çeken ve bu yönüyle önemli satış rakamlarına ulaşan kitaplarca oluşturulan ilk dönem eğilimleri,  konuyu "tarihsel perspektiften ele alan" araştırmaların "tarihsel gerçekçilik" yönündeki baskısıyla kırılmaya başlıyor. M. Barber'in Kabalcı Yayınları tarafından Türkçe'ye çevrilen "Tapınak Şövalyelerinin Tarihi" ve P.P. Read'in Dost Yayınları'nca piyasaya sürülen "Tapınak Şövalyeleri" kitapları hiç kuşkusuz, Türkiye kitap piyasasını hallaç pamuğu gibi atan "ezoterizm" eğilimli yapıtların önünde ciddi bir engel oluşturuyor. Ancak, bu tip ciddi kitapların satış rakamları karşıt tutumun ulaştığı düzey ile kıyaslandığında oldukça cılız kalıyor, buradan hareketle hala toplumda Tapınak Şövalyeleri'ne ilişkin, yaygın bir biçimde yanlış kanıların dolaştığını söylemek mümkün. Konuyla ilgili olarak piyasaya sürülen son kitaplardan birisi olan "Tapınakçılar: Tarih ve Spekülasyon", için "tarihsel gerçekçi" tutumun son örneği nitelemesini yapmak yanlış olmaz. Özellikle yerli bir yazar tarafından, büyük bir ciddiyet ve bilinen tarihsel gerçekliğe en uygun tabloyu oluşturmak yolundaki ısrarlı bir çaba sonucunda oluşturulmuş kitap, dünyada ve Türkiye'de Tapınakçılar hakkındaki yanlış tezlerin "bilimsel" eleştirisiyle de ayrıcalıklı bir yapı oluşturuyor.   

Kitabın yazarı Göktuğ Halis ile, "Tapınak Şövalyelerini" ve "Tarih ve Spekülasyon'u" konuştuk.

Tapınak Şövalyeleri ile ne zamandır ilgileniyorsunuz? "Tapınakçılar: Tarih ve Spekülasyon" için ne kadar çalıştınız? Süreci anlatır mısınız?

Tapınak Şövalyelerine yönelik kişisel ilgim 5-6 senelik bir zaman dilimine dayanıyor. Başlangıçta kişisel olarak ilgimi çekmişti, özellikle "Foucault Sarkacı'nın", Türkiye'deki çoğu insan gibi bende de büyük bir etki yaptığını söyleyebilirim. Benim konuya yönelik ilgim, söz konusu tarikattan çok yaşam biçimleriyle, özellikle "Ortaçağ Batı Felsefesi " ve spesifik olarak münzevi yaşam tarzının değeri bağlamında yaptığım araştırmalarla bağıntılı olarak yürümekteydi. Tapınakçılar ise keşiş yaşamı süren, ancak Hıristiyanlığın temel barışcıl öğretisiyle çelişkiler oluşturan "şövalyelik" nitelikleriyle ilgi çekici bir bütün olarak dikkat çekiciydi. Ancak geçen zaman, özellikle "Da Vinci Şifresi"  ve Türkçe'ye Nokta Yayınları'nca "Savaşçı Keşişler Tarikatı" olarak çevrilen "Kutsal Kan Kutsal Kase" yapıtlarının açtığı kapıdan aceleyle oluşturulmuş çok sayıda kitabı getirmişti. Özellikle bu gündemi takip etmek yolunda ısrarlı bir gayret gösterdiğimi söyleyebilirim. Bu süreçte gerçekten ilginç sonuçlarla karşılaştım, tarihsel gerçeklerle örtüşmeyen çok sayıda bildirimin büyük bir ısrarla ortalıkta dolaşmaya başladığını, bununla da kalmayıp birbirini tekrarladığını gördüm. 11 Ocak 2004 tarihli Akşam-lık dergisinde "Da Vinci Şifresi" kitabına ilişkin eleştiri yazımda, tüm dünyayı sarsan söz konusu savların, bizde henüz yeni olmakla birlikte "alternatif bir tarih anlayışınca hermetik, gnostik ya da düalist akımlardan etkilenen azımsanmayacak gelenek tarafından büyük bir ısrarla tekrarlanageldiğini, bu bağlamda hiç de özgün olmadığını belirttim. Yine 18 Nisan 2004 tarihli  Akşam-lık'ta da "Kutsal Kan Kutsal Kase" kitabının "Foucault Sarkacı" yapıtı ile karşılaştırmalı eleştirisini yazdım. Bu arada özellikle bazı İslamcı fanatikler, ısrarlı bir şekilde Tapınakçı karşıtı yayınlar yapmaya devam ediyordu. Varlık Dergisi'nin Ağustos 2004 tarihli sayısında "Gizli Bilimlerin Alternatif  Tarihine İlişkin Yapıtların Pozitif Eleştirisi" isimli makalemde de, Tapınakçılar'a ilişkin "garip anlayışlara" değindim. Söz konusu tutum, Tapınakçılar'ı, tarihsel alanından kopartarak, günümüze dek uzanan bir zaman diliminin "en etkin özneleri" olarak sunma eğilimi taşıyordu. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de bunların önüne geçilemedi. Türkiye'de çok sayıda yerli yazarın bu eğilime destek veren yapıtları kitapçı raflarında yerini ısrarla almaya devam ettiğinde, konuyla ilgilenen sıradan insanların zihninde oluşmuş karmaşık tabloyu az çok tahmin edebiliyordum. Bu tahmini destekleyen maddi belirtiler de mevcuttu. Nitekim sokakta dolaşan insanlar, örneğin Ortadoğu'daki savaşın arkasında Tapınak Şövalyelerini görmeye başlamıştı. Elbette sağduyu bu tip bir savununun garipliğini ve komikliğini saptamaya zaman zaman yeterlidir. Olmayınca olmaz. Benim "Tapınakçılar: Tarih ve Spekülasyon" kitabını yazma kararım bir buçuk 1,5 sene öncesine dayanır. Kuşkusuz en temel kaygımın, insanların Tapınakçılar hakkında sahip olduğu yanlış tabloyu bozmak olduğunu söylemek gereklidir. Yine de yeterli değildir. Nitekim kitabı yaklaşık bir buçuk senede kaleme aldım ve süreç içinde "Tapınakçıların" popüler oluşu ve ısrarla gündemde kalması durumunun ideolojik boyutu üzerinde de düşünme fırsatı buldum.

Oraya gelmeden önce sanırım konu tarihsel olarak açıklığı hakediyor. Size göre Tapınakçılar kimlerdi?

Sorunuzun ilk bölümüne katılıyorum, konu bence de açıklığı hakediyor. Öbür taraftan aslında konu hiç de karmaşık değil, sorduğunuz soru dahi genel bir kafa karışıklığının ifadesi olabilir. Tapınakçılar'ın kim olduğunu biliyoruz, size göre vurgusu bana göre yersiz. Ortada felsefi ya da edebi bir problem yok ki, bana nasıl göründükleri gibi bir noktaya genişlesin konu. Yaygın şekliyle Tapınakçılar olarak bildiğimiz Tarikat, "Süleyman Tapınağı ve İsa Mesih'in Yoksul Şövalyeleri" ismiyle, 12. yüzyılın ilk çeyreğinde Kudüs Kralı ve Kudüs Patriğinin onayıyla, Kutsal Topraklar'a gelen Hıristiyan Hacı'sını korumaya ant içmiş 9 şövalyenin girişimiyle kuruldu. Kuruluş tarihi net değil, 1119 ya da 1920 olma ihtimali oldukça yüksek. Dönemin önemli vakanüvisti Guillaume de Tyre'nin 1118 şeklinde bildirdiği tarihin hatalı olduğunu düşündüren bazı tarihsel belgeler var. 9 şövalye içinde en önemli iki isim, ki bu 9 şövalyenin isimleri de değişik kaynaklarda birbiriyle çelişkilidir, Hugues de Paynes ve dönemin en önemli dini liderlerinden birisi olan St Bernard'ın akrabası, olasılıkla dayısı olan Andre de Montbard... Üyeler kendilerine üç temel ilke belirliyor başlangıçta, yoksulluk, erdenlik ve itaat. Bununla birlikte, başlangıç dönemine ilişkin çok sayıda bilinmeyen bulunuyor. Özellikle tarikat üyelerinin temel amacının savaşımı içermesi noktası ilginçtir. Suriyeli bir vakanüvistin anlattığına göre, Tarikat üyelerinin temel amacı kendi kişisel kurtuluşları adına münzevi bir yaşam tercih etmiş olmaları, buna karşın hacıları koruma görevini Kral Boudouin 2'nin ricası üzerine kabul etmiş olmaları muhtemeldir. Nitekim kişisel kurtuluş amacıyla bu tip inziva-i yaşam biçimleri dönemin popüler yaklaşımlarından birisi ve 9 üyenin önünde Hospitaller tarikatı gibi bir örnek de bulunuyor. Bana göre, bir tarihçinin sorumluluğu,  "veri yokluğuna karşın" değerlendirme yapma zorunluluğu taşıdığı süreçlerdeki tutumuyla sınanabilir. Akıl yürütme, ancak  tarihsel olarak bilinenlerden hareket edildiğinde anlamlı bir yöntemdir. Tapınakçıların başlangıç dönemine ilişkin sessizliği, "Sessizdiler çünkü, kendilerine verilen Süleyman Tapınağının kalıntılarında kazı yaptılar, büyük hazineler ve mimari planlar buldular" şeklinde yorumlamak, en iyi ihtimalle saftirikliktir. Bakın, Tapınakçılar tarih disiplininin, özellikle de Haçlı Seferleri konusunun çerçevesinde ele alınabilecek, Askeri Tarikatlar sistematiğinin konusudur. Yalnızca bununla da sınırlı değildir. Savaş eylemini ve eylemcisini yargılayan bir "İncil" geleneğine rağmen "hıristiyan şövalyesinin Tanrı yolunda savaşmasını" mümkün kılan bir dini-felsefi bir düşünsel evrim vardır. Tapınakçılar ile ilgilenen bir araştırmacı için bunlar çözülmesi gereken konulardır. Öbür taraftan konuyla ilgili çok sayıda ciddi tarihçinin, kayda değer araştırmaları vardır ve bunları hiçe sayarak, örneğin "Kutsal Kan Kutsal Kase" kitabının yaptığı gibi, Tapınağın kuruluş tarihini 1112 ya da daha öncesine çekemezsiniz. Kaldı ki, Tapınakçıların kuruluş dönemine ilişkin, az da olsa belgeler var ve bu belgeler özellikle, Tarikatın aldığı bağışlar ve Hacıları koruma görevine ilişkin gayretlerinin anlaşılması açısından değer taşıyor.

Anladığımız kadarıyla sizin tutumunuz, genel eğilime tezat oluşturuyor. Hani Tapınakçılar'ın Masonluk kurumunda yaşamaya devam ettiği, İsa'nın soyunun koruyucusu olduğu ya da biraz önce verdiğiniz örnek itibariyle Ortadoğu'daki savaşı yönlendirenlerin onlar olduğu yolundaki bildirimlere karşıt bir duruşunuz var. Bu eğilimi açıklar mısınız?

Günümüzde yaşanan olaylarda, örneğin Ortadoğu'daki savaşa herhangi bir devlet adına savaşan haber alma teşkilatlarının, ya da gizli örgütlerin rolü var mı yok mu ben bilemem. En fazla tahmin edebilirim ve bu benim kanaatim olur. Bu konudaki kanaatlerimin dinlenmemesini tavsiye ederim, nitekim ayrıca bir uzmanlık gerektirir bu konularda konuşmak. Tapınakçılar tarih disiplininin konusudur. Şövamlemed Masonluk Kurumu'nda yaşar mı yaşamaz mı, onu da bilemem. En fazla, Masonluk denen yapılanmanın kendisini Tapınakçı geleneğinin devamı olarak görmeye yönelik ciddi bir eğilim taşıdığını söyleyebilirim. Bu, Tapınakçıların Masonluk aracılığıyla yaşamaya devam ettiği anlamına gelmez. Bu yöndeki her bildirim subjektiftir, tarih biliminin konusu olarak pek değer taşımaz. Tapınakçıları "gizli bir örgüt" olarak değerlendirebilmemiz mümkün değildir. Herşeyden önce kontrolü Papa'da bulunan bir örgüttü. Özellikle Papa dışındaki siyasi ve dini her türlü otoritenin sorgusundan muaf tutulmuştu. Krallar da dahil olmak üzere hiç kimse elini kolunu sallayarak Tapınak Tarikatı'nın toplantılarına giremiyor ya da örneğin hesaplarını kontrol edemiyordu. Özellikle 1130'lu yılların ikinci yarısında Papa II. İnnocentius tarafından yayınlanan "Omne Datum Optimum" bildirisinin ardından kendilerine tanınan ekonomik haklar, yerel dini otoriteler ile aralarında ciddi husumetin doğmasına neden olmuştu. Kudüs Krallığında ise en önemli çatışmayı Kral Amalricus ile yaşamışlardı. Çeşitli nedenlerle Tapınakçılar kısa sürede çok farklı iki perspektiften değerlendirilmeye başlandı. İlk görüşte Tapınakçılar daima saygın, din adına savaşımın öncü tarikatı olarak görkemli yerinde dururken, ikinci kesimde, özellikle açgözlülük ve kibir gibi cehennemlik nitelikleriyle büyük bir öfkeyle karşılandılar. Tapınakçıların, çok sayıda ritüel ve uygulamasını büyük bir gizlilik içinde yaptıkları gerçektir. Kutsal Topraklarda bu gizlilik, savaş ortamının dayatısı olarak kaçınılmazdı. Ancak özellikle yargılanma sürecinde Kral Güzel Philippe'nin ve propagandistlerinin yapay bir "gizlilik kültü yarattığı" ve ısrarla bu temayı işledikleri görüldü. Ortaya çıkan sonuçlar, Tapınakçıların puta taptıkları ya da eşcinsel oldukları o kadar çok söylenmiş ve yoğun işkence altında suçlamaları kabul eden Tapınakçılar tarafından da doğrulanınca, hatalı olarak Tapınakçıların "gizli bir örgüt" olduğu görüşü yaygınlık kazandı. Tapınakçıların yargılanma sonrasında yakılması olayı ve Büyük Üstad Jacques de Molay'ın laneti olarak bilinen efsanevi konuşma en fazla akıl yürütmemizi sağlayabilir. Efsane uyarınca, Kral ve Papa'nın Molay'ın belirttiği süre zarfında ölmeleri, efsaneleri yaratan halk geleneğinin, sonu pek de kabullenemediğini gösteriyor olabilir. Nitekim Tarikatın üyelerinin yeraltında yaşamaya devam ettiği söylencesi de bu kanının bir parçası olabilir. Bununla birlikte söyleyebiliriz ki, tüm bunlar Tarikatı gizli bir örgüt olarak nitelemek için yeterli değildir.

 Gizli örgütlerle insanlar neden bu kadar ilgileniyor ve Tapınakçıların buradaki etkisi nedir?

Söylediğim gibi gizli örgütler ve yaşadığımız dünyadaki rolleri hakkında bir şey söyleyecek yetkinlikte değilim. Tapınakçılar'ı da "gizli bir örgüt" olarak değerlendirmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Ancak sorunuzun şöyle ilginç bir yönü var ki belirtmeden geçemeyeceğim. Bugün Tapınak Şövalyelerinin ele alınış şeklinde ciddi bir sakatlık var. Her türlü kötülüğün özneleri olarak, bilinmeyen bir gruba yapılan göndermenin ideolojik yönünün deşifre edilmesi büyük bir değer taşır. Tarih, bir yönüyle profesyonel olmayanlara kapalı bir disiplindir. Tarihle isteyen istediği kadar ilgilenir. Ama tarihsel bir temayı paldır küldür alıp, yaşanmakta olanın arkasındaki gerçek diye sunmaya çalıştığınızda ve bunu sistemli, kararlı bir biçimde yapmaya kalkıştığınızda sorun bambaşka bir hale bürünür. Örneğin Reform Hareketini ya da Fransız ihtilalini, sosyo-ekonomik analiz yapmadan, bu tarihsel gelişmeleri doğuracak temel koşulları incelemeden Tapınakçılara mal ettiğiniz zaman, ya tarihi bilmiyorsunuz, ya da keyfi, ideolojik ve uyduruk bir tarih yazıyorsunuz demektir. Günümüzde de böyledir bu... İnsanın elinden manevi değerlerini, yarına dair umutlarını alan bir sistem vardır ve insanın sosyal hayata katılma ihtiyacını yapay modellerle tatmin etmektedir. Tarihin işleyiş yasalarının bilinçli olarak unutturulmaya çalışıldığı bir dönemde, tarihin "kötü niyetli insanlar tarafından" tertip edildiği fikri hem yalnızlaşan bireyin anlama ihtiyacını giderir, hem de örneğin Ortadoğu'daki savaşın gerçek faillerinin deşifresini engeller. Tapınakçılar kritik motiflerden birisidir ve tarihsel olarak kendisine dair söylenenlerden de güç alarak, önemli bir hayali düşman haline bürünür. Bir dönem ABD'nin dünya çapındaki eylemlerinde "yapay bir şeytan" ihtiyacını SSCB ile, doğu blokunun çöküşü sonrasına da bu boşluğu "terörist" olarak tanımlanan Müslüman gruplarla propagandif amaçlı doldurma çabasına benzetilebilir. Tapınakçılar, post-modern dünyanın hastalıklı bireyi için, SSCB ya da terörden başka bir şey düşünmeyen İslamcı gruplarından daha büyük bir düşman haline getirilmeye çalışılıyor. Her eylemin arkasında onlar var, herşeyi onlar tertipliyor. Akıldışı bir unsur olarak Tapınakçılarla uğraşan ve onların bilinmedik, asla anlaşılamayacak planlarının peşinden koşuşturup durap insan için, Büyük Sermaye şirketlerinin ya da petrol savaşlarının en iyi ihtimalle görünür unsurlar olarak değer taşıdığı açıktır.

Kitabınızdaki "tarih" ve "spekülasyon" bölümlenmesinin anlamı burada mı aranmalı?

Bir yönüyle... Kitabımda konuyla ilgili olarak en doğru tarihsel bilgileri vermeye çalışırken, yeri geldiğinde Tapınakçılara ilişkin söylenen anlamsız savların eleştirisini ele alıyorum.  Çünkü, tarihsel gerçeklik anlamında bir şey vermeseler ve sürecin anlaşılması yolundaki gayretleri budasalar bile, bu eğilimdeki dev kütüphaneyi görmezden gelemezsiniz. Artık Barber'in ifadesiyle, bu garip tarih, neredeyse tamamen Tapınakçıların tarihine eklemlenmiştir. Bunları görmezden gelen bir tarihsel yapı güçlü değildir... Bu nedenle, kitap okurların konuyu daha iyi takip edebilmesi açısından söz konusu tezleri de ele alıyor.

Bu İsa'nın soyu söylencesi ve Tapınakçıların rolü üzerine yapılan değerlendirmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Da Vinci Şifresi ve  Dan Brown'u, söz konusu tezleri kendilerinden çaldığı iddiasıyla mahkemeye veren Kutsal Kan Kutsal Kase kitabının yazarlarınca işlenmiş tezler bütünlüğüne göre, İsa Ortodoks Hıristiyan öğretisinin kabul ettiği şekliyle çarmıhta ölmemiş, ölmemekle kalmayıp karnında çocuğunu taşıyan Magdalalı Meryem ile Arcadia'dan da geçmek suretiyle Fransa'ya gelmiştir. Burada da bir şekilde Merovenj Soyu ile birleşmiştir. Söz konusu tezler doğruysa, İsa'nın günümüze dek uzanan bir sülalesi vardır... Sion Tarikatı da bu anlamda söz konusu sülalenin üyelerinin koruyuculuğunu üstlenir. Tapınak Şövalyeleri ise, Sion Tarikatı tarafından kurulmuştur  ve daha çok askeri düzlemde faaliyet göstermek gibi bir amaç taşımaktadır. Tabi bütün bunlar en iyi ihtimalle edebi bir çalışmaya uygun gibi gözüküyor. Tarihsel olarak ne İsa'nın soyunun Merovenjler aracılığıyla günümüze geldiği, ne de Tapınakçıların Sion tarikatı aracılığıyla oluşturulduğu yönünde tatmin edici bir veri var.

Ama söz konusu yazarlar, Kutsal Kan Kutsal Kase kitabının devamı niteliği taşıyan kitaplarında İsa ve soyu söylencesine dair bulguların yarattığı sansasyonun, Tapınakçılar'a ilişkin yeni buluşların önemsenmemesi sonucunu doğurduğunu belirterek yakınıyorlar


Siz bir şey söylediniz diye insanlar o konuya yönelmek, doğruluğunu araştırmak ya da kritik etmek zorunda değildir. Tarihsel bir savın temel dayanağını oluşturacak yeterli bir veri tabanınız olmalı olmalıdır. Kutsal Kan Kutsal Kase yapıtının kaynakları ve zaten yazarlarının da kabul ettiği ölçüde, bu tezi destekler değil... "İsa'nın milislerine katılmışınız" deyimi, 1113-14 yılında bir mektupta geçtiği için, Tapınak Tarikatı'nın kuruluş tarihini öne alamazsınız. Nitekim J.R. Smith'in de belirttiği gibi, İsa'nın milisleri deyimi, sıradan bir Haçlı katılımcısı için yoğun olarak kullanılmaktadır. Tarihsel bir tez ileri sürdüğünüzde, bunu doğrulayacak olan sizsinizdir, böylesine spekülatif bir alanda, yeterli kanıtınız yoksa sizi kimse ciddiye almaz... Yazarların kitaplarındaki tezlerini destekleyen kaynaklar oldukça cılızdır. Zaten çoğu noktada da tarihsel olarak hatalı bilgiler verdikleri gözükür. 

04. 05 2009

0 yorum :: Göktuğ Halis ile Röportaj

Yorum Gönder