İlk Sınıf Bölünmeleri

Chris Harman
[Aşağıdaki yazı Harman'ın Hakların Dünya tarihi isimli eseri henüz yayınlanmamışken 2007 senesinde Dikine tarafından çevrilmiştir]

Medeniyetin gelişmesinin bir bedeli olmuştur. Şehir toplumunun yükselişini tarif ederken Adams şöyle yazar: ‘“Köle kızların” ilk belirtisi olan tabletler, ‘yazı öncesi dönemin en sonlarında’, İ.Ö. 3000 dolaylarında bulunacaktır. “Erkek köle”nin ilk belirtisi ise bundan biraz sonradır. Bundan hemen sonra, “tam, özgür vatandaşı” “avam ve aşağı tabakadan” ayıran farklı terimler ortaya çıkmıştır.55 Bu döneme dek “sınıf farklılaşmasının kanıtları son derece açıktır”. “Antik Enshunna’da ana yolların kenarındaki büyük evler çoğunlukla 200 metrekareyi aşkın iskan sahasına sahipti. Öte yandan, evlerin daha büyük bir çoğunluğu oldukça küçüktü; bunların anayollara erişimi de ancak eğri büğrü, dar geçitlerden sağlanmaktaydı. Çoğunun alanı 50 metrekareden fazla değildi.56. Adams şöyle devam eder:

Toplumsal hiyerarşinin en altında, alınıp satılabilen insanlar olan köleler vardı. Sadece tek bir tablet, büyük ihtimalle merkezi bir dokuma tesisinde çalıştırılmakta olan 205 köle kızı ve çocuğu tasvir etmektedir. Diğer kadınların freze, biracılık, aşçılık gibi işlerde çalıştırıldıkları bilinmektedir. Erkek kölelere genellikle “körler” denirdi ve bunlar da “bahçe” işlerinde çalıştırılıyordu.57

Medeniyetin ortaya çıkışı, insanlık tarihinde kaydedilen büyük aşamalardan biri olarak kabul edilir –aslında bu, tarihle tarih öncesini birbirinden ayıran aşamadır. Ancak, nerede gerçekleşirse gerçekleşsin beraberinde olumsuz değişimleri de getirmiştir: sınıf ayrımlarının ortaya çıkması, bununla birlikte oluşmuş, kendileri dışındaki herkesin emeğinden geçinen ayrıcalıklı bir azınlık ve askerlerden ve gizli polislerden meydana gelen silahlı birliklerin kurulması –diğer bir deyişle, bir devlet örgütü- yoluyla bu azınlığın kuralları toplumun geri kalan kısmına dayatılmıştır. Kölelik kurumunun varlığı, bazı insanların diğer insanlar üzerindeki fiziksel sahipliği, yalnızca Mezopotamya’da değil, diğer birçok ilk medeniyette de bu gelişmenin hissedilebilir bir kanıtıdır. Toplumsal farklılaşmanın akrabalık ilişkilerine dayalı toplumlar ve köylü topluluklarından bu yana ne denli ilerlediğini gösterir. Ancak kölelik, Mezopotamya’nın ilk zamanlarında yönetici sınıfının ihtiyaçlarını karşılamada nispeten daha az öneme sahipti. Tapınaklar ve üst sınıflar için çalışmaya zorlanan köylülerin ve diğer gündelik işçilerin sömürülmesi çok daha önemliydi. “Shub lugal” adında –konum ve özgürlük bakımından kısıtlanmış  gruplar vardı; ‘bu grupların Bau tapınağı veya mülkiyetine ait arazilerde takım halinde çalıştıkları, gemileri çektikleri, sulama kanalları kazdıkları ve şehir ordusunun çekirdeğini oluşturdukları söylenir’. Çalışmalarının karşılığı olarak yılın dört ayı geçimlik ücret payı alıyorlardı ve “tapınağa veya mülkiyete ait küçük arazi parçaları onlara verilirdi.”58 Bu gibi gruplar önceleri bağımsız köylü aileleri iken, sonradan daha güçlü gruplara, özellikle tapınağa zorla bağlanmışlardır.

Gordon Childe, Lagash şehrine ait, İ.Ö. yaklaşık 2500 yılına ait bir fermanı özetler; bu ferman, “gözde rahiplerin yaptığı çeşitli zorbalıkları (cenaze gömmek için fazladan para almak gibi) ve tanrının (ya da topluluğun) arazisi, hayvanları ve köleleri kendi özel mülkleri ve kendilerine ait kölelermiş gibi davranmalarını” anlatmaktadır. “Başrahip fakirlerin bahçesine gider, oradan odun alırdı... Önemli bir adamın evi, sıradan bir vatandaşın evine komşuysa” bitişiğindeki mütevazi meskeni, sahibine doğru düzgün bir bedel ödemeksizin kendi evine katabiliyordu.’ Childe sözlerini şöyle sonlandırır: ‘Bu antik metin, bize gerçek bir sınıf çatışmasına dair açık ipuçları verir... Yeni ekonominin yarattığı artı, aslında, nispeten daha küçük bir sınıfın elinde toplanmıştı.’59

Sömürünün büyüklüğü muazzam boyutlara ulaşana dek artmaya devam etmiştir. T B Jones’un anlattığına göre,  Lagash site devletinde, İ.Ö. yaklaşık 2100’de “bir düzine ya da daha fazla tapınak, ekilebilir toprağın büyük kısmının ekilip biçilmesinden sorumluydu... [Ekinin] yaklaşık yarısı, üretim masraflarına karşılık olarak tüketilirdi [işçilere verilen gündelik, sabana koşulan hayvanların vb. beslenmesi için] bunun çeyreği de krala, kraliyet vergisi olarak verilirdi. Kalan yüzde 25’lik kısımsa rahiplerin payıydı.”60

C J Gadd ise şuna dikkat çeker, meşhur Sümer destanı Gılgamış’ta “Destanın baş kişisi, henüz inşa ettiği Uruk duvarına bakar halde resmedilir; buradan nehirde yüzen cesetleri seyrediyordur, bu aslında en fakir vatandaşların sonu olarak da anlaşılabilir.”61

 Mezo-Amerika’da da temel olarak bunun benzeri bir örnek vardır. Olmeclere ait ilk medeniyette bile, Katz “belirgin seviyede sosyal katmanlaşmaya” dikkati çeker; burada, “kıymetli hediyelerle süslenmiş, gösterişli mezarlar” ve “zengin giyimli bir adamın önünde diz çökmüş başka bir adamın, yani bir soylu ile onun kölesinin tasviri vardır.”62 Mayalarda, varlığı “çok odalı binalar veya saraylarla” kanıtlanmış toplum, “elit ve avam olmak üzere keskin biçimde katmanlara ayrılmıştı”.63

Peki, daha önce başkalarını sömürmemiş veya baskı altına almamış insanlar, niçin birdenbire böyle davranmaya başlamış ve toplumun geri kalan kısmı da yeni yeni oluşan bu sömürü ve baskıya niçin katlanmıştır? Yüzbinlerce yıllık avcı toplayıcı ve binlerce yıllık ilk tarım toplumlarına ilişkin açıklamalar, “insan doğasının” böyle bir davranışa kendiliğinden yönelmediğini göstermektedir.64

Bu değişime boyun eğen insan topluluklarının sebebi ancak 1840’lı ve 1850’li yıllarda Karl Marx tarafından ana hatlarıyla anlatılmış, ayrıntılarıysa, Frederick Engels tarafından ortaya konmuştur. Marx, “üretim ilişkileri” ile “üretici güçler”in gelişimi arasındaki etkileşime dikkat çekmiştir. İnsanlar, hayati gereklilikleri üretmenin yeni yollarını bulurlar, bu yollar maddi sorunları hafifletebiliyor gibidir. Ancak, yeni üretim biçimleri grubun üyeleri arasında yeni ilişkiler yaratmaya başlar. Belirli bir aşamada, ya bu yeni ilişki biçimlerini kabullenecekler, ya da yeni geçim yollarını reddedeceklerdi.

Geçim sağlama yollarındaki bu değişimlerden sınıflar doğmaya başladı. Üretim yöntemleri, geçimleri için ihtiyaç duyulanın üzerinde bir artı oluşturup depolamayı başarabilmiş gruplara açıktı. Ancak yeni yöntemler, bazı insanların, grubun faaliyetlerini koordine etmek üzere, tarlalarda çalışma yükünden kurtulmalarını ve artının bir kısmının hemen tüketilmeksizin ilerisi için depolarda kenara konmasını sağlamalarını gerektirmişti.

Üretim yöntemleri hala istikrarsızdı. Kuraklık, öldürücü bir fırtına veya bir çekirge musibeti ekinleri mahvedebiliyor ve artıyı zarara dönüştürebiliyordu; bu da genel açlık tehlikesi yaratabiliyor ve insanları gelecekteki üretim için kenara ayrılmış depoları tüketmeye sevk edebiliyordu. Bu şartlar altında, üretimi denetlemek üzere el işçiliğinden muaf kılınmış olan insanların bunu başarmak için tek çaresi diğer herkesin üzerinde baskı oluşturmak —yorulup acıksalar bile çalışmaya devam etmelerini sağlamak ve açlıktan ölüyor olsalar da yiyecek stoklarını kenara koymaya zorlamak- oluyordu. “Liderler”, “yöneticilere”, toplumun tamamının yararına olacak şekilde, kaynaklar üzerindeki denetimlerini görebilecek bir duruma gelen insanlara dönüşmeye başlayabilmişti. Bu denetimi, diğerlerine acı çektirmek pahasına savunabiliyorlardı, toplumsal gelişimi, kendilerinin sıhhat ve iyi hallerinin devamlılığına ve kıtlık ve fakirlikten korunmalarına bağlı bir şey olarak görmeye başlamışlardı. Kısacası, toplumun daha geniş bir kesiminin çıkarları doğrultusunda belli bir biçimde hareket etmekten, kendi özel çıkarları daima toplumun tümünün çıkarıymışçasına davranmaya yönelebiliyorlardı. Veya başka bir şekilde ifade edersek, toplumsal gelişim ilk defa başkalarını sömürmeye veya baskı altına almaya yönelik bir güdünün gelişimini körüklemiştir.

Sınıf bölünmeleri, artı yaratan üretim yöntemlerinin başlangıcına ait madalyonun diğer yüzüydü. İlk tarım toplulukları, olağanüstü verimli topraklara sahip bölgelere ilk yerleştiklerinde sınıflara bölünmemişti. Ancak yayıldıkça, hayatta kalmak çok daha zor koşullarla mücadeleye dayanır hale gelmiştir—ve bu koşullar, sosyal ilişkilerin yeniden düzenlenmesini gerektirmiştir.65

Sınıflara dayalı olmayan önceki toplumların yüksek prestijli grupları, sulama mekanizmaları kurarak veya geniş tarlalar açarak, tarım üretiminin arttırılması için ihtiyaç duyulan emeği örgütleme işini üstlenirdi. Artının üzerinde kendi kontrollerini görür hale gelebiliyorlardı –ve bunun bir kısmını doğal değişime karşı kendilerini korumak amacıyla kullanabiliyorlardı- (herkesin çıkarına olacak şekilde). İlk gruplar da, artıları başka toplumların elinden savaşarak zorla alma konusunda uzman olan gruplar da, toplumun tüketimine yönelik ürünlerin genel çeşitliliğini arttırmak için büyük ölçekli ticarete başlamıştı.  

Doğal felaketler, toprağın veriminin tükenmesi ve savaşlar, sınıflara bölünmemiş bir tarım toplumu için şiddetli krizler yaratarak, eski düzenin devam etmesini zorlaştırabiliyordu. Bu da yeni üretim tekniklerine olan bağımlılığı körüklüyordu. Fakat, bu teknikler ancak bazı zengin aileler veya kabileler eski yükümlülüklerinden tamamen koptuğunda geniş ölçüde kabul görüyordu. Önceleri prestij uğruna başkalarına terk edilen zenginlik, artık başkaları zorluk çekerken tüketilen bir zenginlik haline gelmişti: ‘Kabile reisliğinin gelişmiş örneklerinde...başkanlık eden kişinin, ürettiklerini diğerlerinin yararına sunmasıyla başlayan şey, bir dereceye kadar, diğerlerinin, ürettiklerini başkanın yararına sunmaya başlamasıyla sona ermiştir.’.66

Savaşçılık aynı zamanda bazı bireylere ve ailelere, diğer toplumlardan elde edilen yağma ve haracı ellerinde tuttukları için büyük prestij kazandırmıştır. Hiyerarşi, diğerlerine bir şeyler verme yetisine dayalı bir hiyerarşi biçimi olarak kalsa bile daha da belirginleşmiştir. 67

Bu süreçte hiçbir şey kendiliğinden olmamıştır. Dünyanın birçok yerinde, toplumlar, ağır saban kullanımı veya kapsamlı su gücü tesisatı gibi yoğun işçilik gerektiren çarelere başvurmaksızın zenginleşerek modern zamanlara geçebilmişlerdir. Bu durum, Papua Yeni Gine’de, Pasifik adalarında ve Amerika’da, ve Güney Asya’daki, yanıltıcı bir biçimde “ilkel” olarak tabir edilen toplumların yakın bir geçmişe kadar ayakta kalabilme sebebini açıklamaktadır. Ancak başka şartlar altında, ayakta kalma yeni tekniklerin benimsenmesine dayanır hale gelmişti. Yönetici sınıflar bu tür faaliyetlerin düzenlenmesi ile ortaya çıkmış, buradan da, şehirler, devletler ve genel olarak medeniyet olarak adlandırdığımız şey doğmuştur. Bu noktadan sonra, toplumun tarihi kesinlikle bir sınıf çatışması tarihidir. İnsanlık, doğa üzerindeki hakimiyet derecesini arttırmış, ancak bu uğurda, birçok insan, imtiyazlı birtakım azınlık gruplarının hakimiyeti ve sömürüsüne maruz kalmıştır.

Bu tür gruplar, toplumun tamamı büyük sıkıntı çekerken, artıyı, ancak devlet gibi zorlayıcı yapılar kurarak kendi isteklerini toplumun geri kalan kısmına kabul ettirebildikleri sürece, ellerinde tutabiliyorlardı. Artının üzerindeki denetimleri, onlara, askerler kiralayarak ve kendilerine en etkin öldürme araçları üzerinde tekel sağlayacak, metal işçiliği gibi pahalı tekniklere yatırım yaparak, bu şekilde davranma yolunu açmıştır. Ordu, yöneticiler sınıfının gücünü, insanlar için bir geçim kaynağıymış gibi göstererek kutsallaştıran yasalar ve ideolojiler tarafından desteklendiğinde her zamankinden daha etkili olur. Örneğin Mezopotamya’da, “İlk krallar ekonomik faaliyetleriyle, kesme kanallarıyla, tapınaklar inşa etmekle, Suriye’den kereste ve Umman’dan bakır ve garanti ithal etmekle övünürler. Anıtların üzerinde bazen tuğla dizen işçiler veya duvarcı ustaları ve tapınağın planını tanrılardan alan mimarlar kılığında resmedilirlerdi”.68

Kendilerini toplumun en yüksek değerlerinin somutlaşmış hali olarak görenler yalnızca yöneticiler değildi –bazı durumlarda onlar tarafından sömürülenler de kendilerini böyle görebiliyordu. Toplumsal artıyı yuttukları, onun kendini türetme yollarını kontrollerine aldıkları için, yöneticiler, altlarındakiler için toplumsal gücü temsil eder bir hale gelebiliyordu —tanrılar gibi veya en azından toplumsal kitle ve tanrıları arasında zorunlu aracılar olarak da görülebiliyorlardı. Mısır firavunlarının tanrısal nitelikleri veya Mezopotamya ve Mezo-Amerika’nın ilk yönetici sınıflarının din adamı nitelikleri böylece ortaya çıkmıştır.

Sınıf öncesi toplumlarda da çeşitli dini kavramlar bulunuyordu. İnsanlar, bazı bitkilerin çiçek açmasına, bazılarının çiçek vermemesine, avın bol olduğu yıllarla açlık yıllarına, beklenmedik ve ani ölümlere yol açan, görünürde gizemli süreçlerin kontrolünü büyülü varlıklara atfediyordu. Sınıfların ve devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, insanlar ayrıca kendi kontrollerinin ötesindeki sosyal güçlerin varlığıyla da uzlaşmaya varmak zorunda kalmışlardır. Dini kurumlar işte bu aşamada ortaya çıkmıştır. Tanrılara tapınma, toplumun kendi gücüne tapınmasının, halkların kendi başarılarını çılgıncasına ikrar etmelerinin bir biçimi haline gelmişti. Sonuç olarak bu da, bu başarıların sorumlusu olduklarını iddia edenlerin —üreten kitleye hükmeden, artıyı kendi ellerinde tekelleştiren ve iddialarını reddeden herkese karşı askeri güç kullananların hakimiyetini arttırmıştır.

Bu türden devlet yapıları ve ideolojileri ortaya çıkar çıkmaz, artının, belli bir grup tarafından, üretimi geliştirme gibi bir amaca hizmet etmiyor dahi olsa, artının üzerindeki kontrolünün devamlılığını sağlamıştır. Üretimin destekçisi olarak ortaya çıkmış bir sınıf, artık böyle bir destek arz etmiyor olsa bile, öyle olmaya devam etmiştir.

Sınıf Sistemine Dayalı İlk Toplumların Özellikleri


Genellikle, sınıf sistemine dayalı toplumların özel mülkiyet esasına dayandığını düşünürüz. Ancak, özel mülkiyet sınıflara ayrılmış toplumların tamamına ait bir özellik değildir. Karl
Marx, hiçbir şekilde özel mülkiyetin olmadığı “Asyatik” formda bir sınıf toplumundan bahsetmiştir. Marx, aksine, yöneticilerin devlet mekanizması üzerindeki kolektif kontrolleri yoluyla, özel mülkiyet olmaksızın toprağı ortaklaşa ekip biçen tüm köylü topluluklarını sömürebildiklerini iddia etmiştir. Bu tablonun 18. yy.’da İngiliz işgali zamanındaki Hint toplumunun aynısı olduğuna inanıyordu. Günümüzde yapılan birçok araştırma, Marx’ın en azından kısmen yanılıyor olduğunu ileri sürmektedir.69 Ancak, Mezopotamya, Mısır, Çin, Hint, Mezo-Amerika ve Güney Amerika medeniyetlerinin erken tarihi bu örneğe uyuyormuş gibi görünmüyor.

Toplumsal artı, tapınakları idare eden rahiplerin veya kralın emrindeki saray yöneticilerinin elindeydi. Onu, üretimin çeşitli biçimlerini yönlendirerek ellerinde tutuyorlardı – sulama ve sel baskını denetimi çalışmaları, tapınağa veya saray topraklarına bağlı köylülerin işçiliği, ve ticaret üzerindeki denetim yoluyla. Ancak ne rahipler ne de saray yöneticileri şahsi denetime veya mülkiyete sahipti. Sınıfsal sömürüden sadece kolektif bir yönetici grubunun bir parçası oldukları sürece faydalanabiliyorlardı.

Toplumun temelinde, köylü üretimi, özel toprak mülkiyetine dayalıymış gibi de gözükmemektedir. Sınıf öncesi tarım toplumlarını şekillendiren ekonomik hayatın toplumsal düzenleme biçimleri, çoğunluğunun artı üzerindeki denetimini artık kaybetmiş olmasından dolayı bozulmuş bir biçimde de olsa, hala devam ediyor gibiydi. İnsanlar hala, bir karşılıklı yükümlülükler sistemine dayalı olarak, akrabalığa dayalı kabilelerin kalıntılarıyla örgütlenmiş bir biçimde çalışıyorlardı. Mezopotamya’nın ataerkil klanları, (başkan olduğu söylenen erkekler tarafından yönetilen aile grupları) tapınakların elinde olmayan toprakları denetliyordu, Meksika’daki köylü üreticiler kitlesi de Aztek dönemine dek (15.yy) “calpulli”—başta bulunanların, yönetici sınıfının isteklerini diğerlerine dayatan ‘kendi içinde çok katmanlı’ aile grupları- tarafından örgütlenmiştir,70; Inkalar’da ise, benzer bir işleve sahip ‘aylulli’ vardır. 71 Arkeologlar ve antropologlar bu tür grupları tanımlamak için birçok kez “konik klanlar” tabirini kullanmışlardır. Bu klanlar, çekirdek ailelerden oluşan grupları efsanevi ortak atalara bağlayan, ancak artık sömürülen sınıfın emeğini, sömüren sınıfın çıkarları doğrultusunda örgütleyen, hem üretim hem de sosyal denetim birimi olarak hareket eden, sınıf öncesi toplumun kabilelerinin, biçimsel görüntüsünü taşımaktaydı. 72

Avrasya’nın ve Afrika’nın büyük bölümünde özel mülkiyet hem yönetici hem de köylü sınıfları arasında gelişecekti; ancak bu, yönetici sınıfları arasındaki derin anlaşmazlıklarla, kanlı savaşlar ve sömürülen ve sömüren sınıflar arasındaki sert çatışmalarla geçen onlarca yüzyıl içerisinde olacaktı.



Notlar:

55. R M Adams, The Evolution of Urban Society, sayfa 95-96.
56. R M Adams, The Evolution of Urban Society, sayfa 98.
57. R M Adams, The Evolution of Urban Society, sayfa 103.
58. R M Adams, The Evolution of Urban Society, sayfa 104.
59. V Gordon Childe, What Hasayfaened in History, sayfa 88.
60. T B Jones, C K Maisels’in The Emergence of Civilisation adlı çalışmasında alıntılanmıştır, sayfa 184.
61. C J Gadd, ‘Cities in Babylon’, I E S Edwards, C J Gadd ve
N G L Hammond (editörler), Cambridge Ancient History’de, cilt 1, bölüm 2 (Cambridge,
1971).
62. F Katz, Ancient American Civilisations, sayfa 38.
63. G R Willey and D B Shimkin, ‘The Maya Collapse: A Summary View’, T P Culbert (editör), The Classic Maya Collapse (Albuquerque, 1973) adlı kitapta, sayfa 459.
64. Michael Mann’ın kendi sosyolojik jargonunda ortaya koyduğu gibi, karışan dağıtıcı güçlerin varlığı nedeniyle kolektif güçlerini arttırmayı istemiyorlardı, M Mann, The Sources of Social Power, cilt 1 (Cambridge, 1986), sayfa 39.
65. Bu tür değişimlerin bir tarifi için, bkz. C Renfrew (editör), Explaining Cultural Change isimli derlemeden D R Harris, ‘The Prehistory of Tropical
Agriculture’, sayfa 398-399.
66. M Sahlins, Stone Age Economics, sayfa 140.
67. Bkz. CWGailey, Kinship to Kingship’te (Texas, 1987), Christine Ward Gailey’nin İ.Ö. 1100 ile İ.Ö. 1400 arasında, Tonga’nın en yüksek yönetici gruplarının, kendilerini bir yönetici sınıfı haline getirmek için, kendilerinden aşağı tabakada yer alan insanlara karşı sorumluluklarından kendilerini kurtarma çabasını anlattığı bölüm.
68. V Gordon Childe, Man Makes Himself (London, 1956), sayfa 155.
69. Örnek olarak bkz. R Tharper, Ancient Indian Social History (Hyderabad, 1984).
70. R M Adams, The Evolution of Urban Society (London, 1966), sayfa 114.
71. A J Pla, Modo de Produccion Asiatico y las Formaciones Econimico Sociales Inca y Azteca’da Inka kayıtları (Mexico, 1982), sayfa 151.



0 yorum :: İlk Sınıf Bölünmeleri

Yorum Gönder