Neolitik Devrim


Chris Harman 

[Bu yazı Chris Harman'ın Halkların Dünya Tarihli isimli eseri Türkçe'de yayınlanmadan 2007 yılında Dikine tarafından çevrilmiştir] 

İnsanların yaşamlarında ve fikirlerinde ortaya çıkan ilk  büyük değişimler, yaklaşık 10.000 yıl önce gerçekleşti. İnsanlar bu dönemde, dünyanın belirli bölgelerinde, özellikle de Orta Doğu’nun (“Bereketli Hilal”)[25] bölgesinde yeni yaşam biçimleri geliştirmeye başladılar. Bitkisel gıdalar için salt doğaya bağımlı olmak yerine toprağı ekmeyi ve ürün almayı;  salt avcılıkla geçinmek yerine hayvanları evcilleştirmeyi öğrendiler.  Bu gelişim, bölgede yaşayan insanların bir bütün olarak yaşam biçimlerinin dönüşümünde önemli bir yeniliği yansıtmaktadır.
         
Ancak bu dönüşümün, zorunlu olarak bu insanların yaşamlarını atalarının yaşamlarına kıyasla daha kolaylaştırdığı söylenemez. Bununla birlikte, iklimsel değişimlerin bu insanların bir kısmına sağladığı seçimler son derece sınırlıydı.[26]  Bu insanlar, iki ya da üç binyıl boyunca zengin doğal bitkisel gıdaların ve av hayvanlarının bulunduğu bölgelerde yaşamaya alışmışlardı; örneğin, bugünkü Türkiye’nin güney doğusunda bulunan bir bölgede, ‘bir aile grubu’ çok da fazla uğraşmadan üç hafta boyunca topladıkları doğal hububatlarla, bir yıl rahatça yaşabilirlerdi. Diğer insanlar gibi sürekli olarak oradan oraya dolaşmak zorunda değillerdi.[27] Yıllarca aynı bölgelerde yaşamlarını sürdürerek, daha önce oluşturdukları yabani kampları, yüzlerce kişiyi barındıran yerleşik köylere dönüştürebilmekte, gıdalarını taştan ya da pişmiş kilden yapılmış çömleklerde muhafaza edebilmekte ve çeşitli türlerde gelişmiş taş aletler kullanmayı becerebilmekteydiler. Antik Roma’nın kuruluşundan günümüze değin geçen süreden daha da uzun bir süre boyunca, yerleşik köy yaşamının onlara sunduğu avantajlardan yararlanarak,  gıda toplayarak yaşayan insan topluluklarının tipik özelliği olan düşük iş yükünü, yerleşik köy yaşamının sağladığı avantajlarla birleştirmeyi başarmışlardı.
         
Ancak,  küresel iklimde ortaya çıkan değişimler bu insan topluluklarını bu şekilde yaşamlarını rahatça sürdürebilme olanağından mahrum bıraktı. Bereketli Hilal bölgesinin iklimi kuraklaşıp serinledikçe, doğal ortamda yetişen yabani tahılların seyrekleşmeye ve antilop ve geyik sürülerinin sayısında önemli ölçüde azalmalar orta çıktı. Avcılık-toplayıcılıkla geçinen köyler bir krizle karşı karşıya kaldılar. Artık alışageldikleri biçimde yaşamlarını devam ettirebilme olanakları kalmamıştı. Açlıktan ölmemek için, ya küçük gruplara bölünerek çoktandır unuttukları göçebe yaşam tarzına geri dönecekler, ya da doğada giderek azalan kaynakları yeniden kazanabilmek için emeğe dayalı bir yaşam tarzı belirleyeceklerdi.
         
Bu gelişmeler, tarımın ortaya çıkması ile sonuçlandı.  Yüzlerce kuşak boyunca gıdalarını yabani bitkilerden elde etmeleri, bu insanların bitkilerin yaşamı konusunda muazzam bir bilgi birikimi sağlamıştı. Böylece bazı gruplar bu bilgilerden yararlandılar ve yabani bitkilerin tohumlarını ekerek yaşamları için gerekli gıda stoklarını temin  edebildiler.  Bitkiler üzerindeki gözlemleri onlara, bazı bitkilerden diğerlerine kıyasla daha fazla verim elde edilebileceğini göstermişti ve bu tür bitkilerin tohumlarını seçerek, onlara yabani bitkilerden çok daha fazla yarar sağlayabilecek yeni bitki türleri geliştirmeyi başardılar.  Düzenli olarak elde ettikleri hasatlar sayesinde yabani koyun, keçi, sığır ve eşek sürülerini besleyerek evcilleştirmeyi ve düzenli bir biçimde hayvancılıkla uğraşmayı başardılar.
         
Bu insanların geliştirdikleri ilk tarım faaliyetleri (ki bu tür faaliyetlere yaygın bir biçimde ‘bahçecilik’ (horticulture) adı verilir) baltalarla ormanlık alanlardaki ağaçların kesilerek temizlenmesi, kalıntıların yakılması ve ardından toprağı çapalayarak ya da sopalarla kazarak tohumların ekilmesi ve hasadın alınmasından oluşuyordu. Birkaç yıl sonra ekim yapılan topraklar yorulduğunda, bu alanlar yeniden doğaya terk ediliyor ve yeni ekim alanları bulunuyordu.
         
Bu şekilde yaşamı sürdürebilme girişimleri, insanların çalışma ve birlikte yaşama biçimleri üzerinde köklü birtakım değişimlerin ortaya çıkmasına yol açtı. İnsanlar her zamankinden daha yoğun bir biçimde köylerde yerleşik düzene geçmeye başladılar.  Ekim ve hasat dönemleri arasında geçen süre içinde ekinlerinin bakımıyla uğraşmaları gerekiyordu ve bu nedenle de aylarca bulundukları bölgeden uzaklaşamıyorlardı. Ayrıca, toprakların temizlenmesi, ekinlerin yeterli ölçüde bakımı (otların ayıklanması, sulama, vb.), hasadın muhafazası, stokların paylaşımı ve çocukların bakımı gibi faaliyetler için kendi aralarında işbirliğinin geliştirilebilmesi için yeni yöntemler arayışı içindeydiler. Daha önce benzerine rastlanmayan yeni toplumsal yaşam biçimleri gelişti ve bunlarla birlikte yaşama karşı, çeşitli söylenlerde, törenlerde ve ritüellerde ifadesini bulan yeni ve oldukça farklı bakış açıları gelişti.
          
(Yeni Taş Devri anlamına gelen) ‘neolitik’ aletlerin yapımının bu dönem içinde giderek gelişmesi ile ilişkili olarak genellikle bu dönüşüme ‘neolitik devrim’ adı verilir.[28] Bu süreç, her ne kadar çok uzun bir dönemi kapsıyor olsa da, insanların çalışma ve yaşama biçimlerinde köklü bir yeniden örgütlenmeyi getirmiştir.

Bereketli Hilal bölgesinde elde edilen arkeolojik kanıtlar, küçük köylerde yaşayan insanların birbirinden bağımsız hanelerde yaşadıklarını göstermesine karşın, bu hanelerde yaşayan bireylerin yaşam koşulları (örneğin,  bu kişilerin ayrı ayrı çiftler halinde mi, yoksa anne, kızı ve eşleri ile birlikte mi yaşadıkları) konusunda herhangi bir bilgi vermemektedir.[29]  Sınıf ve devlet gibi kavramların ortaya çıkabilmesi için insanlığın ilk kez tarıma dönüşünün ardından binlerce yıl geçmesi gerekti. “Servetin henüz hiç oluşmadığı” geç “Urbaid döneminde” (MÖ 4000)  hatta bunu izleyen “okuma yazma öncesi” dönemde (MÖ 3000) “toplumsal tabakalaşmanın henüz bir ilerleme kaydettiğine” ilişkin herhangi bir belirti bulunmuyordu.[30] Erkek egemenliğine ilişkin de herhangi bir bulgu ele geçmedi. Bazı arkeologlar tarafından bulunan kilden ya da taştan yapılmış doğurgan kadın heykelcikleri, kadınların toplumda yüksek bir konuma sahip olduklarını ve erkeklerin kadın tanrıçalara dua etmelerinin “doğal” olduğunu ortaya çıkartıyor. [31] Bununla birlikte, bu döneme ilişkin bir önemli gelişme, gerek savaş amaçlı, gerekse avlanmaya yönelik silahların yapımının bu dönemde önemli bir artış göstermesiydi. 

Bu örüntü, daha yakın zamanlara kadar  –hatta bazı durumlarda 20. yüzyıla kadar—varlığını sürdüren bahçecilik kültürüne de oldukça benzemektedir. Bu toplumlar arasında önemli farklılıklar bulunmakla birlikte, ortak bazı özellikleri de paylaşıyorlardı .[32]
         
Ev ekonomisi genellikle toprağın bazı bölümlerinin ekilmesi ile ilişkilendiriliyordu. Ancak, bildiğimiz anlamda toprak üzerinde özel mülkiyet henüz oluşmamıştı; ne de bireyler ya da aileler, başkalarının birikimleri pahasına kendi şahsi mallarını biriktirerek stoklar yığdıkları anlamına gelmiyordu.  Bunun yerine aileler, daha geniş sosyal gruplar, paylaştıkları (ya da en azından paylaştıklarını düşündükleri) ortak ataları temelinde “soy zincirleri” (lineages) oluşturacak şekilde kendi aralarında bütünleşiyorlardı. Bu türde bir toplumsal bütünleşme süreci bireylere ve ailelere, doğrudan kan bağı ile ya da evlilikler yoluyla akrabalık bağlarıyla veya belirli “yaş gruplarına” ait olmanın verdiği bağlarla bağlı oldukları kişilere karşı olan haklarını ve yükümlülüklerini açık ve kesin bir biçimde tanımlamalarını sağlıyordu. Bu tür grupların her biri, hasadın o yıl verimli olmaması ya da aile içinde beslenmesi gereken çocuk sayısının daha fazla olmasından dolayı, hiçbir ailenin aç kalmamasını önlemek üzere, kendi yiyeceklerini diğerleriyle paylaşmak zorundaydı.   Grupların sahip oldukları prestij,  grup üyelerinin ne ölçüde tükettikleri ile değil, kıtlık çeken ve yardıma muhtaç kişilere ne ölçüde yardımcı olabildikleri ile ölçülüyordu.
         
Burada yer alan çekirdek değerlerin büyük bir bölümü, sınıflı toplumlara atfettiğimiz değerlerden ziyade,  avcı-toplayıcı grupların sahip oldukları değerlere yakındı.  Bu nedenle, 18. yüzyılda Iroquis kabilesinin bahçecilik kültürü üzerine gözlemlerde bulunan bir araştırmacının, şöyle bir yorumda bulunduğunu görüyoruz:   “Aç bir Iroquis grubunun,  gıda stokları henüz tamamen tükenmemiş bir diğer Iroquis grubuyla karşılaştığında,  ikinci grup, her ne kadar açlıktan kırılma tehlikesine ilk grup kadar maruz kalmış olsa bile, elinde  bulundan sınırlı yiyecek stokunu  diğer grupla paylaşmaktan çekinmez. [33] Nuer’in bu konuda klasikleşmiş çalışmasında ise, şu satırlar yer almaktadır: “Genelde şunu belirtmek gerekiyor ki, bir Nuer köyünde yaşayan hiç kimse, köyde yaşayan herkes açlıktan ölmedikçe, açlıktan ölmez.”[34]
         
Bir kez daha, bu türde bir ‘özgeciliğin’ yaşamın sürdürülebilmesine yönelik koşullarda yattığını görüyoruz.  Örneğin bu dönemde, fazlasıyla emek harcayan ancak doyurulması gereken fert sayısının daha az olduğu ailelerin, göreceli olarak az emek harcayan, ancak doyurulması gereken daha çok sayıda ferdi bulunan ailelere –özellikle de çok çocuklu ailelere—yardımcı olduklarına hiç şüphe yoktur. [35] Çocuklar, bir bütün olarak köyün gelecekteki iş gücü kaynağını oluşturuyorlardı. Grupların tümüyle ortadan kalkmalarını önlemek üzere, geniş aileler oluşturacak biçimde iş gücünün bu tür ‘yeniden dağıtımı’ mekanizmasının uygulanması, kaçınılmaz oluyordu. 
         
Avcı-toplayıcı toplumlarda, gün boyunca süren toplayıcılık faaliyetleri ve tüm köy halkının periyodik olarak bir yerden bir yere göç etmeleri,  doğum oranlarının çok düşük kalmasına neden olmuştur. Kadınlar, genellikle birden fazla çocuğu aynı anda taşıyamadıklarından dolayı, (gerektiğinde cinsel perhiz, kürtaj ya da yeni doğan bebeğin öldürülmesi yoluna başvurarak) ancak üç ya da dört yıl aralıklarla doğum yapabilmekteydiler.  Tarıma dayalı yerleşik köy yaşamına geçişle birlikte anne, yeni doğmuş bebeğin birkaç ay geçmeden taşımak zorunda kalmıyordu ve çocuk sayısı arttıkça,  ileride temizlenmesi ve ekilmesi gereken toprakların büyüklüğü de artıyordu. Öncelikli tercih, büyük aileler üzerindeydi.  Üretim yöntemlerinde ortaya çıkan değişimler de, yeniden üretim üzerinde büyük bir etkiye yol açıyordu.  Nüfus giderek artmaya başladı. Büyüme oranının bugünkü standartlara kıyasla düşük olmasına karşın (yılda % 0.1)[36] iki bin yıllık süre üçünde dört kat arttı; neolitik devrimin ilk yıllarında yaklaşık on milyon civarında olan dünya nüfusu, kapitalizmin ilk ortaya çıktığı dönemde, 200 milyona ulaşmıştı. 
         
Avcı-toplayıcı toplumlarla karşılaştırıldıklarında, bahçecilik bazlı toplumlarda da önemli bazı değişikliklerin ortaya çıktığını görüyoruz.  Avcı-toplayıcı gruplar arasında ortaya çıkan büyük bir anlaşmazlık, grubun bölünmesi, ya da bireylerin gruptan ayrılması ile çözümlenebiliyordu.  Böyle bir seçim, bir kez toprağı temizleyerek ekmeğe başlayan  tarıma dayalı üretimi benimsemiş bir grup için  pek geçerli bir çözüm önermemekteydi. Böyle bir toplum yapısında köyler daha da geniş bir yüzölçümüne sahipti ve avcı-toplayıcı gruplara kıyasla daha karmaşık, örgütlü bir etkileşime dayalı idi.  Tarımsal üretime dayalı toplumlar ayrıca, avcı-toplayıcı grupların pek karşılaşmadıkları bir diğer sorunla da baş etmek zorundaydılar: yiyecek ve diğer malzemelerden oluşan stokları mevcuttu ve sahip oldukları bu birikim, dışarıdan gelen silahlı akıncıların saldırılarının hedefi haline gelebiliyordu.  Avcı-toplayıcı toplumlarda neredeyse hiç var olmayan “savaş” kavramı,  toprağı eken  insan grupları arasında son derece yaygın bir olgu idi.  Bu durum da,  toplumlar üzerinde bir denetim oluşturmak üzere tasarlanan --örneğin her soyun en yaşlı üyelerinin yer aldığı konseylerden oluşan— resmi karar verme mekanizmalarının  oluşumuna ivme kazandırdı. 
         
Geçen on bin yıllık süre içinde dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insanlar  --Orta Amerika (bugünkü Meksika ve Guatemala), Güney Amerika’nın And Dağları bölgesi,  Afrika’nın en az üç farklı bölümü, Çinhindi, Orta Papua, Yeni Gine’deki yüksek vadiler ve Çin—birbirlerinden bağımsız olarak avcı-toplayıcı yapıdan tarıma dayalı yapıya geçtiler.[37]  Her durumda, ortaya çıkan değişiklikler Mezopotamya’da ortaya çıkan değişikliklerden fazla farklı olmasa da,  evcilleştirilen bitki ve hayvanlar arasındaki farklılaşmalar,  bu sürecin tam olarak nasıl ve ne ölçüde gerçekleştiği üzerinde önemli bir etkide bulunuyordu.  Mevcut kanıtlar, belirli bir “ırk”  ya da “kültürün” insanlığın ilerlemesine önayak olacak düzeyde özel bir “deha”ya sahip olduğunu savunan argümanları kesinlikle yalanlamaktadır.  Bunun yerine,  iklim ve ekolojik özelliklerde ortaya çıkan farklılıklar sonucunda, dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insan gruplarının,  alışageldikleri yaşam biçimlerini sürdürebilmek için yeni bazı teknikler geliştirebilme zorunluluğu ile karşı karşıya geldiklerini ve bunun sonucunda, yaşam biçimlerinin, kendilerinin bile önceden tahmin edemeyecekleri bir değişim sürecinin içine girdiği ortaya çıkmaktadır. Her durumda, gevşek bir yapı içinde bulunan avcı-toplayıcı gruplar yerlerini giderek  güçlü biçimde yapılandırılan akrabalığa dayalı grupların,  sıkı toplumsal davranış normlarının ve ayrıntılı ve özenli bir biçimde tanımlanan dinsel ritüeller ve söylenlerin yer aldığı köy yaşamına bırakıyordu.[38] 
         
Tarımın bağımsız biçimde gelişiminin tipik bir örneğine, Papua, Yeni Gine’nin yüksek vadilerinde rastlanıyordu.  Bu bölgede yaşayan insanlar, yaklaşık M.Ö. 7000’li yıllarda, şeker kamışı, çeşitli muz türleri, bir tür fıstık ağacı, dev bataklık kulkası, yenilebilir ot gövdeler, kökler ve yeşil sebzeler gibi çeşitli ürünleri evcilleştirmeğe ve ekmeğe başladılar.  Toprağın işlenmesiyle birlikte insanlar, diğer bölgelerde olduğu gibi burada da, avcı-toplayıcı göçebe ya da yarı göçebe yaşam biçiminden köy yaşamına doğru bir geçişi gerçekleştirdiler. Toplumsal örgütlenme biçimi, eşitliğe ve akrabalık bağlarına dayalı gruplar üzerinde odaklanmıştı ve toprak üzerinde özel mülkiyet bulunmuyordu.  İnsanlar bu şekilde, ücra ve kıyıdan erişilemeyen bölgelerde, 1930’lu yılların başlarında Batılılar tarafından “keşfedilinceye” kadar, yabancı müdahalelerden tamamen bağımsız bir biçimde yaşamlarını sürdürdüler. 
         
Bununla birlikte, erken dönem toplumların çoğu tarıma dönmediler. Avcılık ve toplayıcılığa dayalı göreceli olarak rahat bir yaşam sürdürmektense, tarımla uğraşmayı gereksiz bir angarya olarak gördüklerinden dolayı, tarıma dayalı yerleşik yaşama karşı bir tepki gösterdiler. Diğerleri ise –örneğin, Kaliforniya, Avustralya ve Güney Afrika gibi—evcilleştirilmesi pek kolay olmayan bitkilerin ve hayvanların bulunduğu topraklar üzerinde yaşadılar.[39] Bin yıllar boyunca bu bölgelerde yaşayan gruplar, dışarıdan gelen kişilerle yaptıkları temaslar sonucunda başka bölgelerden edindikleri hayvan ve bitki türlerini  yaşadıkları bölgelerde evcilleştirinceye kadar, avcılık ve toplayıcılık dışında yaşamlarını sürdürebilmeleri için fazla seçenekleri yoktu.[40] 
         
Bununla birlikte, dünyanın herhangi bir yerinde tarıma dayalı üretim bir kez başladıktan sonra, yayılarak gelişimini sürdürüyordu.  Kimi zaman, belirli bir insan grubunun tarımı benimsemede başarılı olmaları, diğer insan gruplarının da onlara öykünmeleri ile sonuçlanıyordu. Bunun sonucunda, Bereketli Hilal bölgesinden belirli ürün türlerinin   getirilmesinin, Nil Vadisi, İndus Vadisi ve Batı Avrupa’da tarımın yaygınlaşmasında belirli bir rol oynadığı görülmektedir. Bazen de tarımın yayılması,  nüfusları arttıkça yaşamsal gereksinimlerini karşılamak üzere tarımsal yöntemleri uygulayan insan gruplarının başka topraklara yayılmaları ve bazı insan gruplarının da daha önce ekilmemiş topraklara göç ederek buralarda yeni yerleşim birimleri inşa etmelerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Batı Afrika’dan gelen ve Bantu dilini konuşan kişilerin kıtanın merkezine ve son aşamada da güneyine doğru yayılmaları, güney doğu Asya’daki Polynesia’lıların okyanusu aşarak Afrika açıklarında Madagaskar’a (Güney Amerika kıyılarının yalnızca 1.500 mil uzağında bulunan) Paskalya Adasına, oradan da Yeni Zelanda’ya ulaştıklarında da tarımın aynı şekilde bu bölgelere de getirildiğini görüyoruz. 
         
Tarıma dayalı bir toplumun  varlığı genellikle, tarımsal üretimle ilk kez ilişki kuran  avcı-toplayıcı insan toplulukların yaşamlarını da değiştiriyordu.Bu topluluklar, kendi  ürünlerinin yakınlarda bulunan  tarımsal ürünlerle mübadelesinin  --balık, av hayvanları ve post karşılığında dokuma kumaştan yapılan giysiler,  ya da fermente içecekler--  yaşamlarını kökten bir biçimde değiştirebileceğini fark ettiler. Bu mübadele, bazı toplulukları aynı zamanda toprağı işlemek yerine, tarımın bazı alanlarına, hayvancılığa ve çobanlığa yönelmeleri konusunda teşvik etti. Kısa bir süre içinde bu tür “pastoral topluluklar”, Avrasya’da, Afrika’da ve Güney Amerika’da And Dağlarının güney bölümlerinde,   tarımsal yerleşim merkezleri arasında bulunan topraklarda dolaşarak –kimi zaman yağmalayan, kimi zaman  mübadele yoluyla geçimlerini sürdüren—ve böylelikle kendilerine özgü bir toplumsal yaşam örüntüsü geliştiren halklar şeklinde karşımıza çıkmaktadır. 
         
Bazı durumlarda, toprağı işleme ve hayvancılık, son aşamada toplumsal yaşamda bir önemli değişikliğin de ortaya çıkmasına yol açmıştır : Toplumsal tabakalaşmaya doğru ilk farklılaşmanın ortaya çıkması. Antropologların “kabile reisliği” ya da “büyük adamlar” adını verdikleri  bu süreç, bazı bireylerin ya da soyların diğerlerine kıyasla çok daha büyük bir prestije sahip olmaları ile ortaya çıktı ve bu tabakalaşma, miras yoluyla intikal eden “reis”lerin ve hanedanlık soylarının ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Ancak, bu tür bir tabakalaşmanın bile, toplumun bir kesiminin diğer kesimlerin büyük bir emek harcayarak ürettikleri artı değeri tükettiği, bugünkü anlamda “sınıf farkı” kavramı ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır.
         
Eşitlikçilik ve paylaşım, yaşamın her veçhesinde yaygın bir biçimde benimsenmiştir. Kendi toplulukları içinde yüksek statüye sahip kişilerin varoluş nedeni, toplumdaki diğer fertlerin sırtından geçinmek  değil, onlara hizmet etmektir.   Richard Lee’nin de belirttiği gibi,  bu tür toplumlarda da, avcı-toplayıcı toplumlarda geçerli olan “komünal mülk” anlayışı benimsenmişti.  ‘Reislere verilen tüm armağanlar,  tebaaları arasında yeniden dağıtılıyordu ve reislere tanınan yetkiler ve güçler, o topluluğun ortak görüşleri ve kurumları tarafından denetleniyordu.’[41] İşte bundan dolayıdır ki, Güney Amerika’daki Nambikwara’larda, ‘Cömertlik … gücün ayrılmaz bir parçasını oluşturur ve kabile reislerinin ‘herhangi bir gereksinimlerini karşılamaları talebiyle kendilerine başvuran bir bireye, aileye ya da bir bütün olarak gruba, bu taleplerini karşılayabilmek üzere kontrolü altında bulunan ihtiyaç fazlası tüm gıda, araç, silah ve ziynet eşyalarını tahsis etmeye hazır olmalıdır[42] Bu  özgecilik, bir liderin kendi tebaası altındaki insanlardan bile daha zor maddi koşullar altında bulunması ile sonuçlanabiliyordu.   Bu nedenle, Busama, Yeni Gine’de,  kabile reisinin,  yiyecek stoklarının her zaman hazır bulundurulabilmesi için, diğerlerinden daha fazla çalışması gerekmektedir…. Onun, sabahın ilk ışıklarından gecenin geç saatlerine kadar her türlü meşakkate katlanması gerektiği kabul edilmiştir  -- “onun elleri her zaman toprağın içindedir ve sürekli alnı daima ter içindedir”.[43]
         
“Yeni  Taş Devri” ile birlikte tarımsal ekonomiye geçiş, insanların yaşamında bir dönüşümün ortaya çıkmasına neden oldu ve köy yaşamı ve silah yapımı giderek yaygınlaştı. Bu açıdan elbette bu dönüşümü bir “devrim” olarak niteleyebiliriz. Ancak bu toplumda,  bizim bizatihi kabul ettiğimiz unsurların büyük bir bölümü yer almıyordu: sınıf bölünmeleri, tam zamanlı bürokratlar ve silahlı muhafızlar üzerinde temellendirilen daimi devlet mekanizmaları, kadınların ikincil planda yer almaları ve erkeğin egemenliğine girmeleri –bunların hiçbiri henüz ortaya çıkmamıştı. İnsanların tümüyle yeni bir yaşam biçimi geliştirdikleri ikinci bir değişim dizgesini oluşturan –Gordon Childe’ın “kentsel devrim” adını verdiği sürecin “neolitik devrim”in yerini aldığı döneme  kadar da ortaya çıkmayacaklardı.




[25] Filistin, Suriye, Lübnan, Türkiye’nin güneyi ve Irak
[26] Burada belirtilen süreç içinde olup bitenlerle ilgili yorumlar için bkz. 
    D.O. Henry, From Foraging to Agriculture (Philadelphia, 1989)
    J. W. S. Megaw (ed.) Hunters, Gatherers and the First Farmers Beyond Europe (Leicester, 1977);
     P.M. Dolukhanov ve G. W.W. Barker’ın makaleleri; bulunduğu eser:  C. Renfew (ed.) Explaining Cultural  
     Change (Londra, 1973); C. K. Matsels, The Emergence of Civilization (Londra, 1993) 3. ve 4. Bölümler
[27] J. Harlan, ‘A Wild Wheat Harvest in Turkey’ Archaeology 20 (1967), s. 197. Alıntı: C. K. Maisels, The
    Emergence of Civilization,  s. 68, 69. [Türkçesi: C.K Maisels, Uygarlığın Doğuşu, İmge Kitapevi, 1999]

[28] Gordon Childe tarafından kullanılan terim.
[29] Bu konuyla ilgili çeşitli tahminler ve varsayımlar için bkz. C. K. Maisels, The Emergence of Civilization, s. 125.  [Türkçesi: C.K Maisels, Uygarlığın Doğuşu, İmge Kitapevi, 1999]
[30] R. M. Adams, The Evolıution of Urban Society (Londra, 1966) s. 96.
[31] Ancak buna karşın bazıları da bu heykelcikleri verimlilik kültleri ile ilişkilendiriyor ve kadınlara toplumda verilen değerin, Bakire Meryem’in kutsandığı Katolisizmden daha yüksek olmadığını öne sürüyorlar.
[32] 1920’li ve 1930’lu yıllarda bu toplumlar üzerine öncü nitelikte çalışmalar yapan Batılı antropologlar tarafından güçlü bir biçimde vurgulanan bir nokta. Ör. bkz. R. Benedict,  Patterns of Culture, (Londra, 1935).
[33] J-F Laftan, alıntının yer aldığı çalışma: R. Lee,  Reflections on Primitive Communism, s. 252.
[34] E. Evans-Pritchard, alıntının yer aldığı çalışma:  R. Lee,  Reflections on Primitive Communism, s. 252.
[35] M. Sahlins’in  Stone Age Economics başlığını taşıyan çalışmasında yer alan temel argüman budur.
[36] R. M. Adams, The Evolution of Human Society, s. 96
[37] Bkz. J. V. S. Megaw (ed) Hunters, Gatherers and First Farmers Beyond Europe,  ve P. J. Dolukhanov, G. W. W. Barker, CM Nelson, D.R. Haris ve M. Tosi tarafından yazılan makaleler. Bulunduğu eser: C. Renfrew (ed.) Explaining Cultural Change .
[38] F. Katz, Ancient American Civilizations,  (Londra, 1989) W. M. Bray, F. H. Swanson ve I. S. Farrington, The Ancient Americans (Oxford, 1989) s. 14
[39] Biyolog Jared Diamond’ın belirttiği gibi, bu bölgelerdeki bitkilerin ve hayvanların evcilleştirilmesi konusunda henüz hiç kimse başarılı olamamıştır. Bkz. J. Diamond, Guns, Germs and Steel (Londra 1977) s. 163-175.
[40] Bu husus, J. Diamond tarafından çok başarılı bir biçimde açıklanmıştır. Bkz. J. Diamond, Guns, Germs and Steel s. 139. [Türkçesi: Jared Diamond: Tüfek, Mikrop ve Çelik, Tübitak, 1997]
[41] R. Lee, Reflections on Primitive Communism s. 262
[42] C. Levi Strauss, alıntı M. Sahlins, Stone Age Economics,  s. 132
[43] H.I. Hogbin, alıntı M. Sahlins, Stone Age Economics, s. 135

0 yorum :: Neolitik Devrim

Yorum Gönder