Lekum dînukum ve liye dîn*


Cemil Namlı

Samuel Huntington, 1988 yılında, sonradan pek ünlü hale gelen “Medeniyetler Çatışması” kitabını yayımladı. Kitap dünyanın dört bir yanında her türden cahilin ağzında sakız oldu. Samuel Huntington ülkeler arasındaki çatışmaların ve ülkelerin kendi bünyelerinde yaşanan çatışmaların giderek kültürel ağırlık kazandığını savunuyordu. Bu, aslında, yeni bir din savaşlarının başlangıç manifestosuydu. İlk laboratuvar çalışması aynı dili konuşan ve uzun birlikte yaşama geçmişi olan Boşnaklarla Sırpların birbirlerini boğazlamaya kışkırtılması ile yapıldı.

O tarihten itibaren tuhaf bir şekilde farklı bölgelerde yüksek ateşli çatışmalar ortaya çıktı. Elbette ekonomik, siyasal nedenler ve güç savaşları olayın esaslı bir başka boyutu. Gerçekten de bu dinler ve dinler arasındaki farklılıklar gerçekleştirilen savaşların ve çatışma nedeni olabilir mi? İnanç sistemleri kendi içlerinde bu denli büyük farklılık gösteriyor mu?

Asıl sorgulanması gereken sanırım bu.

Mısır'ı ilk kez dünya çapında bir ülke durumuna kavuşturan parlak 18. sülale zamanında, milattan önce 1375 yılında genç bir firavun tahta çıkıyor: Adı babası gibi Amenhotep (IV.) tir. Fakat sonradan adını Akhineton olarak değiştiriyor. Genç firavun, binlerce yıl süregelen geleneklere ve yaşamsal alışkanlıklara aykırı düşen yeni bir dini Mısır halkına benimsetmeye çalışıyor. Bu din de katı bir tektanrıcılık (monoteizm)dir. Bilindiği kadarıyla da dünya tarihinde bu yolda girişilen ilk denemedir. Tek tanrıya inanma konusunda önceki çağların tanımadığı, sonraki çağların da uzun süre tanımayacağı bir hoşgörüsüzlüğü ister istemez beraberinde getiriyor. Amenhotep, 17 yıl süren bir hükümdarlığın ardından, 1358'de ölüyor, o ölür ölmez getirdiği yeni din de kaldırılıp bir kenara atılıyor ve kafir gözüyle bakılan kralın anısı lanetlenip aforoz ediliyor.

Atonizm varolan dine temel yeni bir öğe katıyor. Bu yeni öğe ile evrensel tanrı öğretisi gerçek tek tanrıcılığa dönüşmüştür. Bu öğe Tanrının tekliği ve biricikliği düşüncesidir. ... “Ey biricik Tanrım! Senden başka tanrı yoktur!”.

Aton dinince efsane, sihir ve büyüyle ilgili her şey bu dinin kapsamı dışında tutuluyor ve yasaklanıyor..

Aton dininin tek tanrısı  güneş tanrısıdır. Aton dininde; güneş tanrısı artık eskisi gibi küçük bir piramit ve şahinle değil, adeta nesnel diye niteleyebilecek bir tutumla bir yuvarlakla belirtilmekte, yuvarlaktan dört bir yana saçılan ışınlar insan elleriyle son bulmaktadır. İmge daha soyut bir hal alıyor.

Muhtemelen bu çağda ve karşı devrim sonrası bir aton rahibi Mısır’dan Sina’ya geçiyor. Çoban bir halka tanıtıyor atonizmi. Tek tanrılı dinlerin de temeli ve hepsinin kökeni sayılan bir dini taşıyor. Taşıyan Musa’dır.

Tevrat'a göre Musa "çekmek/çıkarmak" (sudan) anlamına geliyor. Fakat Bir diğer inanışa göre Mısırlı bilginler ona Mısırlı dilinde "den olma", "oğul" anlamına gelen Moses ismini vermesini tavsiye ediyorlar. Örnek olsun tuthmoses bir mısır firavunu ismidir. Tut’ un oğlu demektir.

Değerli Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Ömer Lütfü Barkan arşiv araştırması yaparken bazı bölgelerde “bin Abdullah” isminin yoğunluyla karşılaşıyor. Osmanlı araştırmaların da baba adlarında Abdullah’ın hiç bulunmaması, ayrıca cizye ve haraç ödeyen hiç kimse olmaması tamamen Müslüman bir yerleşim yeri olduğuna işarettir. Abdullah ismi varsa dönme nüfus olma olasılığına işaret ediyor.

Abdullah Hz. Muhammed’in babasının ismidir. İlk Müslüman Muhammed “binti Abdullah”tır. Yani "Abdullah oğlu Muhammed" anlamına geliyor. Osmanlı döneminde cizye ve haraç ödemek istemeyen gayri Müslimler, Müslüman olarak deftere isimlerini kaydettirirken yeni aldıkları Müslüman ismi yanında babalarının ismi Abdullah olarak kaydedilmişlerdir.

Musa, Yahudilere yalnız yeni bir din getirmiyor; örnek olsun sünnet adetinin de onun tarafından Yahudiler arasına sokulduğu aynı kesinlikle ileri sürülebiliyor. ... Sünnet adetinin Yahudilere nereden geldiği sorusuna verilecek tek bir yanıt bulunmaktadır: Mısır'dan. “Tarihçilerin Babası” Herodotos, sünnet adetinin Mısır'da uzun süredir yaşadığını anlatır. Ortadoğu'da yerleşik başka hiç bir ulusta görülmeyen bir adetti sünnet…

Güzel konuşamayan biridir Musa. ... Bu yüzden, firavunla yapıldığı öne sürülen pazarlıklarda kardeşi olduğundan söz açılan Harun'un (Aaaron) yardımına başvurur hep. ... Söz konusu özellik Musa'nın Yahudi dilinden ayrı bir dil konuştuğu, önderliğini üstlendiği Semut ırkından yeni Mısırlılar ile tercümansız anlaşamadığı tezini doğrulayan yeni bir kanıt olarak görülüyor.

Bir zaman atalarının ellerindeki toprakları Tanrı Yehova'nın kendilerine geri vereceğine ilişkin sözler, büyük uydurma olarak ortaya çıkıyor. Olan Musa’nın tenezzül edip, bu çöl halkına Yahudilere el uzatmış, onları kendi kavmi yapmasıdır. Sonuçta Yahudiler Musa'nın seçkin kavmiydi.

Bundan yıllar sonra kuzeyli halkların elinde savaş aracı haline gelecek aynı kökenli bir başka din, Hıristiyanlık ortaya çıkıyor. Yahudi ulusunun bağrından biri çıkıyor, siyasal-dinsel bir propagandist yeni bir dinin, yani Hıristiyanlığın Musevilikten kopup ayrılmasına yol açıyor. Tarsuslu bir Roma Yahudisi Paulus (*), Mısırlı Musa’ nın Yahudiler üzerinden kurduğu dinden yeni bir din oluşturuyor.

Demek ki Yahudiliğin kurucusu Yahudi olmayan bir Mısırlı, kurumsal Hıristiyanlığın kurucusu ise bir tersine Yahudi.

Paulus; on iki havariden biri. Zamanın Yunan bilim ve kültür merkezi olan Tarsus'ta doğuyor ve Yahudi-Helenistik âdeti uyarınca doğumunda Saulus (İbranice) ve Paulus (Yunanca) ikili adını alıyor. Paulus Tanrısal yasaların-(şeriat) geçersizliğini ilan ederek, ölülerin kıyamet gününde dirilecekleri, tanrısal hükümdarlığın kurulacağı; Messias'ın insan suretine görünerek yeryüzüne indiği inancını yayarak putperestlerin yeni dini benimsemelerini sağlıyor. Pavlus, Yahudi dininin yasalara uyulmasını istediğini, Hıristiyanlığın ise bir yargılama (inayet) dini olduğunu savunuyor; Hıristiyan kilisesinin gerçek kurucusu ve ilk tanrı bilimcisi (teolog) sayılıyor.

Sonuçta bir Amerikan “suni çatışma üretme merkezi” teknikerinin elinden çıkan “medeniyetler çatışması” hikayesi küresel talanın ve ; ekonomik kaynak-servet transferinin gizlenmesi aracı oluyor. 3 günlük yürüyüş mesafesini geçmeyen bir coğrafyada yeşillenen bu büyük dinsel-düşünsel oluşumların kuzeyli barbarların elinde bir savaş aleti haline geliyor.

Asyatik kökenlerimiz yanında, hemşehrimiz Tarsuslu Pavlus ile mi medeniyetimiz çatışacak, yada bugün de güzel kasabamız İznik’te yazılan İncil metinleri ile mi, yada Pagan Konstantin’in  Hıristiyanlığın ilk başkenti yaptığı İstanbul’la mı?

Hırsız patırtıyı sever. Çok patırdı temiz bir soygundur. Patırtıya değil hırsıza bakmak gerekiyor.
Yada soyulmuş ve pusulasını şaşırmış halkları ölmeye yatırırken bir Eski Mısır ayini düzenlemek gerek. Kimse merak etmesin kafir gitmezler. Eski Mısır Ölüler Kitabı duası ile bütün tek tanrılı kutsal kitaplar arasında karşıtlık varsa günahları benim olsun.

Son olarak “Mısır Ölüler Kitabı”nda ölene refakat edecek duayı birlikte tekrarlayalım:

“ Hiç kimseye kötülük etmedim. Yakınlarımı bahtsızlığa sürüklemedim. Gerçek evinde alçaklık etmedim. Kimseyi gücünün dışında çalıştırmadım. Benim yüzümden kimse korku duymadı, yoksulluk ve acı çekmedi, bahtsız olmadı. Tanrıların kötü gördükleri şeyleri hiçbir zaman yapmadım. Kölelere kötü muamele ettirmedim. Kimseyi aç bırakmadım. Kimseye göz yaşı döktürmedim. Kimseyi öldürmedim. Kimsenin kahpece öldürülmesini emretmedim. Kimseye yalan söylemedim. Hiçbir utandırıcı davranışta bulunmadım. Zina etmedim. Yiyecekleri pahalı ve eksik satmadım. Terazinin dirhemi üzerine hiçbir zaman elimi bastırmadım. Teraziyle tartarken hiçbir zaman hile yapmadım. Süt çocuklarının ağızlarından sütü uzaklaştırmadım. Hayvanları çalmadım. Tanrı'nın kuşlarını ağ kurup avlamadım. Ölmüş balığı tutmadım. Hiçbir arkın suyunu başka yöne çevirmedim.

Ben temizim, temizim, temizim.”

4000 yıldır değişen dua değil zaten, ölenler sadece.

*Kafirun suresi, “senin dinin sana benim ki bana”


0 yorum :: Lekum dînukum ve liye dîn*

Yorum Gönder