MADDİ TARİH, GİZEM ve BİLİM

Göktuğ Halis
Umberto Eco, eşsiz romanı Foucault Sarkacı'nda, Tapınak Şövalyelerinin gizeminin peşine düşen kahramanlarından birisine, "Tarihe nereden bakarsanız bakın, kendinizi destekleyecek bir sürü veri bulursunuz..." dedirtmektedir. İlk adımda bu ifade bir disiplin olarak tarihin güvenilir olmayan zeminine gönderme yapmaktadır. Çünkü tarihçi her zaman ve her mekanda, daima "ayıklama" yapan ve kendi sınıfsal ideolojisinin motive ettiğinin peşinden giden kişidir. Kimi verileri değersiz kılan, kimi verileri anlamsızlaştıran ikincil bulgulara gereğinden fazla değer veren, çok daha önemlisi kimi bulguları yok sayan bir tarihçi "kaçınılmaz", subjektif saptırma "doğal", tarihin objektif bir biçimde değerlendirilmesi ise hayaldir.

Eco'nun vurgusunun ikinci adımı bizi, tarihçinin "tarihsel gerçeği yaratması" olgusuna götürür. "Bizim amacımız Tapınak Şövalyeleri'nin tarihini anlamak değil, onu yaratmaktır!" diyen kahramanımızın vurgusu, hem şövalyelere yönelik "hayali külliyatın fırsatlarına" gönderme yapar, hem de kaotik bir temele sahip tarih alanına gelişigüzel dalmak isteyen kişiye ruhsal bir rahatlık sunar. Tarih, artık masa başında, mantık yürüterek, gizlici eğilimler tarafından beslenen okuma ve anlama yöntemlerinden  hareketle "oluşturulan", "biçimlenen" ya da "yaratılan" bir disipline dönüştüğü ölçüde, "herkes için mümkün bir" uğraş haline gelir. 

"Gizemci tarih anlayışı" günümüz popüler kültürüyle dirsek teması kurmuş gibidir. Tarihsel olguları gizlici perspektiften değerlendiren devasa bir külliyat vardır karşımızda. "Da Vinci Şifresi", "Holy Blood Holy Grail", "Secret" gibi onlarca baskı yapan kitaplardan ya da üst düze gişe başarısına ulaşmış sinema filmleri, söz konusu tarih anlayışının iddiasını ortaya koymaktadır. Kitlesel ilgi elbette özellikle içinde yaşadığımız dünyadaki sanat ve kültür ürünleri baz alındığında, "tehlikeli" bir girdidir. Ancak görünen odur ki, "gizemci tarih anlayışının" aniden, önüne geçilemez bir biçimde kitleselleşmesi; katı, kuru ve heyecansız bir tarih anlayışı ile genel arasındaki mesafenin büyüklüğünü vurgulamak gibi bir yön de içermektedir. Bu bir tarafa, tarihe "katılımı ve katkıyı" mümkün kıldığı ölçüde, kolay okunur ve anlaşılır bir tarih anlayışı, akademik düzeyde ele alınan bir tarih anlayışına nazaran ciddi avantajlar taşımaktadır.

Tarihe böylesi bir bakışın pozitif düzeyden eleştirisi elbette denenmelidir. Modern dünyadaki bayağı uygulamalar bir tarafa bırakılırsa, gizem, ezoterizm, mistisizm, okült ya da batıni; ismine ne dersek diyelim, söz konusu tarih anlayışı kendisine güçlü dayanaklar kurmuştur. Felsefi açıdan taşıdığı güç, pozitif tarih anlayışına alternatif olabilecek düzeyde güçlü bir tarih kurgusunu biçimleme noktasında onu iddialı konuma getirmektedir. Dolayısıyla pozitif tarihin, bilinenlerden hareketle oluşturulmuş tarih anlayışı, bilinenlerin sınırlılığı duvarına çarptığında, gizem tarihinin gücü kendini alabildiğine gösterir. Belirsizliklerden ve tarihsel veri boşluklarından hareketle, her an genişleyen ve güçlenen tarih anlayışı, örneğin Nuh Tufanını ya da Atlantis ve Mu söylencesini günümüze dek taşıyan haddi kendisinde bulabilmektedir. Daha net olarak söylersek, gizlici tarih anlayışını pozitif perspektiften eleştirmek önemli güçlüleri göze almak demektir.

İlk insandan Sınıflı Topluma

Doğal halde yaşayan ilk insan dinlerinin uygulamalarında "soyu vareden ve dışarıdan, diğerlerinden ayıran değerlerin" korunması yolunda "gizlici ve seçkinci" çabaya bağlanabilecek böylesi bir eğilimin, felsefi olarak Mısır'da olgunlaştığı açıktır. İlk insanın sosyo-ekonomik koşullarının ürünü olarak kaçınılmaz değere sahip, büyü ve din gibi uygulamaların, Mısır'da sınıflı topluma uygun bir teorik birikim kazandığı kesindir. Doğal halde yaşayan insan için, bilim gibi, yaşam mücadelesinde varolabilmek amacıyla kullanılan bir yöntem olan büyü uygulamasının ve insanın doğal dönüm noktalarında (doğum, cinsellik, beslenme, ölüm gibi kritik odaklarda)  soyu korumak ve varlığını sürdürmek amacına teorik katkı sunan din uygulamalarının, Mısır'daki evrimi incelendiğinde, bu açıkça gözükmektedir. Öyleyse belirtebiliriz ki, hayvan başlı Tanrı tasavvurlarının gösterdiği ve Nil ile bağlantısından çıkarsadığımız ölçüde, doğal hayata bağlılığı açık bir şekilde süren Mısır felsefi duruşunun kökeni, söz konusu ilk insan yaşamıdır; tek farkla, Mısır tasavvurları sınıflı toplumun izin verdiği ölçüde derinleştilmiş ve genişletilmiştir.

Örneğin, büyü uygulaması ilk insan için, doğaya karşı girişilen yaşam mücadelesi ile anlamlıdır. Akılcı bilim ve teknik uygulamalarını asla ihmal etmeyen ilk insan için büyü, bu sınırın dışındaki alana hükmetme gayreti ile ilgilidir. Tohumunu toprağa zamanında atan, avındaki başarı için yeterli teknik donanımı yanına almayı ihmal etmeyen, rüzgarları izleyen ve su akıntılarını takip etmeyi bir yana bırakmayan, bu nitelikleriyle modern insana özgü akılcı davranan ilk insana, tüm bunları yapmadan yalnızca büyü yoluyla avının ya da mahsulünün başaralı geçeceğini anlatmaya imkan yoktur. Büyü uygulaması, bireyin bilimsel uygulama alanlarının ötesinde bir destek mekanizması, ikna tasavvurudur. Büyü yoluyla birey, akıldışı alanlarda hüküm sürebilir. Toplumun varoluş mücadelesinde böylesi kritik bir unsur, yaşamın devamı niteliği itibariyle Mısır'da yoğunluklu olarak "ölü" uygulamalarında can bulur. İlk insanın ölümsüzlük kurgusunu devam ettiren bir Mısırlı, büyüyü, ölünün yolculuğuna destek mekanizması olarak sunmakta ve kurgulamaktadır. Sınıflı toplumun girdileri itibariyle, bu uygulamaların, öte dünyadaki sınıfsal ayrımı korumaya gayret gösterdiğini söylemek mümkündür.

Ortak Töz Fikri ve Okült

Kadim medeniyetlerde her varlığın meydana geldiği ortak bir töz fikrini saptamak mümkündür. Felsefi bir tasavvur olarak okült, "ortak töz" fikrine can alıcı şekilde bağlıdır. Bir rüya, hayal, esriklik yaratan maddelerin etkisi, totemizm ve animizm gibi ilk dinsel kurgularla açığa çıkan, insanın "doğayı kendisi gibi açıklama" çabası, ortak töz fikrinin deneyimsel temellerini teşkil etmektedir. Doğal yaşamdaki güçsüzlüğünün farkında olan ilk insan, kendisini hayvanlarla özdeşim kurmaya ikna ederken ve onun gibi davranmaya, onun ruhunun kendisini ve soyunu korumada etkili olacağına inanmaya yönelirken, varlıklar arasındaki iletişimin soyut kanallarını alabildiğine açan böylesi bir kurgudan yararlanmaktadır. Herşey ortak kökenden geliyorsa, bir insan bir kayayı, bir hayvanı anlayabilir, geçmişin sağlamlaştırdığı uygulamalarla, onlara nüfuz edebilir ve onu yönlendirebilir...

Büyü uygulamalarının dayanağı budur. Geçmişi, ataların ruhlarını her an hatırlayan, onlardan destek bekleyen uygulamaların gösterdiği gibi, geçmiş-şimdi ve gelecek düzlemini, modern insan gibi ayırmayan insanlar için, geleceği görme, yıldızları gözleme ve onlardan etkilenme, büyülerle rüzgarları harekete geçirme fantazya olmaktan uzaktır.

Mısır ortak töz fikrini, çeşitli kentlerle farklılaşan teolojilerde odak haline getirmeyi ve felsefi olgunluğuna ulaştırmayı başarmıştır. Tepecik ya da ilksel okyanus temaları, herşeyi vareden ortak bir kurgunun izlenmesi bağlamında, okült disiplinlerin, Mezopotamya ve Mısır gibi kadim kültürlerde biçimlenişinin nedenlerini açıklamaktadır. Ortak töz Kabalacı'yı kendinden hareketle Tanrı'ya, Simyacıyı da, madenin olgunlaşmasından hareketle kendi olgunlaşmasına götüren anlayışın merkezinde oturmaktadır. Bu sayede geleceği gören kahin, yıldızlardan hareketle toplumunun hayatını yönlendiren astrologlar saygı görürler.

Bilgeler sınıfı teorisi

Gizlici tarih anlayışının en temel tarihsel dayanakları, kadim metinler, kutsal kitaplar ya da halk söylenceleri, her zaman ve her yerde "saklanması ve korunması gereken bilgi" temasından beslenir. Kitab-ı Mukaddes söz konusu anlatıların belki de en yaygınını içerir ki, Adem ve karısı Havva'nın "bilgi" ağacından beslenmesinin Tanrı'da büyük öfke doğurduğu bilinmektedir. Bahçedeki tüm ağaçların meyvelerini serbest kılan ama yalnızca "bilgi" meyvesini yasaklayan bir kurgu, tarihsel düzeyde çok sayıda anlatıdan etkilenmiş, çok sayıda anlatıyı da etkilemiştir.

"Bilgi" korunası ve dışsal olana, yabancı olana karşı muhafaza edilesi bir tema olarak "en değerli" niteliğini taşır. Tanrı'nın, gökyüzüne özgü kıldığı ve yersel varlıklardan sakındığı bilgi kurgusu, İki Ahit Arası Metinlerden birisi olarak bilinen Enoch Kitabı'nda da kendisini gösterir. Kitaba göre, Göksel Bilgileri açık ettikleri için çok sayıda melek cennetten sürülmüştür. Tanrının tavrı öylesine nettir ki, bugünün medeniyet kavramının altında yatan temel, göklere aittir ve açık edilen sırlar şiddetle cezalandırılmaktadır. Düzen, kaotizme karşıt niteliğiyle Tanrısallığı simgelerken, bu doku çok sayıda mitolojik oluşumun temelini teşkil etmiştir.

Yahudi geleneğinde sıklıkla takip edegeldiğimiz "bilgi" temasının simgeselliği açıktır. Simgelerle hareket eden okült daima "halkı", geniş kitleleri ve dışarıdan geleni kötüleyen, seçkinci bir duruşun ürünüdür. Peygaber Thot tarafından yazıldığı varsayılan kitaplar ekseninde gerçekleşen gizlici rahip çabaları, sıklıkla halk ayaklanmaları, dış istilalar ve toplumsal karışıklıklara neden olan "geniş kitlelerin" hırslarını değerlendirecek zaman ve deneyime sahip olmuşlardır. Tanrı-Kral'ların mezarlarını soyan, en kutsal hazineleri yağmalayan ve Tanrısal düzene alabildiğine tehditkar yaklaşan halk kitleleri okült akımların metinlerine "kötücül" öğeler olarak aktarılmıştır. Hermesçi Külliyatın köken teşkil ettiği bu vurgu istisnasız Simya, Kabala, Astroloji, Kehanet gibi çok sayıda akımda bizzat takip edilebilmektedir. Söylenceler akımları güçlendirir ve haketmediği değerleri ele geçirmeye çalışan kitlelere tehditler savrulur.

Sınıfsal bölünmenin en tepesindeki rahipler sınıfı için, toplumları alt üst eden ve yenisi kurulana kadar düzeni yok eden hareketlerin, kaos güçlerini simgelediği açıktır. Çeşitli inanç sistemlerinde kendini gösteren Gnostik ve düalist yapılarda da takip edildiği ölçüde, bu kurgunun temeli,  kendilerine ait dünyada ve sınıfsal bölünmelerin orta yerinde toplumsal dokunun kaymağını yemeye devam eden sınıfların "alt sınıflara" duyduğu öfke vardır. Bunlar olsa olsa "Demiurgos" gibi dünyevi hırsların, aşağılık değerlerin savunucusu olan, eninde sonunda şeytan ile özdeşleşen bir tepki doğurmuştur.

Thotçu Kuram seçkincidir. Çeşitli defalarca saldırıya uğrayan Mısır dininin M.Ö. 6-M.S 2. yüzyıllar arasına yerleştirilen gerçek çöküş sürecinde, Thot rahiplerinin binlerce yıldır dilden dile aktarılan öğretilerini yazıya dökme çabaları kurgulanabilse bile tarihsel gerçeklik açısından pek de net değildir. Tarihçinin spekülasyon hakkını kullanarak belirtebiliriz ki, Thotçu kurama dayanak teşkil eden metinler, statik değildir. Çeşitli toplumsal olaylarla yeni yapılar kazanmış ve Mısır dininin çözülüş sürecinde de, Zerdüşt ve Yunan gibi, çeşitli dinlerin etkisine maruz kalmıştır. Ancak tüm bu dışsal olanlar ayırt edildiğinde, bugün Corpus Hermeticum dediğimiz Hermes Külliyatı, Mısır dinini simgelemekte ve kökeni, M.Ö. 3-4 bine dek giden büyük bir felsefi okulun ürünü olarak gözükmektedir. Tüm Ortaçağ boyunca Doğu ve Batı dünyasına egemen olan okült disiplinler, Hermetik uğraşlar olarak kaynağını bu odakta bulmaktadır.

Bilim, Okült, Felsefe

Batı biliminin kökenlerine yaptığımız yolculuk, günümüzde yaşamaya devam eden Mısırcı felsefi dizgelerin etkisini açık bir şekilde bizlere gösterecektir. Tüm Ortaçağ boyunca bilimsel uğraşların Kutsal Kitap metinleriyle sınandığı ve kontrol edildiği, felsefi gerçekliğin ise Aristoteles ve Platon metinlerinden hareketle, iman tartışmalarına yoğunlaştığı düşünülürse "yeniden doğuş" döneminin söz konusu kaynağa dikkat çektiği açıktır. Rönesans'ı Yunan ve Roma ihtişamına endekslemek ve "yeniden doğuşu" bu medeniyetin yeniden doğuşu olarak sunmak alabildiğine yanlıştır. Zira Yunan'ın bilimi de felsefesi de Mısır merkezlidir.

Rönesansa yol açacak olan çeviriler çağı, Avrupa medeniyetinin kayıp bilgelik ile yeniden buluşmasına olanak vermiştir. Buradan hareketle Kadim Mısır'ın felsefe ve dinini inceleme imkanı bulan Avrupa'nın, modern dünyanın bilimine yön verecek kaynaklarının bu vahadan beslenmesi neredeyse kaçınılmazdır. Copernicus'un güneş merkezli evren teorisi, ispat olanağının teknik olarak mümkün olmadığı bir aşamada gerçekleşmiştir. Bruno'nun kamutanrıcılığının kökenindeki Mısırcı doku, Kilise'nin, Mısır'ın Aristoteles tarzı bir ehlileştireye uygun olmayan Pagan kültürlerden tepkisinin hala yaşamakta olduğunu göstermektedir. Hermes, bir peygamber olarak Yahudi-Hıristiyan ve Müslüman geleneğinde belli evimerizasyonlarla karşılansa da, karakter sınırlı anlamlarla karşılanmayacak oranda önemli bir kültürel kaynağı simgelediği oranda çekilmezdir. Kepler'in bir güç ve yaşam kaynağı olarak Güneş'i baz alaraka gezegen hareketlerini yönlendiren kuramından, Galileo'nun kuramlarına dek, modern bilim, yeniden tanımaya başladığı yüksek felsefi düzeyin gölgesinde serinlerken mutlu gözükmektedir. Tüm bu süreçte en dikkat çekici karakter Newton'dur ki, "çekim" sözcüğünün "büyülü bir dünyayı kabul eden" Rönesans Naturalizmine geriye dönüşü simgelediği için , Mekanikçi filozofların eleşirisine maruz kalmış gözükmektedir.

Günümüzdeki okült eğilimler, popüler kültürün elindeki ideolojik mekanizmalar olarak gözükmektedir. Tıpkı, bilim ve din arasındaki antagonist çatışmanın yerini ideolojik bir söylev paylaşımı mekanizmasına bırakması, Hermetik eğilimler, ana bağlamlarından kopartılarak, ucuz tüketim ürünleri haline getirilmektedir. Tüm bunlar ideolojik işlevleri bir kenara bırakılırsa Mısır kültürüne işaret etmektedir. Öyleyse biraz abartarak, günümüzdeki popüler gizem uğraşılarının nezdinde, Mısır dininin halen yaşamakta olduğunu söylemek mümkündür.


0 yorum :: MADDİ TARİH, GİZEM ve BİLİM

Yorum Gönder