Mustafa Çölkesen
"...hızla çürüyen bir dünyada
yönsüz kalma, umarsızlık, kadercilik ve çilecilik, kitlesel cahilleşme
eğiliminin etkisine giderek daha fazla maruz kalma, burjuva yaşam biçiminin
nesnesi olma, biçimsel kadın egolarını kışkırtan güzellik endüstrisinin ballı
müşterileri haline gelme, metalaştırılmış cinsellikleri ile küresel medyanın
satış körükleme malzemesi olma..."
Yaklaşık 5 yıl önce modernizm içindeki kadınların durumu hakkındaki makalemiz temel eleştiriler bakımından
güncelliğini korumakla beraber, aradan geçen zamanda "burjuva yaşam biçiminin nesnesi" olma vurgumuzun kadınların
ortak tutumu olarak daha belirgin hale geldiğini görüyoruz.
Kapitalist
uygarlık sadece üretim, finans, raflarda çoğalan ve çeşitlenen mal ve
hizmetlerle değil, bu ekonomik karmaşıklaşmanın amacı ve aracı olan hakim "tüketim
kültürü" ile de ilerler, değişmez bir kapitalist senaryo olarak maddi uygarlık,
bireylerin yaşam tercihini, insan ruhunu, hayata yönelik algı ve beklentilerini, manevi tatminini sınırları
kesin çizilmiş şablonla kendi salt "rasyonel" amaçlarına uygun hale
getirir, anlamdan önce "akılcılık"
ve isteklerden önce "zorunluluklar"ın
keskin gücü hüküm sürer rasyonel piyasacı uygarlıkta...
Önemsiz
biçimsel farklılıklar ya da sadece ambalaj farklılığıyla birbirinin yerine
geçen metaların insan ihtiyaçlarından fazla olduğu bir kitlesel "aşırı
üretim" toplumunda malların "gerçek
faydası" yerini reklam destekli "yeni ürünleri deneme
teşviklerine" bırakır, insanlık yalnızca daha çok kar peşinde koşan AR-Ge
laboratuarlarında ambalaj, biçim, desen, koku öğelerinin bir "deneği" haline getirilir ve akıl,
bu biçimsel farklılaştırılmış malları tükettikçe "öz ve biçim" arasındaki farkı algılayamaz hale gelip, giderek malların "biçimler dünyası"na teslim olur, burjuva dünyasında birey, bir tüketici olarak, algısı ve muhakemesi
bozulmak suretiyle kitleselleşir...
Kitlesel olarak "suni biçimler dünyası"na
teslim olmak artık "sürü psikolojisi" halinde davranış kalıbının
insana yön vermesidir...
Demek ki, gönüllü olarak değil, emir-komuta zinciri,
tahakküm hiyerarşisi altında zoraki üstlenilen ve en verimli saatlerini adadığı
çalışan rolünün ötesinde birey, özgür olduğunu zannettiği tüketim tercihlerinde
de sadece kar amaçlı şirketlerin algılarını manipüle eden önceden belirlenmiş
sınırlı bir özgürlüğün kıyılarında dolanmaktadır. Bu sınırlı özgürlüğe ya
alışacak ya da özlemini bilinçaltına gönderip müstakbel nevrozlarına
saklayacaktır.
Kapitalizm
ucuz bir emekgücü olarak kadınları daha fazla çalışma hayatında özgürleştirip,
onları kozmetik benzeri kadın
endüstrisinde histerik müşterileri
haline getirirken asıl özgürleşmelerini pek sevdikleri pembe renkten hayali bir
"aşk söylemi" ile efsunlayarak sömürüyor, özgürlük tıpkı ambalajı
farklılaştırılmış malların hızlı ve kitlesel halde tüketilmesi gibi "bir
varmış bir yokmuş"lar anlarında yaşanan, geçici, değerden ve bağlılıktan
yoksun "şehvet dejavu"larına
indirgeniyor, Batı, otantik, farklı değerlerin coğrafyalarına sadece mallarını
değil, hızlı, bencil, bireyci, hazcı yaşam biçimini de ihraç ediyor,
kadınlar giderek dünyanın erkek egemen kitlesel bir tüketim kültürü olan
futbolun keskin rekabetçi totemciliğine de ruhen ortak olarak, aşkı fast food
modundaki cinselliğe indirgeyip erkekleşerek karşı cinslerinden tarihsel intikamlarını
almaya çalışıyor, özgürlük kavgası yine
öz, mana, değer peşinde değil, tüketim şablonunun biçimsel algılarıyla
güdümleniyor...
Eskiler
"her şerde bir hayır, her hayırda da bir şer vardır" derdi, eskinin yuva kurucu, emektar, fedakar anne profili,
bireyci özgürlük hırsları ve kişisel tüm bağlardan kurtulmak adına çocuklarını
bakıcılarının büyüttüğü ya da çocuk sorumluluğu almak istemeyen bir bencil kadın profili ile yer
değiştiriyor. Kadın, geçmişin en zorlu, mucizevi doğa koşullarında benliğinin
bir parçası olarak çöllerde, dağlarda kilometrelerce yollar boyunca kucağında
özveriyle taşıdığı yavrusunu artık yaşamı için bir engel olarak görüyor, artık kadın
öz doğasını reddediyor...
Ve geçmişin
fedakar, anaç, horgörülen, mağdur
annelerin kızlarına kapitalizmin ve sanal alanın bir nispi statü
kazandırması onları sarhoş edip, uygarlığın toplumsal, eşitsiz, cinsiyetçi
doğasında kadınlığın değil, insanlığın
krizini sorgulamak yerine, özgün doğalarından hızla uzaklaşıp lüks tüketim,
kozmetik, eğlence endüstrisiyle kendilerine yabancılaşmaları sayesinde
medeniyet, tüketim gücünü perçinleyerek insanlık üzerindeki yıkıcı ilerlemesini
sürdürüyor, medeniyet asıl şimdi gücünü daha çok kadından alıyor.
Oysa
dünyanın acımasız gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınan günümüzün konformist
kadınlarının ellerinden düşürmediği pembe romanlar ve masallar böyle bir dünya
ve insan doğasını anlatmaz bize, kahramanlar hep iyidir, doğrudan yanadır, fedakardır,
dayanışmacıdır, eşitlikçidir, ahlaklıdır, merhametlidir, adaletlidir,
affedicidir, sevgi doludur ve romanların sonu bu sıfatların birleşmesi, hayata
kavuşması, yani mutlu sondur...
Eğer bildik
evrensel mutluluk tarifi ve mana henüz tedavülden kalkmadıysa, eminiz bugünün
çarpık dünyasında bireycilik ve tüketim peşinde
manevi yolundan, doğasından sapan kadın mutlu olmayacaktır..!
Mustafa Çölkesen'in diğer yazıları için: http://dikine.blogspot.com/search/label/Mustafa Çölkesen
Kafanı sikiyim.
Adsız
5 Mayıs 2019 14:00