Göktuğ Halis
Çok sayıda hermetik
disiplin gibi simya da iki farklı perspektifin açılımlarına maruz kalmıştır.
Her zaman ve her mekanda, bu uğraşların güç, para, tatmin yahut başarı gibi
dünyevi amaçlarla anlamlanan tarafı, Hermetik felsefenin gizlici yüzüne karşıt
bir yapı oluşturmuştur. Hermesçi uğraşının bu anlamlı yüzü daima ve her yerde
"bütüncül" olana kavuşmakla ilintilidir. Simya'nın, yüzyıllar boyunca
"adi madenleri altına çevirme" yeteneği olarak sunuluşu, kuşkusuz
Hermetik felsefenin sadık savunucularından çok dönemin koşullarını kendi lehine
çevirmek isteyen düzenbazların ve çaresizlerin trajedisini yansıtır. Gerçek bir
simyacının amacı asla çok zengin olmak, madenleri altına çevirmek veya bu yolla
dünyayı ele geçirmek değildir. Bir simyacının felsefi kaygısı, bütünün
işleyişini anlamak ve bu bütüne müdahale etme yetkinliğine ulaşmaktır. Modern
dünyanın simyayı arsız bir servet anlayışı olarak görmesi en iyi ihtimalle
parayı en yüksek değeri yapmış bir zamanın çapsızlığının işareti olabilir.
Günümüzde modern bilimin,
bazı madenleri uygun laboratuar koşullarında altına dönüştürebilme olanağı
vardır. Ancak örneğin kurşunu, bu tip koşullarda altına dönüştüren bir bilim
adamını, bir simyacı olarak nitelememizin önündeki engel tam da Hermetik felsefenin
söz konusu içeriği ve anlayışıdır. Modern dünyanın bilim adamı bir simyacının
felsefi donanımından yoksundur ve laboratuar düzlemindeki başarı, kendinden
ayrı bir madde üzerinde ulaştığı başarıdır. Katı maddenin yasalarını anlamaya
çalışan ve onları anladığı oranda değiştirmeyi başaran bir modern bilim
uygulayıcısının, özne-nesne arasında koyduğu temel ayrımın simyacı için anlamı
yoktur. Madde üzerinde yaşanan değişim, uygulayıcının benliği üzerinde
dönüştürücü ve geliştirici bir etki sağlamıyorsa, simyacı, modern kimyacının
aksine, kendisini başarılı saymayacaktır. Öyleyse başlangıç olarak
belirtmeliyiz ki bir simyacı için adi maddenin altına dönüşümü sadece araçtır.
Evrenin bütünlüğünü kurmuş bir simyacı için doğadaki herhangi bir dönüşüme
katılım mümkündür ve bu dönüşüm onun kendi dönüşümüdür. Kurşun altına
dönüştükçe, simyacının ruhu da değerli bir aşama kat etmiş olur. Doğal olaylara
müdahaledeki bu cüret aslında Hermetik çok sayıda uğraşı, semavi dinler
bağlamındaki "olumsuz" yargılamanın kökenine götürür. Bir simyacı
ölümsüzlük, bilgi ve güç gibi konularda uğraşırken kendisine örnek olarak
TANRI'yı alır. Tanrı gibi olmak, ya da onunla bir olmak hiç kuşkusuz modern bir
bilim adamının sınırlarını aşan felsefi bir dizgenin parçasıdır. "Büyük Eser"
tanımının anlamı budur.
Kökeni simyaya dayanan
pozitif bir bilim olarak kimyada da, birkaç temel bileşenin etkileşerek ikincil
bir katman üretme eğilimi kabul edilir. Element tabloları bu durumu ayrıntılı
olarak gösterir. Bununla birlikte bu ilkesel benzerlik ayrıntılardaki
farklılıklarla sarsılır. Modern kimyanın yüzün üzerindeki elementine karşılık,
simyacının elinde, hava, toprak, su ve ateşten oluşan dört element vardır. Hiç
kuşkusuz bu elementleri cevherler olarak adlandırmak yerinde olur. Çünkü onlar
ilkesel ve ideal oluşları bağlamında soyut unsurlardır. Bir diğer ifadeyle
bunların hiç biri gerçek hayatta, soyut düzlemde olduğu gibi saf halde
değildir. Kendisine katışmış diğer öğelerle anlamlıdır. Bunları "yaşamın
kökeni" olarak adlandırır bir simyacı. Simya, bu elementlerin yönetimini
içerir. Evrendeki her varlığın kökeninde, değişik oranlardaki bu dört
elementsel sentez bulunuyorsa, bunların yönetimi varlıkların yönetimi anlamına
gelir nitekim. Simyacı, sahip olduğu bu bilgiyle, doğanın işleyişine yardımcı
olur ve en yüce olasılıkların zamanlamasında belirleyici bir rol oynar. Bu
kutsal amaç hiç kuşkusuz sistemli ve hummalı bir çalışmayı içerir. Tüm Hermetik
disiplinler gibi simya da, katışıksız ve zorunlu bir çileli çabayı gerektirir.
Deney ve modern anlamda laboratuar çalışması olarak tanımlayabileceğimiz aşama,
söz konusu ideal açısından gerekli bir araçtır.
Simya, temel amacı
doğrultusunda metaller üzerindeki deneysel çabadan yararlanır. Tüm metaller,
kükürt, cıva ve tuzdan oluşur. Tıpkı ana ilkeler gibi bu ilkeler de sentez
halinde metallerde bulunur. Cıva, pasif ilke olarak ruh 'u simgelerken, tuz ise
maddenin sembolüdür. Kükürt ise ortaya çıkan bütünlükteki enerjiyi, hareket
ilkesini temsil eder. Her maddede geçerli olan denge sabiti, bize Altın Oran'ı
vereceğinden, cıva, kükürt ve tuzun uygun oranı da altını verecektir bir
simyacıya göre.
Altın yukarıda da değindiğimiz gibi, sistemli ve güçlü bir semboldür. Simyacı için altına ulaşım, maddi ilkeden çok, bağıntılı olduğu ruhsal dönüşümle ilgilidir. Altın üzerine geliştirilen felsefe dizgenin kökeni Mısır'a dek takip edilebilir. Altının, göz alıcı güzelliği, şekil verilebilir ve paslanmaz niteliklerini, değişim ve mübadele aracı olarak değerini çok sayıda uygarlık gibi anlayan Mısırlılar aynı zamanda, Güneş'in özdeşimini yaparken inanç sistematiğinden yararlanmışlardı. Altın içinde hiç bitmeyen bir ışığa sahiptir. Ateşli elemenin sıradışı yükseklikteki oranı metafiziksel çağrışımları kaçınılmaz olarak besleyecektir. Süreç içinde Yunan'da özellikle Platon ve Aristo sistematiğinde, ateşe biçilen değerle ilişkili hale geldi. Onlara göre, ateş, yerküresel bir element olmasına rağmen, göksel bir gerçekliğe en çok yaklaşan elementti. Bu nedenle içinde hiç sönmeyen bir ateş barındıran altının göksel kürelerin en muhteşemi güneş ile özdeşimi kaçınılmazdı.
Altının içerdiği ateş,
herşeyi canlı bilen Mısırlının düşünsel dizgesinde büyük bir can buldu.
Yerkürenin rahminde büyüyen metaller, yavaş ama kesintisiz bir biçimde, her
varlık gibi mükemmelliğe doğru yol almaktaydı. M. Eliade, Türkçe'ye Babil
Simyası olarak çevrilen kitapçığında, simyacının uğraşını, toprağın
doğurganlığına bir müdahale olarak tanımlarken tam da bu noktaya parmak
basmaktaydı:
"İnsan, doğa ile işbirliği yapabileceğini, toprağın derinlerinde meydana
gelen büyüme süreçlerine yardım edebileceğini hisseder, yeraltında gerçekleşen
bu yavaş olgunlaşmanın ritmini sarsar ve hızlandırır. Hakları insana ait
olmayan bir alana, Toprak Ana'nın derinliklerinde yavaşça yoluna devam eden
mineral gebeliğin gizemleriyle birlikte yeraltı dünyasına gitmeyi göze
aldıklarını hisseder..."
Böylece simyacı, bir din
adamı gibi kutsal bir çabayı üstlenir. İlksel yaşam enerjilerinin idaresiyle
dünyayı dürterek, sonu çabuklaştırır. Bir metalin mükemmelliği ulaşımı sürecini
hızlandırmak, kaçınılmaz olarak kişinin kendi ruhsal mükemmelliğiyle
ilişkilendirilebilir. Çünkü doğal kusurlar, rahatsızlıklar, bir metalin temel
amacına ulaşmasını nasıl engelliyorken simyacı ona yol gösteriyorsa, dünyevi
bir batakta sarsılan ruhu için de aynı kurtuluş mümkündür. Metal, simyacının
laboratuarında mükemmelliğe ulaşırken, simyacının ruhu yaşamıyla bu
mükemmelliğin takipçisidir. Her ikisi de sonu gelmez ateşlerde yanmak
zorundadır mükemmellik için.
Altının göksel bir küreyle
özdeşleşimi kuşkusuz diğer elementler için de geçerlilik taşımaktadır.
Astroloji ve simyayı birbirine bağlayan bu yapıda, güneş altın'ı, ay gümüş'ü
simgelerken, göklerdeki diğer 5 gezegenle birlikte, ortaya 7 metal 7 yıldız
simetrisi çıkar. Makro-micro kozmos ilişkisini oluşturan bu dizgeye göre en
hızlı gezegen Merkür, cıva ile, Venüs bakır ile, Mars demir ile, Jüpiter kalay
ile, Satürn ise kurşun ile ilişkilendirilir. Bunlardan Jüpiter ve Venüs
benzeşiminin neden olduğu bilinmese bile bilinen, elementlerin gelişiminin
hamisi olunan göksel küre tarafından yönlendirildiği bilinmektedir. Her gezegen
kendi ayırt edici erdemini ortaya koymaktadır.
Simyanın felsefi bir dizge
olarak geniş çizgileri kendisini en belirgin şekliyle Felsefe Taşı kavramında
gösterir. Oldukça yoğun ve soyut anlatımlara sahiptir ki felsefe taşı...
Örneğin 16. yüzyıldan kalma bir metin felsefe taşını şu şekilde anlatır:
"Genç ya da yaşlı, tüm insanlara tanıdık gelir, Tanrı'nın yarattığı her
şeyde bulunur, ama hepsi tarafından hor görülür. Zengin fakir herkesin elinden
her gün geçer. Hizmetçiler tarafından sokağa silkelenir. Oysa kimse değerini
bilmez. İnsan ruhundan sonra, yeryüzündeki en güzel ve krallarla prensleri
alaşağı etme gücüne sahiptir..." Büyü, Gizem Bilim. sf 102)
Simyacı için temel amaç,
mükemmelliğe ulaşmaksa, temel araç ise felsefe taşıydı. Felsefe Taşı, İsa'nın
Graal'i gibiydi. Altın değildi ama Tanrı'nın dokunuşu gibi, değdiği her şeyi
iyileştirirdi. Kusurları gideren bu güç, cennet çağının habercisiydi. Kaya veya
taş ile oldukça az anlatımlarda özdeşleştirilir. Kimi metinlerde "kırmızı
bir toz" şeklinde tanımlanırken, kimi anlatılarda "nüfuz edici
su" olduğu gözükür. Bazen ilaç, bazen ölümsüzlük besini olarak tanımlanan
felsefe taşı, bazı ilginç simgelerle de ifade edilir: "Bir şişenin içinde
kalmış, kırmızı renkte bir Kral" olarak. M. Maier'in verdiği örnek ise çok
daha ilginçtir:
"Bir erkek ve kadından önce bir çember, sonra bir kare, sonra bir üçgen,
son olarak da bir çember yaparsan Felsefe taşını elde edersin..." (Büyü,
Gizem Bilim sf 102)
Simyacının dilindeki kapalılık ve simgesellik şaşırtıcı değildir aslında. Ortalama anlayışın eleştirisi bir tarafa, gereklidir. Modern bilim adamının, kesin konuşan tarzı yerine simyacı, olasılıkları hesaba katar. Hakikatin ikinci elden anlaşılamazlığını savunurdu. Gerçeklik istense bile asla anlatılamazdı. Kitlelere, hatta yolun başındaki ustalara dahi bu bilgelik götürülemezdi. Açık ifadelerde gözleri kamaştırır, büyük yıkımlar getirir, hazırlıksız kişilere zarar verebilirdi. Simya, tüm Hermetik disiplinler gibi çeşitli kaygılarla gizli bir disiplin haline geldi. Çok sayıda üstad, araştırma sonuçlarını birbirlerine büyük bir gizlilikle götürdü.
Simyacı için yolun başı
kuşkusuz önemli bir ayrıştırmadan geçer. Laboratuarında onun yola çıkış noktası
"ilk maddedir. İlk maddeye ilişkin tasavvurların farklı oluşu, işleme
geçmeden önce, nereden başlanması gerektiği konusunda çok sayıda farklı tutuma
yol açar. Çok sayıdaki girişimdeki başarısızlık ise, genellikle İlk Madde'nin
bulunamayışıyla açıklanır. Dışkı, çamur, tükürük ya da toz gibi çok sayıda
madde kullanılmıştır. Aristoteles'in kimi çıkarımları, özellikle biçimden
yoksun madde çok sayıda simyacıyı etkilemiş olmalıdır. Ona göre, ilk maddenin
herhangi bir özelliği yoktur. Özelliksizliği saptanmış bir maddenin ilk aşamada
öldürülmesi gerekir. Siyah aşama, ya da maddenin öldürülmesi aşaması Nigredo
olarak adlandırılır. Maddenin ölümü, bir sonraki aşamada maddenin diriltilmesi
olarak da bilinen beyaz aşama, yani Albedo ya, oradan da Kırmızı aşama, yani
maddenin beslenmesi, Rubedo aşamasına geçecektir. Hıristiyan felsefesindeki
yaşamın ölümden doğma diyalektiği, simyacıların çoğunu, İsa örneğinden
hareketle etkilemiş olmalıdır. Maddenin ölümü, yani tüm özelliklerinden
arındırılması onun içindeki ilahi kıvılcımı, ilk koşullandırıcıyı, ya da ilkten
öncekinin açığa çıkmasını sağlayacaktı. Serbest kalan ilahi kıvılcım,
simyacının avuçlarına düşecekti.
Bir maddenin öldüğünden
emin olmanın çeşitli yöntemleri vardır. Madde yakıldıktan, toz haline
getirildikten, cıva ile karıştırıldıktan sonra, kara bir madde yumrusu olarak
karşımıza çıktığından, ceset gibi kokar. Kurt tarafından kemirilen ölü kral,
çarmıha gerilen yılan, ya da parçalanmış ceset gibi çok sayıda simgesi
bulunmaktadır. Madde öldürüldükten sonra, yeniden doğum aşaması gelir. İlk
madde, bir sıvı solüsyona batırılır. Doğru yapılmışsa işlem, kara yumruyu beyaz
bir taşa dönüştürürdü. (Vahiy kitabında üstüne yeni bir isim yazılmış beyaz taş
olarak görülebilir)Lekesi veya karası olmayan gerçek kristal taş diye
adlandırır Michael Maier. (Simgesi ay altında yıkanan insan) Simya bu aşama
içinde bizzat yer alır, bu kez mistik diriliş ve yeniden doğuşa geçerdi. Son
aşama, beyaz taşın altına, yani felsefe taşına dönüştürüldüğü aşamaydı. Rubedo
aşaması. ... Kurban kanı ve olgunlaşmayı akla getirir. Beyaz taşın simyacı
tarafından beslenmesiyle oluşurdu. Beslenme sırasında bal veya insan kanı gibi
şeylerle karıştırılabiliri. Anlaşılan taşın, uzun süren işlemler sırasında güce
ihtiyacı vardı. Bu nedenle beslenmekteydi taş. Beyaz taş sonunda felsefe taşı
ile ilişkilendirilen kırmızı bir toza dönüşürdü.
Simyacının ulaştığı
ölümsüzlük aşamasının temel maddesi olan felsefe taşı, çileli bir yolculuğun
sonucudur. Simyacı için asla bir ayrıcalık değildir, ölümle kesilmemiş bir
yaşam bütünlüğü simyacı için daha sistematik bir bilgi olanağına açılan bir
kapıdır. Bu anlamda, kişisel hayatını zengin ve muhteşem kılacak "felsefe
taşı formülüne" sahip olmasına karşın, gerekli gördüğü haller dışında onu,
adi madenleri altına dönüştürme yolunda kullanmaz. Simyacı için felsefe taşı,
maddi bedenin engellerinin aşılması yolunda kullanılır. Bunun en önemli aşaması
ise, yaşlanmayı ve çürümeyi engelleyen Ab-ı Hayat iksiri kullanımıdır.
Sahip olduğu bilgi,
simyacıyı yeraltına iter. Gölgede kalmak, evrenin sırlarını isteyenin
ayrıcalığıdır, ona göre. Popüler olmamaya özen gösterir, sıradan, herkes gibi
bir hayat oluşturarak dikkat çekmemeye çalışır. Paracelsus, St. Germain Kontu
gibi yarı mistik şahsiyetlerin yanı sıra, Locke, Newton gibi, bilim ve felsefe
dünyasının popüler isimlerinin de yer aldığı "simyacı" listeleri
inandırıcılıktan uzaktır. Çok sayıda hermetik disiplin gibi, simya da, öğretmen
öğrenci ilişkisi temelindeki gizlici ve dışa kapalı bir yöntem olarak, kuşaktan
kuşağa aktarılır.
01.10.2010
0 yorum :: Simya Nedir? Simyacı Kimdir?
Yorum Gönder