Göktuğ Halis
Kitab-ı Mukaddes'te İbrahim'in yurdu olarak
anılan Kildani'nin Ur kentinin 19 km güneybatısında yer alan Eridu,
kadim Mezopotamya tarihi
açısından büyük bir önem taşır. Bilinmeyen bir yerden,
bilinmeyen bir zamanda gelen ve yanlarında yüksek bir kültür getiren Sümerlerin ilk yerleştiği yerdir burası.
Tarihsel verilere göre Sümerler, Eridu'nun
ardından Uruk'ta
da siyasal bir merkez kurmuşlardır ki, bölgede yapılan
kazılarda bu kentin, Sümer inanışına göre tufandan
önce varolan beş kentten birisi olduğu inanışını doğrulayan bulgular sağlanmıştır.
Bu yerleşimler M.Ö. 4000 yıllarına dek uzanır.
Uygarlık ve Medeniyet
gibi tanımlarda mutlaka kendine yer edinmiş bir unsur olarak
"yazı” nın M.Ö. 3000'li yıllarda Uruk dönemi’nde kullanılmakta olduğuna dair elimizde bulgular
vardır. Yazıyı Sümerlerin mi getirdiği
yoksa, bu bölgede daha önce zaten kullanılmakta mı olduğu
ise bilinmiyor. Bilinen
gerçek yazının bu bölgede geliştiğidir.
Yine de özellikle arkeolojik bulgular ve modern bilim mantığının dışladığı veri kaynaklarından birisi olan "mitolojik" okumalarla iyi-kötü bir tablo oluşturmak mümkündür. Ancak bu iki referans arasında zaman zaman çelişkiler
doğar. Örneğin tarihsel
olarak Sümer Kral listelerinde yer alan, "Tufan" öncesindeki bazı hükümdarlar arkeolojik olarak desteklenmediğinden bir muamma
olarak kalmaya devam eder. Ancak mitolojinin ve bilimsel verilerin ortak fikir bildirdiği kişiler de bulunmaktadır. "Gılgamış Destanı”nın ana karakteri Gılgamış'ın aynı
zamanda Ur kentinden
bir kral olduğunu gösteren
arkeolojik metinler elimizdedir. Gılgamış ile birlikte Ur sülalesinin iktidarı başlar. Ancak
yine de Ur kralları ve efsanelerin ve mitolojik katkıların edebi
yönü de hesaba
katıldığında Gılgamış'ın hayatının kesin ve net çizgilerini çizemiyoruz. Kralın
Nippur'daki yitik tapınağı
onardığı ve Uruk surlarını yaptırdığı kesin olarak
bilinenler arasında yer alıyor…
Sümerler'in Kökeni
Belirtildiği gibi Sümerlerin nereden
geldiği net olarak bilinmemektedir. Ancak konuyla ilgili
çok sayıda tartışma biçimlenmiştir. Bu konu üzerinde tahmin
yürüten uzmanlar
İndüs - Hint kültürü üzerinde
durmaktadır. Ama bitişken yapılı
lisanlarına ve antropolojik bulgulara bakarak onların Hint-Avrupalı ya da Sami kavimlerden ayrı olduklarını söylemek mümkündür. Bu uzmanlardan birisi olan Frankfort'a göre "Sümer" tanımı,
bir insan tipine
işaret eden bir anlam içermemektedir.
Bu adlandırma, konuşulan dil itibariyle geçerlidir. Frankfort'tan hareketle Sümerler'in, Sümerce konuşan
insanlardan oluşan bir halk oldukları söylenebilir.
Sümer efsanelerinden birisi “kayıp bir şehir” den bahsetmektedir. Bu şehrin arkeolojik
izleri bulunmuştur. S. Hooke, Sümerlerden önce Mezopotamya topraklarından bambaşka bir
hayatın izleri arkeolojik olarak saptanabildiğini belirtmektedir. Ünlü din tarihçisine göre Sümerler, deltaya Mezopotamya’nın kuzeydoğusundaki ılık bölgeden
gelmişlerdir. Mitos okumaları, Sümerlerin anavatanlarının, Mezopotamya'dan alabildiğine farklı bir ülke olduğunun altını çizmektedir. Kramer tarafından da ele alınan
bu arkeolojik deliller, Sümerlerin bir kahramanlık öyküleriyle birlikte uzun bir
süre uzmanları meşgul
etmiştir. Bu öykülerden bir tanesi
Enmerkar ve Lugalbanda ismindeki kentlerde ve çevresinde geçmektedir. Bu ise Hazar Denizi yakınlarında bir yerlerde Aratta kent devleti
ile yakın ilişkilerde bulunmuş olduklarını gösterir. Kramer'e göre
önemli olan, beraberlerinde getirdikleri öğelerle yerli
halkın sentezinde güçlü
bir kültürün ortaya çıktığıdır. Kesin olarak bilinen Sümerler'in M.Ö. 4. bin yılının sonlarına doğru Mezopotamya'ya geldikleridir.
Mircea Eliade, bu nokta ile ilgili olarak
şunları söylüyor: "Sami kökenli olmayan
ve bilinen hiçbir başka dil ailesiyle
de açıklanamayan Sümerceyi konuşan bir halkın, kuzey bölgelerinden inip Aşağı Mezopotamya'ya yerleştiği varsayılmaktadır..."
Peki Sümerler gelmeden
önce burada yaşayan
halk kimdi? Bu tarihten önce Mezopotamya'da hüküm sürmekte olan halk hakkında
da elimizde çok fazla
bilgi bulunmamaktadır. Bilinen, Sümerlerin beraberinde getirdikleri yüksek kültürle
paralel olarak onlara
boyun eğdirdikleridir. Frankfort'un belirttiği gibi, el-Ubeyd
dönemine ilişkin arkeolojik kayıtlarda, bir Akdeniz ırkı gözükmektedir. Kahverengi ırk da denen bu insanlar, arkeolojik bulguların büyük
çoğunluğunu oluşturmaktadır. İskeletler oldukça iri ve çıkık çene kemikleriyle bu tipe uygun
bir delil arzetmektedir. Ancak, bazı bulgulara
göre, Akdeniz’e ait olmayan yuvarlak
kafalı, Frankfort'a göre Kuzeydoğu'dan gelme "yuvarlak kafalı" insanlar da bölgede yer almaktadır. Frankfort Mezopotamya'ya yerleşen ilk insanların İran'dan geldikleri üzerinde
durmaktadır. Bu kanı, bulunan çömlek yapımıyla kendisine
güçlü bir dayanak kazanmaktadır. Zamanla “el-Ubeyd” ismi verilen
özenli olmayan süsleme
biçimini benimsemişlerdir. Kadim Mezopotamya uygarlığına
geçiş aşamasında bu yüksek
kültürün işaretleri zaten örtük olarak yer almaktadır.
Sami-Sümer Önceliği Tartışması
M. Bernal'a göre, bölgeye ilk önce Sümerlerin ardından Sami'lerin geldiği şeklindeki yaygın kanı yanlıştır. Yazar, Sami dilinin, İ.Ö. IV. bin yılda Mezopotamya'ya yerleşmiş
bulunduğunun arkeolojik olarak saptandığı üzerinde durmaktadır. Sümerlerin
bölgeye K. Doğu dan IV. bin yılda geldiklerini iddia eden Bernal, yaygın görüşün bölgeye ilk olarak Sümerlerin yerleştiği ve Samiler'in ancak
3. bin yıldaki
göçüne karşı sistematik bir tavır geliştirir. Bernal'ın tarihsel delili “dilbilimsel” dir. Okunan en eski metinlerde
-ki bunlar III. bine dayanan
Uruk metinleridir-, Sami-Sümer dil ikiliğinin bölgede yerleşmiş olduğunu
göstermektedir... Buna karşın S. Hooke geleneksel görüşü savunsa da pek de "emin" değildir. Sümerlilerin deltaya yerleşmelerinden sonraki evrede
Sami Halklarının bölgeye
akın ettiğini belirten
Hooke, bu gerçekliği "yüksek bir olasılık" olarak sunmaktadır. Kramer'e
göre ise bölgeye ilk yerleşenler Sümerler
değildi. Ancak bu konudaki kanıtlar dilbilimcilerden geldi. Antropolog ya da Arkeologlardan değil. Dicle ve Fırat'ın isimleri
(çiviyazısı okumasıyla, idiglat ve buranun) Sümerce
değildir. Bunun dışında önemli Sümer kentlerinin isimleri
de Sümerce değildir.
Bunlar Sümerce konuşmayan bir halk tarafından kullanılmış isimlerdir. Bu halkın
ismi bilinmiyor... Ama Kramer 'e göre onlar: " Sümer ülkesindeki
ilk
önemli uygarlaştırıcı güç, ülkenin ilk çiftçileri, ekimcileri, hayvan
yetiştiricileri idiler...”
M. Bernal'da da gördüğümüz gibi “Dil Tarih
Coğrafya dergisi”nde yayınlanan bir makalesinde Çivi Yazısı uzmanı Landsberger, yerleşim
ve ırmak isimlerinde Sami etkisi
üzerinde durur. el-Ubeyd kültürünün yine de Sami etkisine
açık olduğu üzerinde durur. Kesin tarihsel delil olmamasına rağmen, yine de Samilerin bazen barışçıl,
bazen de saldırgan bir şekilde el-Ubeyd ile ilişki kurdukları tahmin ediliyor.
Sonuçta açıktır ki, Sümerce de çok sayıda Sami kökenli sözcük vardır,
ve panteonda da çok sayıda Sami Tanrısı
bulunmaktadır.
Sonuçta Kramer’e göre: "Sümer ülkesine Proto Fıratlılar’ın ardından Samilerin geldiğini ve Sümer'de iki halkın kültürünün melezleşmesiyle Sami öğesinin olasılıkla baskın olduğu görece yüksek ilk uygarlığı
ortaya çıktığını varsaymak
akla yakın gibi görünmektedir..."
Tarihsel sınıflandırmalarda Sümerler 4 bölümde incelenmektedir:
Sümerlerin ortaya çıkışı,
3500-3200
Uruk devri, yazı, 3200-3100: Uruk dönemi, yazıya
yeni geçilen dönemdir
ama bu buluş pek yerleşmemiş olduğundan konuyla
ilgili bilgilerimiz daha çok mitolojik ve arkeolojik bulgulara dayanır. (H. Frankfort'a göre, Mezopotamya’nın en eski yazılı belgeleri pratik
amaçlarla ilgilidir. Büyük ekonomik faaliyetlerin, yani tapınak topluluklarının günlük işlerinin yürütülüp yönetilmesine yardımcı olurlar.
İlk yazı örnekleri bir kamışı, balçık
tabletler üzerine
bastırmak suretiyle gerçekleşmişti. Erek tapınağında bunun
en eski örnekleri bulunmaktaydı. Bu örnek, tapınağın işlerinin yürütülmesine yardımcı
olan not defterleri niteliği taşımaktaydı. Başka örneklerde, alışverişi yapılan nesne ve yapılan işlemler, tanıklıklar vb. silindir
mühürlerin şekilleri
bulunmaktaydı. Mısır’dakiler ise, krallık anıtları
üzerine yazılmış
efsane ve kral memurlarının kimliklerini veren işaretlerdi... Mezopotamya'da sanat, dinsel nitelikteyken, Mısır sanatında, anlatıların temel konusu Kralların
işleri ve tarihsel
konulardır. Benzer bir karşılaştırma dini yapılar
için de geçerlidir. Mezopotamya'da anıtsal
yapılar, Tanrılar için düzenlenmiştir.
Mısır'da ise Krallar...(Krallarını tanrı olarak
kabul ettikleri kabul edilirse, bence Mısır anıt yapıları
da Tanrılar için yapılmıştır denebilir.) Dönem bazı tarihçiler tarafından Sümerlerin “Kahramanlık Çağı” olarak adlandırılır. Döneme ilişkin
en önemli bilgi kaynağı, Gılgamış'ın hikayesinin anlatıldığı sonraki döneme ait tabletlerdir.
Erken Sülaleler devri,
2.900-2.350
Ur ve Lagaş Sülaleler devri, 2.500-2350 şeklinde tarihsel dilimlere ayrılabilir.
Kent
Planı ve Yönetim Şekli
Sümer medeniyeti, özellikle yazının etkin ve sistemli
olarak kullanımı ve yerleşik
kentleşme planındaki yetkinlik ile uygarlığın beşiği olarak
kabul edilir. Sümer
kent devletlerinde şehir
planı merkezde bir tapınağın bulunduğu modeli içerir. Frankfort'un aktardığı gibi günümüze
el-Ubeyd döneminden kalma bir tapınak
ulaşmıştır. Yeri,
"Tepe Gavra” dadır. Ama bu yazının
bulunması dönemiyle kıyaslandığında oldukça küçüktür. Okuryazarlığa Geçiş Dönemi’nde Erek’ te Tanrı Anu tapınağı, 400 metrekarelik yapay bir tepe üzerine kurulmuştu. Tepenin tabanına yakın bir yerde tanrıça
İnanna için yapılmış bir tapınak vardı.
Günümüze dek kalan
en iyi tapınak mimarisi
Ur zigguratı’dır. Ancak, kule tapınak şeklindeki bu form ile tapınakları birbirinden ayırmak
lazım... Kule Tapınak
şeklindeki çalışmanın en ünlüsü Babil Kulesi'dir... Ancak, her tapınağın mutlaka bir zigurratı
yoktur... Bazı tapınaklara neden zigurrat koyulduğunu bilmiyoruz. Özel yerleşimdeki evlerin tapınağın etrafını sardığı görülür. En dışta da, şehri koruyan duvar-surlar karakteristik bir biçim arzeder.
İnsanlar arasındaki ilişkide belirgin değer-kriter "aynı kente ait" olmak bilincidir. Siyasal yetke aynı kente
ait olmak noktasında eşit yetkilere
sahip vatandaşların elindedir, bu duygu ve kriter,
içseldir. Kente bağlılık güce başvurularak oluşturulamaz. Eski toplumsal yapıdaki gibi,
bağlılık, akrabaya ya da kan bağına
yönelik değildir.
Şehirleşme doğal
yaşamdan koparak,
yeni bir doğa yaratma süreci olarak tanımlanabilir... Dışarıyla olan ilişkiler
de bu ayrıcalığa göre anlamlı hale gelmektedir.
Her şehir bağımsız bir siyasal
birimdir. Bu siyasal birimin "ayrılığını" vurgulayan temel unsur Tanrı'lardır. Her bir kentin ayrı tanrısı vardır. Eridu,
Uruk, Lagaş, Kiş Nippur,
Umma ve Erek gibi isimler taşır şehirler. Bu kent devletlerinin su ve toprak
gibi meselelerden dolayı
birbirleriyle ve göçebe kavimlerle zaman zaman savaştığına dair elimizde
kayıtlar vardır.
Bilinenlere göre Mezopotamya'nın bu ilk dönemlerinde üç temel sınıf
bulunmaktadır. Askerler, din adamları ve çalışanlar (köylüler)... Şehrin
egemenleri oldukları süreçte
“Ensi” ismini alan din adamları
önderliğinde çalışma sistematiği ciddi bir gelişim göstermiştir. Bu gelişimin bir diğer getirisi, elde edilenlerin sınıflandırılması sürecinde, matematik, astronomi ve takvim gibi unsurların gelişmesini sağlamıştır. Yüzeysel gözükse de Rahip kralların yönetimini, teokratik
bir sosyalizm olarak tanımlamak mümkündür.
Bu sonucu çıkarmamızı sağlayan
temel nedenler, üretim araçlarının ortak mülkiyeti (toprağın, geçim amacıyla vatandaşlara dağıtılması), ortak birikim (elde edilen ürünlerin, halk adına belli bir merkezde
toplanması) ve ihtiyaç kriterinde dağıtımıdır. (Elimizde, tapınaktaki birikimin halkın
ihtiyaç duyduğu dönemlerde paylaşıldığına dair bulgular bulunmaktadır.) Kramer'in aktardığı gibi, oldukça eski zamanlara
dek uzanan bir siyasal meclis uygulaması da bulunmaktadır. Yapılması gerekli işleri yürütmekle görevli bir yaşlılar meclisi,
ya da halk meclisi terimlerine arkeolojik kayıtlarda rastlanmaktadır. Bu ise Yunan ve Roma devletleriyle karşılaştırılması sonucunu
doğurur. Bu dönemlere ilişkin bilgi kaynağımız bir hayli azdır...
Bilgilerimizin arttığı
çağların başında gelen
"Eski Hanedan" zamanında
ise bu yapının tek kişinin
yönetimi ile dağıldığı
bilinmektedir.
Demokratik yönetim
neden dağılmıştır? Frankfort'tan hareket ederek, bir kaç başlık oluşturabiliriz:
Görüşmeler yaşlıların rehberliğinde, oybirliğine yakın bir görüşe varana dek sürüyordu.
Bu zamansal
uzamaları dayatıyordu.
Hızlı kararların alınması gerektiği durumlarda Mezopotamya, Roma gibi, kendini bir diktatörün eline teslim
etti.
Bu kişiye
“büyük adam” anlamına
gelen Sümerce sözcük,
Lugal ismi verildi.
Başlangıçta bu geçici bir görevdi ve acil durum sona erdiğinde, otorite iade ediliyordu.
Ancak, şehirler arasındaki rekabetlerin büyümesi acil
durum
sistematiğini uzun zamanlara yaydı.
Bu ise siyasi erkin belli ellerde toplanması sonucunu doğurdu.
Kuşkusuz bu tip bir görev için en önemli
aday, Tapınak sorumlusuydu...
Bu ise, kent tanrısının temsilcisi olarak
büyük bir rol oynayan
kişiye “Ensi”, “vali”, “tanrının valisi”
anlamına gelecek
bir tanım zorunluluğunu getirdi.
Bu kişi dayanağını, kentin tanrısının seçip atadığı
şeklinde açıkladı. Meclis
adına ve meclisin vekili olarak
davrandığını söyledi.
Bu savunular ise Asur'un sonuna
kadar
yaşadı...
Süreç içerisinde Ensi'nin gücü büyüdü. Meclisin yetkileri
elinden tamamen alınmamış olmakla birlikte, terazide
Ensi ağır basmaya
başladı. Ensi'nin
kendisi için ayrılmış kamusal toprağı ortak mülkten ayırıp,
bağımsız bir saray mülkü yaratmak yolunda
kullandığı görüldü. Belli tabletlere göre, çok sayıda
meslek grubunun ensi’ye
bağlı olarak faaliyet
gösterdiği görüldü. Eşitlikçi toplum böylece
değişti…
Hukuk ve Amargi
Sümerler, hak ve adalet gibi
kavramlara büyük
değer veriyordu. Bilinen ilk
Sümer kanunu M.Ö. 2350’li yıllarda Urukagina tarafından yapılmıştı. Kitabesinde Urukagina, amacının
“zayıfın ezilmesini önlemek ve suiistimalin önüne geçmek”
olduğunu belirtir.
Frankfort'a göre girişimleriyle, ekonomik
güç ve haklar, yeniden
yalnızca topluluğun en önemli organı olan tapınağın eline geçmiştir
ve Urukagina bir Ensi'dir. Lagaş Tanrısı
Ningirsu ile yetimi ve dulu güçlünün eline vermeyeceği yolunda
sözleştiği iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Aristokratik kazançların önüne geçmiş, aşağı tabakadan insanların mülkleri üzerindeki hakları korumuştur. Halkın desteğini alan Ensi yine de komşu Umma kenti yöneticisi
tarafından ortadan kaldırılmaktan kurtulamamıştır. Umma kentinin Ensi'si Lugalzaggisi ise, Sargon tarafından yenilerek tarih sahnesinde çekilmiştir. Kramer'e
göre, bu hükümdar
zamanındaki belgeler, insanın insana karşı ne kadar acımasız olabileceğini gösteren karanlık
bir tablo sunmaktadır.
Yolsuzluklar dizisine
önlem olarak hayata geçirilen bir reformu
açıklamaktadır. Bu belgede insanlık tarihindeki ilk özgürlük sözcüğünü görüyoruz. Amargi-Anaya dönüş anlamında bu belgede kendisine yer bulmaktadır. Ayrıca, Üçüncü
Ur Sülalesi’nden Ur-Nammu
da bir dizi kanuna imza atmıştı. Hammurabi'nin ünlü kanunları o zamana dek yapılmış Sümer kanunlarının derlenmesinden oluşuyordu. Kramer'e göre 2700'den
itibaren, yazılı hukukun büyük rol oynamaya başladığına dair elimizde bulgular
var. Bu tarihte, ev ve köle satışlarını içeren satış işlemleri bulunmaktadır.
Mezopotamya Sosyo-Ekonomisi
Mezopotamya da doğal koşullar, Mısır'da olduğu gibi uygarlığı geliştirmeye müsait değildi. Basra'da
ilkbahar gelgitleri, güneyden esen fırtınalar, ırmakların 60-70 cm ye varan taşmaları, kuzey bölgelerdeki ve daha güney bölgelerdeki anormal yağmurların nehirlere binen yükü, Mezopotamyalıların
Tanrıların kendilerini yok
etmeye
geldiğine
dair sanılarını biçimlemiştir. Frankfort'a göre, bu korku duygusu,
kentleşmenin ve doğayı biçimlemenin insana verdiği güven duygusunu zedelemektedir. Bu haliyle,
Mısır'da gözüken, seçkin imparatorluk, tanrıların kayırdığı ülke vb. kendine güven unsuru bu topraklarda gözükmemektedir. Korku, teolojide işlenip
geliştirilmiştir. Her kentin bir tanrı tarafından yönetildiği görüşü de bu korkunun
eseridir. Kramer’de
aynı fikirdedir. İnsana ve yazgısına pek aşırı güven duymamaktadır Sümer insanı... İnsan çamurdan yoğrulmuştur ve yalnızca
tek bir amaçla yaratılmıştır: Tanrılara hizmet etmek...
Mezopotamya'da temel
uğraş tarımdır... Tapınağa
ait toprakların bir bölümü, herkes
tarafından işlenmekte ve herkesin
yararlanması sağlanmaktadır. Bu ise, dörtte birinden fazla
olmayan bir bölümdür. Bir anlamda kamu mülküdür.
Toprakların diğer bölümü, topluluğun üyelerine paylaştırılmaktadır; amaç onların
geçimlerini sağlamaktır. Tanrının topraklarında, herkes çalışmaktadır. Tapınak
topluluğunun başı olan din adamı herkese düşen görevleri saptamakla yükümlüdür.
Tapınak görevlilerine de geçimlerini sağlamaları için toprak
verilmişti.
Bu dönemde,
kusurları olmasına rağmen, ilginç
bir paylaşım mantığı ve geleneği
gözüküyor. Konuyla ilgili
ilginç notlar alınabilir:
Mezopotamya’da çalışmayan bir sınıf bulunmuyor. Üyelerin eşitliği
ilkesi baskın...
Köleler ise yerli halktan
değildir, yalnızca dışarıdan ve savaş tutsaklarından edinilmektedir.
Dağıtılan toprak parçaları elbette eşit değildir ama büyük mülk sahibi kişilerin bulunduğunu gösteren
bir kanıt yoktur.
Kendisine toprak verilenler listeler halinde
belgelidir... Bunlar içerisinde
kadınlar
da bulunmaktadır... Bu ise kadınların da tapınağa
hizmet ettiğini göstermektedir. Kadının
önemli
hakları vardır... İş ilişkilerine girebilmekte ve mülk sahibi
olabilmektedir. Ama erkek egemen sistem belli noktalarda kendini hissettirmektedir... Örneğin kadın, çocuk sahibi olamaz ise erkek tarafından boşanabilir. Erkek bu durumda ikinci bir kadınla evlenebilirdi. Sümerlerde, tek eşlilik
vardı. Nikah kayıtlara geçiyordu. Şahitli
ve aleniydi bu etkinlik.
Mezopotamya insanının birçoğu kendi tarlalarında çalışırdı. Halkın yaşamı,
mevsimleri baz alan bir takvimle düzenlendi. Her kentte yılın
en büyük olayı,
12 gün kadar süren
“yeni yıl şenliği”
idi. Tarım için kritik bir dönem olan bu şenlikler, doğanın
yeniden canlanmasını simgeliyordu. Kuşkusuz birey
için ölüm kalım meselesi olan bu gelişmeler, bireyin katılımının zorunlu olduğu ritüelleri doğurdu.
Buradaki temel problemin, doğa ile ilişkiyi sürdürmek olduğu biliniyor. İnsanın doğadan
kopuşu henüz böylesine
erken bir zamanda bile bireyleri meşgul etmiş ve rahatsız kılmış gözüküyor.
Bu kaynaklardan ve belgelerden öğrenildiği kadarıyla, Mezopotamya'da profesyonel askerlik bulunmaktaydı...
Bunlar mızraklılar ve kalkan taşıyıcıları olarak görev yapıyorlardı ama barış zamanlarında kamışlıklarda kamış
devşirmekteydi... Bunların dışındaki erkekler
de askere alınmaktaydı. Kuşkusuz
memurlar vardı ama, Mezopotamya’da iyi örgütlenmiş tarımsal faaliyet uygun doğa koşullarıyla yeterli fazlayı üretmeye
yetiyordu. Çoğu Mezopotamyalının asli görevi topraktı
ancak, toplumsal işbölümünün diğer faaliyetleriyle de ilgilenmekteydiler.
Bununla birlikte özel mülkiyet sınırlı da olsa bulunmaktaydı. Örneğin,
bir balıkçı tapınak
için ayırdığının dışındaki balıklarla istediğini yapabilirdi... Planlı ekonominin çerçevesi içinde,
geniş bir özel girişim
çemberi oluşturulmuştu... Bu ise, kimi yerlerde, toprak
için ödenen kiranın gümüş olarak
ödenebilmesi uygulamasıyla açığa çıkmaktadır. İhracat ve ithalat
da merkezden örgütlenmişti. Mezopotamya’ya gelen ürünler içinde, bakır, altın, gümüş, kurşun, kereste ve değerli taş bulunurken, dışarıya verdikleri en iyi şey toprak ürünleri değil,
yün giysiler, duvarlara asılan
dokumalar ve kilimlerdi... Arkeolojik bulgulara
göre, Sümer araç, silah ve mücevherler geniş bir alana yayılmışlardı... Tapınağın, toplumsal
fazlayı, gerektiğinde insanların
yararına kullandığına dair belgeler mevcut.
Din ve Kozmoloji
Sümer'de evreni oluşturan
temel parçalar, gök ve yer idi... Evren için bu anlamda kullanılan sözcük, birleşik
"gök-yer" anlamına gelen
"an-ki" idi...
Dünya bir disk şeklinde tasarlanıyordu... Üzerinde ise
boşluk vardı ve bu boşluk,
bir kubbe ile kaplanmıştı. Gök ile yeryüzü arasındaki maddeye ise "lil" ismini veriyorlardı. Bu madde yayılır ve hareket
ederdi. Gök ve yeri ise deniz çevrelerdi... Evren,
suyun içinde sabit ve hareketsiz dururdu... Deniz ilk nedendi, "ana hareket ettirici” olarak
dikkate değer bir işlev üstlenmekteydi. Gök ile yeri ayıran atmosferden de, göksel küreler oluşmuştu.
Evreni denetleyen ise, insanlardan daha kusursuz, ölümsüz tanrıların oluşturduğu tanrılardı. (yaşamın
ilk kaynağı olarak
“su”, Mısır varlıkbilimiyle paralellik sunar)
İnsanlar arasında
gerekli olduğu düşünülen hiyerarşi tanrılar
arasında da hakimdi... Yaratıcı ve yaratıcı olmayan tanrılar
arasındaki fark belirlendi ve kozmosu oluşturan, gök, yer, deniz ve hava’ ya (toprak, hava,
su, ateş) hükmeden
tanrılar “yaratıcı
tanrılar” olarak
kabul edildi. Kramer'e göre Mezopotamya'da ilerleyen yıllarda
dogma haline gelecek "söz
" ile yaratımın kökeni bu sınıftaki
yaratıcı tanrılara dayanmaktaydı. Yaratıcının yapması gereken tek şey, yaratımın planını
yapmak, sözü söylemek ve ismini
koymaktı. Kaydadeğer figürler olarak yazgı tabletlerine burada
kısaca değinmekte fayda vardır.
Me’ler, evrenin yönetiminde kritik bir işlev üstlenirler. Bu konudaki bilgi sahibi olduğumuz
mit, İnanna ve Enki mitosudur. (Bottero'ya göre, “me” bizim için karanlık
bir kavramdır. Anlaşılması oldukça zordur. Bottero
şöyle açıklıyor: "Bir “me” bir kültürel alandır..." Bu kültürel kazanımlar, aynı zamanda tanrıların bir buluşu ya da kararıdır. Me adı verilen
nesneler, uygarlığın öğelerinden her birinin ortaya çıkışı ve işler hale
gelmesi için
zorunluydu. (Söz konusu
mit'i anlatan kişi mitos içinde
tam dört yerde, yüz küsür “me”yi sıralamaktadır. Me'ler içerisinde yalnızca
, tanrıların ve insanların, etik adalet ve eşitlik duygularına verdileri öneme
rağmen doğruluk< barış ve iyilik
düzenleyicisi kurallar yer almaz..
Aynı zamanda Me’ler listesinde yalan,
didişme ağıt ve korku da bulunur....
Temel tanrılar ve İnsan karakterleri
Sümerde her şehrin tanrısı vardı.
Ama tüm Sümer için önem taşıyan Tanrılar, Gök Tanrısı Anu, yer Tanrısı
Enlil ve su ve toprak Tanrısı Enki idi. Frankfort'a göre korku unsuru
tanrıları büyük oranda belirlemişti... Mısır'ın
aksine, hiçbir
yönetici Tanrı ile özdeşleşmemişti... Ama her tanrının bir halkı olduğu
inanışı hakim halde kaldı. Burada tüm kentler
birbiri karşısında eşittir. Bu eşitlik
her birinin belli bir tanrının hizmetkarı olması
ölçüsünde gerçekleşir. Bir kentin tüm nüfusuna, "x
tanrısının" halkı denilmekteydi.. İnsan biçimli ve karakterliydi
Tanrılar... Yemek yemek,
nesil yaratmak, ailesini geçindirmek vb. gibi çok sayıda
insani özellikleri vardı... Anu, başlangıçta merkezi
Erek’in etkin
gücüyle paralel olarak önemli
bir tanrı iken, ilerleyen zaman dilimi içerisinde gücünden
önemli oranda
yitirdi. Tüm Sümerde
en önemli tanrı Enlil’di. Baştanrı idi tanrıların babası,
göğün ve yerin kralı idi.
Enlil aynı zamanda günlük
işlerin düzenlenmesinde oynadığı rol ile kritik ve yararlı bir tanrıdır insan için.(Elimizdeki ilk bulgularda Enlil,
tanrıların felaketlerini uygulayan
tanrı olarak gözükmekteydi. Ama bulunan son bulgularla bu fikir değişti...) Ninhursag-Ninmah ise yaratıca
tanrıca, bazı metinlerde ismi
Enki’nin üstünde yer alır. Olasılıkla An'ın
eşidir. An ve Ki bütün tanrıların ebeveyni
olarak düşünülmektedir.
Bilinen kentler
ve tapınma merkezleri şunlardır:
Kiş kentinde Nintud'a tapınılır
Ereh'te Anu ve İnanna'ya tapınılır.
Nippur'da Ninlil'e
,
Eridu'da ise Ea ve Damkina hüküm sürer.
En
Ürkütücü Dini Sistem
Bu dini, tüm dini yapılar içindeki
en ürkünç yapı olarak tanımlayan G. Messadie'ye göre, Mezopotamya'nın tanrıları asla Zeus gibi sevimli
olmamıştır. Yaşanan
doğal felaketle, Mezopotamya’da yaşayanlara Tanrıların insan soyunun
dostu olmak zorunda
olmadıklarını öğretmiştir. Yazar Mezopotamya tarihinin şaşırtıcı
biçimde karışık
ve bilinmeyenlerle dolu olduğu üzerinde
durur. Benzer bir karmaşa, Mezopotamya dini için de geçerlidir. " Günümüzde, Mezopotamya’nın yaklaşık dört bin
tanrısının
kimliklerini
deşifre
etmek için bir bilgisayar gerekir..."
Benzer bir görüş Mezopotamya uzmanı Georges Roux tarafından bildirilir, "Mezopotamya tanrılarının rasyonel bir sınıflandırılması pratik olarak imkansızdır. çünkü bizim mantığımız eskilerinkiyle aynı değildir." demektedir.
Belli başlı tanrılar şunlardır:
Anu: Gökyüzünün
efendisi. Diğer tanrıların babası
Nintud: Ana tanrıça, bakire. 41 değişik ismi var. Babil'de
ölüler ülkesi kraliçesine dönüşür. Hamilelik Tanrıçası. Anaerkil toplumun
izidir. Erkeği
kil'den yaratmıştır. Bir diğer ismiyle
MAMA....(Nergal)
İninna: Göksel bakire
Ereşkigal: İnanna'nın kız kardeşi.
Cehennemlerde hüküm sürer.
Hüküm alanı cehennem olan Nintud ile kardeştir.
Enki: Su tanrısı(Ea)
Enlil: Yeryüzü tanrısı
Ninlil: Enlil'in eşi.
Damkina:Enki'nin eşi.
Utu: Güneş Tanrısı... Ölülerin yargılayıcısı... Geceleyin
ölüler aleminde yolculuğuna devam eder ve orayı gündüze
çevirir.
Nanna: Ay Tanrısı ... Ölülerin
yazgısını belirler... (Son iki karakterin işlevi, Puşkin Müzesi'nde sergilenen tabletlerde yazmaktadır. S.N.Kramer sf 177
Kuşkusuz tüm bu hiyerarşi içinde en önemlisi Bilgelik tanrısı Enki'dir. Enki ile
ilgili bu bilgiler, Bottero'dan derlenmiştir.
ENKİ
Enki'nin hükümdarlığı Eridu'dadır. İki ırmak ağzını
Hint okyanusuyla birleştiren bölgeye yakınlığı
önemlidir. Tapınağının adı, Engur, ya da Apsu olarak adlandırılır. O zamanın inanışına göre, yerin altını kaplayan su kütlesini temsil eder. Enki birleşik
bir sözcüktür. Yeryüzünün sıvı temeli olarak gözüküyor. Aşağısı...
Enki'nin giderek tüm Mezopotamya için geçerlilik kazanmaya başlayan
hiyerarşik düzlemde üç önemli tanrıdan birisidir. Konuyla
ilgili en önemli bilgi kaynağımız Enki ve Ninhursag isimli metindir. Bu anlatıya göre Enki,
çöl olan bir yeri, Dilmun'u tatlı su getirmek suretiyle yaşanır bir yer haline
getirmiştir. Mit'in
devamında, doğurganlığı destekleyecek enseste,
kızı ve torunu
ile cinsel ilişkiye girer ... Medeniyet gelişse de lanetlenmiş olmalıdır. Çünkü parçalar
yeniden birleştiğinde vücudundaki yaralar iyileşsin
diye şifalı otlar sunulmaktadır kendisine...
Bu metin
Enki'nin görevlerinin daha ayrıntılı olarak gösterildiği “Enki ve Dünyanın
Düzenlenişi” isimli bir metnin temelini oluşturur. Bu metinde Enki dünyayı
düzenler, her parçayı
ayarlar, yazgıyı
belirler... İşe kendi ülkesi
Sümer’den başlar, güneye Ur’a iner, Hint yarımadasının batı kıyısına ardından
Tilmuna...Ticareti yönlendirir... Emri altındaki
uzman tanrılara
yükümlülüklerini açıklar. O, kültürü ve yaşam kalitesini yönetir.
Enki'nin Me'ler üzerindeki
otoritesi itibariyle, İnanna'nın Me'leri çalış mitosu,
uygarlığın yaratıcısının Enki olduğunu net olarak ortaya koyar.
Enki, aklın ve zekanın
sembolüdür. Birçok mitolojik metin,
Enki’nin her sorunla başedebildiği üzerinde durur. Göründüğü kadarıyla Enki’ nin insanları yaratması da teknik bir sorunu halletme ihtiyacından doğmuştur. Birçok
mitosta da gözüktüğü
gibi insanın yaratıcısı, onun dünyasının düzenleyicisi olarak
gözüken Enki, gönderilen felaketlere karşı kendi yaratımını da korumaktadır.
Görüleceği gibi süreç içerisinde
“Enuma Eliş” destanında, baştanrı konumuna
Marduk yükselirken Enlil ve Anu, iktidarlarını yitirirler... Ancak
bu hikayede Enki'nin
gücünü ve otoritesini koruduğu görülür. Enki, Apsu ve Tiamat'ın
ilk karşı koyuşunda Apsu’yu yener ve öldürür. Tiamat’ın ikinci saldırısında ise Marduk gibi bir kahramanı gösterir. Evrenin
hakiminin yanındaki danışman, savaş veya vahşet
değil, teknik ve bilgelik
tanrısıdır. Ea, iktidarın
teknik işleviydi...
"Ea olaylara öyle sinsi bir işbirlikle ve şark kurnazlığıyla müdahale eder ki hilelerinin ardında gizlenen başarısı ilk anda görülmez..." sf. 271
Enki daima iktidarı
elinde tutanın yanındadır. Önemini hiçbir dönem kaybetmemiştir. Etkin değildi, yönetim
ve siyasal yetkesi yoktur,
ancak düzenleme, denetleme yükseltme vb özellikleri vardır.
Enki'nin bu rolü, hangi olgulardan etkilenmiştir sorusunu soran Bottero,
apkallularla ilgili bir mit üzerine bilgi
verir. Enki’nin, bunları
nasıl varettiği ve insanların karşısına nasıl çıkardığına ilişkin bir mittir...Bu miti, Yunanca özetleyen
Berossos isimli Babilli bir rahip İ. Ö. 300’e doğru şu bilgileri veriyor:
" Babil'de başka yerlerden gelmiş bir takım insanlar
Kalde’de yerleşmişti. Burada hayvanlara benzer ilkel yaşantıları vardı...İlk sene kıyıda, Kızıl Denizden çıkan Oannes isimli bir canavar
belirdi. Vücudunun
tümü balık vücudu
idi ve başının altında başka bir baş ve insanınkilere benzeyen
ayaklar vardı...Günlerini insanlar arasında geçiren ve hiç yiyecek almayan bu canlı yaratık
onlara yazıyı, bilimleri
her tür tekniği, hukuk, geometri
ve inşayı öğretti...
Onlara tahıl ve meyve yetiştirmeyi , sonuç olarak uygar hayatı oluşturan her şeyi öğretti...Öyle ki bundan sonra insanlara hiçbir şey şaşırtıcı gelmedi. Güneş battığında Oannes,
gecelerini suda geçirmek
için denize dalıyordu, çünkü hem karada hem suda yaşayabilen bir yaratıktı... Sonradan benzer başka yaratıklar da ortaya çıktı... Bunların
sayısı 7 idi... "
Anlatıcıya göre bunlar
Tufan öncesi saltanatlara bağlanmaktaydı. Apkallular bu yaratıklardır... Ayinlerde
kötülük kovma ayinlerinde kullanılır. Sazan balıklarına benzetir
anlatıcı onları. Onlar yer ile göğü tanımlayan tanrısal düzlemlerin başarısını sağlamıştır...
Bir diğer önemli destan olan Erra Destanı'nda olağanüstü
becerikli sazan balıkları
Apsu’nun yedi apkallu'sundan söz etmektedir.
Bir diğer belge, Selefki döneminden kalan bir listede bilgelerden bahsedilir. Listede Arapların vezir diye adlandırdıkları bilgeler yer alır ve 8 kişidirler... Ne olursa
olsun, muhtemel olan yönetime yardımcı
olan bilge kişilerdi. Görünüşe göre Apkallu,
ummanu’nun üstünüdür. Onlar Enki’ye bağlıdır... Bunların
ilki Adapa, ikincisi, Uanna yani Oannes’tir. Bu kişilerin, Uygarlık sürecine yaptıkları katkıların Enki ile paralel olarak mitleşmiş
olmaları hiç de garip değildir.
Sümerler ile başlayan dini disiplin, başta Yahudilik-Hristiyanlık ve Müslümanlık olmak üzere
çok sayıda din üzerinde etkin,
görünür ve net etkilerde
bulunmuştur. Sümerlerin yanlarında getirdikleri kültürel
öğelerle, yerli halk
ile giriştikleri sentezin
sonucu olarak ortaya belli başlı mitos hikayeleri çıkmıştır.
Bu hikayeler, Akad-Babil-Asur sürecinde bazı değişikliklere uğrasa da genel olarak ortak kökene
dayanmaktadır.
Bu yazıda
yararlanılan kaynaklar:
S. N. Kramer,
SÜMERLER, Kabalcı Yayınevi.
S. Hooke,
Ortadoğu Mitolojisi, İmge Kitabevi.
Henri Frankfort, Uygarlığın Doğuşu, İmge Kitapevi, 1989
Jean Bottero, Yazı, Akıl ve Tanrılar, Dost Kitapevi, 2003
Jean Bottero, Eski Yakındoğu, Dost Kitapevi, 2005
M. Eliade, Dinsel
İnançlar ve Düşünceler Tarihi,
Cilt 1. Kabalcı Yayınevi
G. Messadie, Şeytanın
Genel Tarihi, Kabalcı...
M. Bernal,
Kara Athena, Kaynak
Yayınları.
N. Çelik, Yrd. Doç, İlkçağ
Tarihi ve Uygarlıkları. Nobel Yayınları
0 yorum :: MEZOPOTAMYA TARİHİ ve KÜLTÜRÜ
Yorum Gönder