Mustafa Çölkesen
"Suların sesini dinle şimdi, Ormanın fısıldayışlarını, Yarılıyor dağların göğsü Bir aşkı dinlendirmek için.. "
Zaman hem gençlik hem de yaşlılık evresinde hızlanır, birinde yaşama, diğerinde sona doğrudur bu, sona doğru ama, tıpkı ilk kez, gençliğinde yola çıkar gibi bir hayatı yaşamak, hayatın cenderesinde yıpratılmış yaşlıların pek çoğunun altından kalkamayacağı bir iştir bu..
Sanırım bir kaç yıl önce,
pandeminin öncesinde, oturduğum semtte “Laiklik” başlıklı bir etkinlik
düzenlendiği haberini almıştım. Bu semtte 20 yıldan fazla bir zamandır oturmama
rağmen bu tür etkinlik düzenleyecek bir çevrenin varlığından hiç haberim
olmamıştı, kim bunlar derken, TKP’den bir süre önce ayrılmış “Türkiye Komünist
Hareketi” isimli bir parti çevresi olduğunu öğrenip, etkinliğe katıldım, iyi
bir konuşmacıyla son derece akıcı bir etkinlik gerçekleştirdiklerini
hatırlıyorum.
Birkaç gün sonra telim çaldı, her
zamanki nazik sesiyle “Mustafacığım, etkinlikte bir aradaydık, ama yıllardır
burada oturmamıza rağmen tanışmamışız, müsaitsen bir çay içelim..” demişti
Mustafa Sarıbaş ağbi, eh bizde artık eski tüfekler sayılırız ve ağabeyliğin
bizde hep hatırı vardır, kısa süre sonra buluştuk Mustafa ağbi ile..
Emekli öğretmenmiş Mustafa
ağabey, onun eğitimci temeli, konuşmasının tonundan, “anlayışlı, yumuşak
yaklaşımından” hemen anlaşılıyordu, ama aynı zamanda eski yılların insan profilinden
aşina olduğum “sıcakkanlılığını” hemen farketmiştim, hemen ağabey-kardeş hukuku
oluştu aramızda..
Mustafa ağbiyle haftada 2 kez
buluşup, kısa metrajlı yürüyüşler yapıyorduk, kalp hastasıydı, kalbinde pil
bulunuyordu ve ansızın kazandığım ve çok değer verdiğim eski kuşak sosyalist
bir ağbim için, gelecek için bir tedirginlik duyuyordum.
Genellikle bir kafetaryada çay
molası ile sonlanan yürüyüşlerimizde 80’den önce tarihsel TKP’nin bir üyesi
olarak hem eski Öğretmenler Sendikası’ndaki, hemde TKP’nin “Atılım dönemi”
(1974) zarfındaki faaliyetleri hakkında konuşuyorduk; tesadüf o ki, bende o
zamanlar, tarihsel TKP’nin ilk kadroları arasında eşsiz bir yeri olan Hikmet Kıvılcımlı
ve onun 1960’lara kadar TKP içindeki çileli mücadelesi hakkında yazılmış, zaman
zaman bana “adeta o yıllardaymışım hissini” veren şahane bir kitabı ( TKP ve
Hikmet Kıvılcımlı) okuyordum, zaten daha ilk tanışmamızda “ağbi ben troçkizm
geleneğinden geliyorum, aramızda sıkıntılı mevzular olabilir..” diye uyarmıştım
onu, ancak temelimiz dostluk olduğundan olabilir, beni cevapsız bırakmıştı
Mustafa ağbi, bizim gençlik dönemimizde TKP, 2 hain tarafından TBKP adını
alarak tasfiye edildiğinden, TKP tarihi
hakkında çok da ilgili değildim o zamana kadar, ancak hem Mustafa ağbi ile
tanışmam hem de o konuyla ilgili bir kitabı okuyor olmam, sürecin ana hatları
hakkında bilgi edinmemi sağladı, Mustafa ağbi ise verdiği canlı örneklerle
bilgimi pekiştirmiş oldu.
Pandeminin en sıkıntılı
günlerinde -ben onun sağlığını riske etmek istemediğimden- tedirgin olsamda bir
süre yürüyüş-sohbetlerimizde devam ettik, o günlerde bile Mustafa ağbi “20’li
yaşlarda bir partizan gibi” partinin “Manifesto” isimli 3 aylık dergisini
semtte tanıdıklara dağıtıyor, Yeni Ülke Dergisi’nin çıkış haberlerini paylaşıyor,
Gazete Manifesto’da yayınlanan çeşitli yazıları da cep telinden gönderiyordu,
arada zoom üzerinden yeni eğitimciler sendikasının toplantılarını yapıyordu, açıkçası
2000’lerden bu yana -yaşına rağmen- bu
denli aktif ve iletişim içinde bulunduğu çevreler üzerinde bu denli etkili ve
saygın bir kişiye hiç rastlamamıştım..
Ama hastalığı hep beni tedirgin
ettiğinden, zaman zaman söyleşilerle aktardığı anılarını toparlayıp,
arşivlemesini önermiştim, planları arasında olduğunu öğrendim ama sendikal
çalışma konusunda gündelik pratiği bu çalışmayı hep engelliyordu sanırım.
Bir gün WhatsApp’dan gelen
mesajlarda kesinti olması dikkatimi çekti, aradım ve rahatsızlandığını öğrendim,
bir enfeksiyon nedeniyle 8 kez kalp krizi geçirmişti, kaldırıldığı hastanede bir
süre sonra yeniden toparladı, iyileştiğini (o zaman öyle sanıyordum) cep telime
gelen WhatsApp mesajlarından
anladım, yürüyebilir olduğunda görüştük,
doktor tavsiyesiyle Balıkesir civarına gitmesi gerekiyordu, derginin son
sayısını bana ve diğer semt sakinlerine temin etmişti, “dönüşte görüşürüz
Mustafa” dedi..
Ama olmadı, 1 ay sonra yeniden
mesajlar kesildi ve 70 yaşını göremeden 21 Ağustos’ta aramızdan ayrıldığını
öğrendim.
Mustafa Sarıbaş, ülkenin
dramatik, fırtınalı, aydın güçlerin “bir atılım, bir düşüş” kaderini yaşarken
devletin o aydınların sırtından sopasını esirgemediği, önde gelen yoldaşlarının
ya infaz edildiği ya da tutuklandığı, sürgün edildiği tarihsel bir dönemin ilk
elden şahidiydi, böylesi bir çağın üyesi olmanın tüm izlerini taşıyordu, hayat,
“zamanı eskitmiş ama onun bir insanlık davasının kararlı bir üyesi olduğu bilincine”
dokunamamıştı, tıpkı Hikmet Kıvılcımlı,
Nazım, Şefik Hüsnü gibi hayatının büyük kısmını komünist mücaledeye adamış bir
sosyalistti, az sayıda insandan sınırlı şeyler öğrenebildim, samimiyetimle
söylemek isterim: Mustafa ağbinin yaşam duruşundan, zekasından, iletişim
kabiliyetinden, yumuşak ama kararlı tutumundan çok şeyler öğrendim.
Ülkemiz, emekçi sınıflar, çalkantılı
bir dönemin çok değerli bir belleğini, tarihsel TKP’nin emektar bir
sosyalistini kaybetti, başımız sağolsun..
22.08.2021
twitter: https://twitter.com/clksnme