Göktuğ Halis
Göbeklitepe
ve Tapınak olgusallığı arasındaki paralellikler son dönemlerde, özellikle
çalışmaları yönlendiren bilim insanları tarafından temkinli bir biçimde
reddedilmeye başlandı.
Bu reddiyeye
karşın, Göbeklitepe’nin tapınak olgusallığı içinde ele alınması önerisini dile
getiren benim gibi araştırmacılar için kavramların doğru biçimde ortaya
koyulması zorunluluk olarak doğmuş gözüküyor.
Bunun
için önce Tapınak kavramının kullanımı ve anlam dağarcığına göz gezdirmeyi
öneriyorum. Bu araştırmada disiplinlerin kendine özgün tanımları ve literatüre
uygunluğun hesaba katılacağını belirtmek isterim
Önce
genel tanımdan başlayalım. Türk Dil Kurumu ‘Tapınak’ sözcüğünü ‘ibadet edilen,
tapınılan yapı” olarak tanımlıyor. Bugünkü anlamıyla ibadethane ve ibadetgah
gibi karşılıkları da bulunuyor.[1] Ancak gündelik kullanımdaki
asal değer bir mabet vurgusu içeriyor. Açıkçası “yüce bir varlığa tapınılan” ve
bazı diğer dini ritüellerin gerçekleştirildiği bir yapı olarak gözüküyor.[2]
Arkeoloji
Sözlüğü ise Tapınak sözcüğünü ‘Tanrı Ya da Tanrılar için inşa edilmiş yapı
olarak tanımlıyor.[3] Anlaşıldığı kadarıyla
bunların en eski örneklerinin üstü açıktı.[4]
Bu kaynakta bilinen en eski tapınakların Mezopotamyalılar tarafından inşa
edildiği gibi hatalı bir vurgu bulunuyor. Ancak bu arkeolojinin ve belki de
bilimciliğin temel handikaplarından biri. Zira bir yapının Tanrı ya da Tanrılar
Için yapılmış olduğunu kesinleştirmek için yazı ya da somut kalıntılar gibi
kesinlik sunan araçlara ihtiyaç duyuyor.
Oysaki bu
ihtiyaç olmazsa olmaz değildir. En azından tapınak olgusallığının
çözümlenmesine bu kadar yaklaşmışken. Paragrafın hemen başındaki “kutsal alan”
vurgusunu derinleştirerek dahi bir sonuca ulaşmak mümkündü.
İnsanoğlu
için kutsal varlıklara inancın ve dinin, dolayısıyla ritüelin kökenlerini
tahmin dahi edemiyoruz. Böylesine eski bir tarih üzerine konuşurken de bilim
dışına çıkma tehlikesi yanı başımızda bekliyor. Bu tehlikeye karşın insanın
kutsal” algısı ve bu kutsal algısının kalıtlaşmasının sembolü olarak ‘ritüel
alanı’nın izlerini sürmek için kimi olanaklara sahibiz.
Ancak bu
olanaklar bilim insanları tarafından ikincil ya da daha alt düzeyde önemsiz
görülmüş olmalı. Kazılarda önemli bir rol üstlenen Dr. Lee Clare
Göbeklitepe’nin Tapınak olarak yorumlanışının “problemli” olduğunu
vurgulamaktadır.[5] Ek olarak Tapınak
olgusallığının eklerini-elbette hatalı biçimde-aktarmaktadır:
“Bu terim mevcut haliyle
Tanrıların ve eğitimli ruhban sınıfının varlığını varsayar. Ayrıca tapınakların
bir tür ekonomik güç olarak kullanıldığı anlamına gelir. Bu yorum İ.Ö. 10. Ve
9. Bin yıllarında yaşayan Taş Devri toplulukları için tamamen gerçek dışıdır.”
Çok daha
önemlisi Dr Clare, kendi tanımları ölçüsünde Tapınak olgusallığının
Kalkolitik/Bronz Çağı’na kadar ortaya çıkmadığını bildiriyor.
Dr.
Clare’nin Tapınak tanımı ya da Tapınak için gerekli olan eklere yönelik eğilimi
“inanç tarihi” açısından ciddi problemler barındırıyor. İlk olarak
“Tanrı-Tanrılar inancı” ya da “eğitimli ruhban sınıfı” ve “ekonomik ilişkinin
parçası olarak” Tapınak tanımı sonsal örnekler üzerinden yürütülen bir yargı
niteliği taşıyor. Açıkçası bir yapıyı ya da buna benzer nitelikli bir merkezi
Tapınak olarak nitelendirebilmek için yukarıda sayılan bağlamlar hiç de zorunlu
değil. Öyleyse “Tapınak olgusallığı için gerekli olan iki şeyi aktararak devam
edebiliriz
- Kutsalın
tezahürü-İnsan tarafından algılanan ve dinsel coşkunluk kaynağı olarak
gördüğümüz ilksel temas-ile oluşan “kutsal yer” deki öncül deneyimin temsili
yenilenmesi. (Anlam aktarımı-Coşkunluğun korunması)
- İlksel
deneyimden doğan dini düşüncenin merkezi figürü-insanı aşan coşkunluk
deneyiminin yeniden canlandırılması-Ritüel Merkezi.
Bu iki
maddenin sonul önerisi şudur: “Kutsal ile ilişki kurmuş insan
tarafından-kutsalı anma-yüceltme ya da kutsal ile kurulan bağın kazanımını
sürdürme-devam ettirme adına/ilksel ayinin tekrarlandığı(ritüel) bir merkez
inşası. Kutsal Yer olarak doğa unsurunun temsili tekrarı-İnşa sanatı.(Burada
kastedilen İlk Tapınak’lar olarak ‘doğa unsurları’nın yeniden kurulumu)[6]
Göbeklitepe
kazılarını sürdüren kişilerin karşılaştıkları verileri nasıl yorumlayacakları
hususunda kimi belirsizlikler yaşadıklarını gösteren bu ifadelerin devamında
daha da sorunlu bir noktaya ulaşıyoruz. Tapınak olarak Göbeklitepe’nin
problemli yapısı karşısında bilim insanlarının önerisi “buluşma noktası” olarak
Göbeklitepe idi. Dr Clare burayı inşa eden toplayıcı-avcıların yılın hangi
döneminde burada buluştukları şeklindeki soruya net bir yanıt veremese de “bu
sorunun araştırma sürecinin önemli parçalarından biri olduğunu” vurguluyor.
Ancak buradaki esas problem “buluşma” ya da “toplanma” eylemini motive eden
gerçekliği-insanları toplanmaya iten sebebin arka planına ilişkin
spekülasyondan kaçınmasıydı. İnanç tarihinin ilk ritüellerinden birinin
toplanma-buluşma-topluluk oluşturma gibi güveneceğimiz etnolojik veriler
bulunuyorken-ticaret ve evlenme-gibi dünyevi hedeflerle buluşmakta olan bir
topluluk imgesinin dayanakları zayıftır. Elbette nüfusun böylesine yükseldiği
bir dönemde etnolojik çalışmaların muhatabı olan modern ilk insan
topluluklarının referans alınamayacağı açık. Ancak buluşmayı yönlendiren
motivasyon şayet dini değilse boşluğun çok zor dolacağı da öyle…[7]
Tapınak
olgusu acaba ‘kutsal yer’ olgusunun evriminden mi doğmuştu? Dinler Tarihi
uzmanı Prof. Dr. Ömer Faruk Harman ‘kutsal yer”i, kutsalın tecelli ettiği
mekan olarak tanımlamaktadır. Kudüs
sözcüğünün etimolojisine ilişkin değerlendirmesinde “kutsal” karşılığını
kullanan Prof. Harman[8] Kuran-ı Kerim literatürüne
ilişkin değerlendirmesinde -tek-kutsal varlık olarak Allah, “ilahi kelamın”
geldiği kişi yani vahyi alan kişi ve vahyin geldiği mekanın kutsallığına
değinmektedir. Prof. Harman bu konuşmasında mekanın kutsiyet kazanmasına ilişkin
açıklamasının örneği olarak da Musa’nın ayakkabılarını çıkardığı sahneyi örnek
gösterir. Şöyle söylüyor Prof. Harman:
“Musa’ya ilk vahiy
geldiğinde, Kur’an Taha süresi, Ayakkabılarını çıkar, çünkü sen Tuva adlı
mukaddes vadidesin”[9]
Kutsal
yer ve tapınak ilişkisinin anlaşılması açısından kritik öneme sahip bu
ifadelerinin devamında Prof. Harman:
“Bakın burası bir ev değil.
Dağ, vadide, yamaçta. Ama burası kutsal. Neden? Çünkü burada ilahi hitaba
mahzar olduğu için… Demek ki kutsiyetin kaynağı, ilahi kelam, ya da Dinler
Tarihi açısından uluhiyetin tecelli ve tezahür ettiği yer, mekan ve zaman
kutsaldır.”[10]
Kudüs’te
Kral Süleyman döneminde inşası tamamlanan Tapınak’ın toplum muhayyilesindeki
sabit imgesi açık biçimde ‘kutsal olan ile kurulan bu bağın” devamı, temsili ve
tekrarı niteliğiyle mümkün olmuştu. Zira bundan böyle bu topraklardaki herkes
Rab ile ilişkisini bu yapı aracılığıyla sağlamaya devam edecektir. Kesin emir
bundan böyle Tanrı’ya yakaracak her insanın Tapınak denen statikleşmenin
kapılarından içeri girmesini dayatmaktaydı.
Kutsal
yer-kutsal mekan ile Tapınak arasındaki ilişki kesin çizgilere sahiptir. Bu
bağıntıya karşın kutsal aktivitenin merkezi role bürünmesi ve ilksel
heyecanların statikleşmesi gibi burada ele alması olanaksız bir inceleme
alanına tabidir
Göbeklitepe’de
Tapınak olgusallığı bizzat Klaus Schmidt tarafından da ele alınmıştı. Kitabını
“En Eski Tapınağı Yapanlar” başlığı altında hazırlayan Schmidt buna karşın
“literal” bir Tapınak kavramı üzerinde kimi çekincelere sahipti. O da ‘tapınak’
sözcüğünün tartışılabilir niteliğine vurgu yapmıştı. Şöyle söylüyor Schmidt:
“Tapınak kavramının
bütünüyle dini bir yer olma işlevi ile ilgili yönünü bir yana bıraksak
bile-alışıldığı üzere-en azından bir bölümü yukarı doğru kapatılmış bir bina
için geçerli olduğu gerçektir…” [11]
Klaus
Schmidt’in bu temkinli yaklaşımı biraz ileride ‘Tapınak’ kavramı için “en
azından” bir bölümü yukarı doğru kapatılmış bir bina için kullanımına yönelik
vurgusu benzer karmaşanın yaşandığını ve Tapınak’ın asal niteliklerinin yok
sayıldığını gösteriyor. Biraz daha ileride bu bulanıklık, ‘kutsal alan” ya da
tapınak terimlerinin birbirinin yerine geçecek şekilde kullanımıyla daha da
büyümüş izlenimi veriyor.
Arkeoloji
alanında Tapınak teriminin kullanımı ve anlamı konusunda ‘kalıp yargıların’
bulunduğunu son dönemlerde kamuoyuna yansıyan açıklamalardan anlıyoruz.
Anlaşıldığı kadarıyla ‘tapınak’ sözcüğünün ‘anlamı’ kestirilemeyen yapı ya da
yapı gruplarını en azından gerçek yapı kimliği anlaşılıncaya kadar ve geçici
nitelikte kullanmak gibi yayın ve statik bir kullanım geleneği bulunuyor ve bu
özellik bizzat bu bilimi sürdürenlerce rahatsız edici görülüyor.
Çok daha
vahimi belki ‘tapınak’ sözcüğünün arkeoloji literatüründeki anti-patik
tasavvuru, belki de ‘arkeoloji bir kan davasıdır’ sözünü -bağlamından kopmuş da
olsa- bizlere yeniden anımsatan bir tavır ile Klaus Schmidt’in tezlerine
yönelmiş akıl-dışı bir reddiye tepkisinden hareketle, araştırmacıların kimi
bulguları çarpıtma eğilimiydi. Clare, Kinzel, Sönmez ve Uludağ tarafından
kaleme alınan “Göbekli Tepe: Unesco Dünya Miras Alanı ve Değişen Yaklaşımlar”
isimli makalede ‘tapınak’ tanımına ilişkin itirazlar, yine yanı başındaki çok
sayıda soru ve bilimci tutuma yakışmayan boşluklarla beklemektedir.[12]
Bu
makalenin “Değişen Perspektifler” isimli bölümünde ‘dünyanın ilk tapınakları”
nitelemesinin Schmidt ve hocası Hauptmann’a kadar geri gittiği vurgusu ile
“eskide kalan” yenilenen bulgular çelişkisinin henüz başlangıçta hak etmediği
bir güçle ortaya çıkması istenmiş gibi gözüküyor. Göbeklitepe ve tapınak
olgusallığı ile ilgili şu yorum dikkate değer
“Ancak Göbekli Tepe’nin
yalnızca ritüel amaçlı kullanıldığına dair yorumlar özellikle son yıllarda
gerçekleştirilen kazıların sonuçları ve daha önceki yıllarda kazılmış alanlara
dair kayıtların yeniden değerlendirilmesi sonucunda sorgulanmaya başladı.”
Bu heyecanlı ve pek hızlı girişin ardından
yazının ritmindeki kayıp ve tartışmanın odağından kopuş dikkat çekiyor. “Taş
Devri Tapınakları” teorisinin iki temel argümanı olan domestik faaliyetlere
dair verilerin yokluğu ve “ritüel gömülme” ilkelerinin son buluşlarla
yıprandığını anlatmaya çalışan yazarlar özellikle ‘ritüel gömülme’ meselesinde
neredeyse evlere şenlik bir değerlendirme sunuyor. Klaus Schmidt tarafından
açıklanan ve benim de desteklediğim[13]
şekilde yapıların içlerinin ‘ölen bir yakının’ gömülmesi şeklinde bir kapatma
eyleminin reddedildiği bu makalede Klaus Schmidt’in ‘yapı içlerinin doldurulması sürecini”
taşınmış, akmış bir dolgunun dolması gibi bir olay yerine “ritüel senaryosu ile
açıklamayı tercih ettiği vurgulanıyor. “Tercih etme” ve senaryo gibi
küçümseyici ifadelere takılmadan ilerleyebilirsek ‘bilimcilikle pek bağdaşmayan’
şu sonuca ulaşıyoruz:
“Fakat şimdi, bahsi geçen
olasılık daha dikkatli bir yeniden değerlendirmeyi gerektiriyor. Yakın
çevredeki yamaçlardan buraya toprak ve malzeme akması nihayetinde yapı
içlerinin dolması, yapılarının kullanım ömrü sürecinde birden fazla kez yaşanan
doğa olayları ile ilişkili olabilir…”
İlk madde
ise bu kadar bayağı biçimde kenara itilmiyor makalede. Yazarlar burada domestik
faaliyetlere dair verilerin yokluğu meselesinde Schmidt’e yüklenmeye devam
ediyor.[14] Schmidt domestik bir yerleşimin
varlığına dair gerçekçi bir gösterge tespit edememişti zira burada kalıcı bir
yerleşim olma olasılığını en yakın su kaynağının kilometrelerce uzakta olmasına
bağlamıştı. Ancak kuzeybatı çukurunda gerçekleştirilen bir sondajda açığa
çıkarılan kalıntılar büyük olasılıkla domestik faaliyetleri işaret etmektedir.[15]
Diğer
taraftan son dönemlere ait bulgular su ihtiyacının giderilmesine olanak tanıyan
hatırı sayılır mimari kalıntılara işaret etmişti. Özellikle kuzeybatı çukurda
yer alan büyük ve derin çukur yapı, yağmur suyunun depolanması ile ilgili bir
faaliyeti çağrıştırıyordu. Benzer nitelikte bir kaç bulgu daha bulunmuştu.
Aslında
Klaus Schmidt bu bulgulardan ‘Tapınak’ fikrini destekleyen veriler olarak
faydalanmıştı. Ancak bu teoriyi söz konusu iki ilke üzerine kurmamış olmalı.
Klaus Schmidt’in temel vurgusu “ritüel” merkez olarak Göbeklitepe idi ve bu
doğrultuda da çok sayıda argüman oluşturmuştu. Onun ritüellerle ilgili
incelemelerini hemen aşağıda inceleyeceğim.
Ancak
hemen öncesinde Tapınak kavramını Göbeklitepe için rahatlıkla kullanan bir
diğer otorite olarak Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’dan faydalanmalıyım. Prof.
Özdoğan isminin esas önemi alanında uzman olması bir tarafa kavramların
“ilişkili disiplinler”deki karşılığına etkileyici biçimde hakim olması. Kişisel
yazışmalarımızdan birinde[16] ‘kutsal yer” ile “kült
yapıları” Tapınak’lardan ayrı biçimde ele aldığını dile getirmişti. Prof.
Özdoğan’ın başarılı analizinde kült alan-mekan inanç ile ilgili herhangi bir
törenin ya da uygulamanın yapıldığı yer olarak tarif edilmişti.[17] Bu durumda Tapınak nedir?
Prof.
Özdoğan’ın tapınak tanımı “bu amaç için” inşa edilmiş ‘tanımlı ölçülere uygun”
yerler şeklindeydi. Plan tipinin asal olarak öne çıktığı bu analizde
Göbeklitepe’nin de içinde bulunduğu geniş bir alanda[18]
benzer yapı özellikleri öne çıkıyordu: “Yere gömülmüş, duvarlar paye ve
nişlerle bölünmüştür. Taban sıvı geçirmeyecek, dikilitaşlar, duvar boyaları ve
sekiler.” Daha Batı’da örneğin Çatalhöyük’te ‘Tapınak’ın bulunmadığı ancak
zamanla içinde kutsal işlev kazanıp değişebildiği gibi kritik bir bilgiyi bize
aktaran Prof. Dr. Özdoğan: “Göbeklitepe kültürüne ait kült yapıları da bu
anlamda bir Tapınak’tır…” ifadelerini kullanıyor.
Tüm
bunlardan şu anlaşılmalı: Kutsal yerlerden farklı olarak bu alanlar şekillendirilmiş
ve kutsal olanla bağ kurmaya olanak tanıyacak şekilde ve bir plan ölçüsünde
dizayn edilmiştir. Bu tanım ise ‘mağara’ların ilksel Tapınaklar olarak
değerlendirilip değerlendirilemeyeceği şeklinde bir diğer tartışmalara
göndermeler taşımaktadır. Özellikle Urfa’da düzenlenen Medeniyetler Beşiği
Mezopotamya Sempozyumu’na katılan akademisyenlerle ‘ilk Tapınak olarak
Göbeklitepe’ sloganına karşı sunduğum itirazların ana dayanağı da mağaraların
“tapınak” olarak görülmesi yönündeki ısrarımdı. Bir diğer yazışmamızda Prof.
Mehmet Özdoğan da ‘Tanımlı Tapınak’ kavramının 36 bin yıllık olduğunu belirtmiş
ve şu ifadeleri kullanmıştı:
“Kiminde basit ritüeller
olarak, kimide de çok tanımlı sutsal alanlar, seçkin sanatkarların betimleri
ile yapılmış yerler gibi…”
Ancak bu
tartışmayı burada sonlandırmayı düşünüyorum.
Bundan
sonra Göbeklitepe’de bir ritüel-inançla ilgili bir uygulama ve
tekrarları-aradığımız açık. Zira bu olgu ‘Tapınak’ olgusallığı ile Göbeklitepe
arasındaki bağı kuracak ve elbette utangaç akademisyenlerin çekingenliğini
giderecektir
Prof.
Schmidt Göbeklitepe’nin “kült merkezi” olarak rolüne ısrarlı bir vurgu
yapmıştı. Temkinliği ve doyurucu açıklamaları içinde “Ölüler Kültü” ile kurduğu
bağlantı dikkate değerdi. Bölgede dikkati çeken ilk unsur ilk Neolitik
yerleşkelerde yer alan unsurlardan birine rastlanmamasıydı. “Kadını betimleyen
resimler ve kilden yapılmış figürinler”. Bu bulguların noksanlığı ince bir akıl
yürütme ile Schmidt’i belirgin bir noktaya doğru sürükledi: “Şayet kadın bereketin
sembolü ve yaşam ile ilişkili yan anlamları taşıyor ise, onun yokluğu yaşamın
yokluğudur. Bir diğer deyişle “ölüm”. Belki de bu Göbeklitepe” ile ölüler kültü
arasındaki bağıntının kurulmasına olanak tanımıştır.[19]
Biraz
daha ileride tüm belirsizliklere karşın Schmidt’in elverişli ‘tarihsel’
örneklerden hareketle hiç de azımsanamayacak bir fikir inşa ettiğini görürüz.
Batı’da yaygın olmayan bir ölü gömme yöntemlerinden birine İran’da
ulaşmıştı.(dakhmah) ismi verilen bu tip
mezarlarda ölen kişinin gökyüzünün altına-doğrudan kayalara bırakılması yöntemi
uygulanmaktaydı. Bunu Güneşe Gömme olarak isimlendiren Schmidt böylece, şu
sonuca ulaşır:
“Dakhmahlar su ve bitkinin olmadığı yüksek yerlere yapılır… Özellikle leş yiyici kuşlar ve rüzgar ve diğer hava koşulları ölünün çabuk çürüyen bölümlerinin ortadan kaldırılmasını üstlenir. Geriye kalan kemikler ise kayaya oyulmuş çukurlara ya da astodan denilen taş sandukalara konur…”[20]
Kemiklerin
ve kafataslarının kutsallığı, ağaçlara asılması ve çürüyen kısımların
ayrılmasının ardından kavim tarafından toplanmaya başlaması meselesini
“Simgebilim Perspektifinden Göbeklitepe Tapınakları” kitabımda incelediğim için
tekrarlamayacağım.[21] Ancak Göbeklitepe’nin
“ritüel” amaçlı kullanımı ve Tapınak niteliğinin doğrulanması açısından önem
taşıyan bir diğer incelemenin daha analiz edilmesi gerekiyor.
Göbeklitepe’de
ele geçirilen ve insan kafataslarına ait olduğu anlaşılan kemik parçaları
üzerindeki çalışmalar 2009 yılında antropolog Dr. Julia Gresky tarafından değerlendirilmeye
alındı. Gresky çalışmalarını 2018 yılında tamamladı[22]
Bu araştırmanın sonuçları dikkate değerdir.
Makaleden
anlaşıldığı kadarıyla insan mezarlarının bulunmadığı Göbeklitepe’de çok sayıda
parçalanmış insan kemiği bulunmuştu. Toplam 3 kafatasında ait parçalar üzerinde
modifikasyonların saptandığına işaret eden makalede, benzerlerine farklı kazı
alanlarında da ulaşılan ve sahibine “mistik itibar” bağışlayan
renklendirmelerle ilişiklik sağlanmıştı.
Öncelikli
olarak Göbeklitepe”de bu zamana dek bilinmeyen bir kafatası
modifikasyonu-değişimleri belirlendi. Makaleye göre oyulmuş kafataslarının
bulunduğu ilk bölge olarak Göbeklitepede oyuklar sagital yönelimli olarak
tanımlanmakyadı. Yani alın boyunca geçen çoklu kesim faaliyetleri kafatasının
arkasına kadar uzanıyordu. Özel analiz yöntemleri de oyma ve kesme işlemlerinin
litik aletler kullanılarak gerçekleştiğini doğrulamaktaydı.
Makalede
Göbeklitepe’de bir ‘kafatası kültü’ uygunluğu için kriter sınaması da
sunuluyor. Arkeoloji literatüründe kafatası kültü
- İnsan
kafataslarının kasıtlı motifikasyonu
- Seçilmiş
bağlamlar ile toplanması ve biriktirilmeleri şeklindeki tanıma bağlı kalmıştı.
Ancak
Göbeklitepe bu ilkeler itibarıyla kimi noksanlıklar içeriyor. Bu sebeple
kafatası kültü için iki veri asal alınmıştı:
- Dini
bir bağlam
- Kafatasları
üzerinde iyileştirme-düzenleme ve çoklu kafataslarında tekrar eden uygulamalar.
Makalede
Göbeklitepe”nin bir ritüel merkez olarak görülmesi fikri tekrarlanıyor. Bu
hususta da monolitik T şekilli kireçtaşı direkler, kabartmalar, heykeller ve
yerel bölgenin belirgin konumunda yer alması gibi unsurlar destekleyici veriler
olarak sunulmuştu.
Göbeklitepe
ile kafatası kültü arasındaki bağıntı elde edilen heykeller aracılığıyla da
güçlenmişti. D Tapınağı’Ndaki başsız insan figürü, kafası kopmuş insan heykeli
ve “hediye taşıyıcısı” olarak isimlendirilen ve elinde insan kafasını taşıyan
diz çökmüş bir figür bu bağıntıları güçlendirmektedir.
Kafatası
bulguları eksik de olsa kimi sonuçlar sergilenme ihtimalini gündeme getirdi. Özellikle
1 numaralı kafatası parçalarındaki sarı izin yerleştirilmesi nesnenin özel
önemini vurgulamaktaydı. Kafatası ayrıca sol paryetalde delinmiş bir delik
taşıyordu ki bu da kafatasının dik biçimde asılabilmesi ve askıya alındığında
öne doğru bakabilmesine olanak tanıyacak şekilde tasarlanmıştı. [23]
Tüm
bunlar ne anlama geliyor?
Göbeklitepe’nin
bir ritüel merkezi olarak niteliği bu çalışmalar ile öncelikli olarak
güçlenmiştir. Kafatası kültü açık
biçimde bağlantı taşıdığı “atalar kültü-ölüler tapınımı” olgusallığıyla
bağlantısını daha önce vurgulama olanağı bulmuştum. [24]
Julia Gresky’nin makalesinde de paralel sonuçlara ulaşıldı. Kafatasları atalara
ait kafataslarının biriktirilmesi ya da düşmanların sergilenmesi gayesiyle
yapılmış olabilir. Bu iki tipteki uygulamada amaç negatif ve pozitif cenaze
sanatı olarak değerlendirilebilir.
Bu
kafatasları ölüm sonrası muameleleri gösteriyor ve toplum için özel statü
taşıyan kişilerin kafataslarına uygulanan işlemleri açığa seriyordu. Olumlu
cenaze sanatında toplumlar için özel anlam taşıyan önemli kişilerin anılması ve
bir tür güç aktivitesi yaratma, olumsuz cenaze sanatında da yine bir güç
transferi, prestij ya da düşmanın ruhunun intikam amaçlı geri dönüşlerini
engellemeye yönelik girişimle karşı karşıya kalabiliriz. Göbeklitepe özelindeki
bu uygulamada da kafatasının bir kordon ile asılması gibi bir işlemle karşı
karşıya olduğumuz söylenebilir.
Kafatası
kültü, cenaze sanatı ve ölülerin gömülmesi gibi olgular yaşayanların kutsal
varlıklarla ilişki kurma ve bu ilişkiyi sürdürme adına “kutsal bir merkez”
olarak Göbeklitepe”nin şekillenişindeki kuşkuların ana verilerini oluşturdu.
Uzmanların gündelik kısır çatışmalar içindeki halleri bir tarafa bırakılırsa
dinler tarihinin “kafatası” kültünden “verimlilik” kaygısına, buradan “ata
tapınımı” ve sonrasında da “kaya” ve “dağ” gibi doğal unsur sembolizmine uzanan
kesintisiz ritmini hissetmemek neredeyse olanaksız. Bundan sonrası ise ROUX’un
değindiği gibi “bir ölüden” bir Ata yaratma ilişkisinin kaçınılmazcasına uzandığı
kurban ritüeli ile ilişki kurmaktan ibaret
Bu konuya
yeterince değindiğim için yinelemeyeceğim. Ancak çok yakın zamanlı buluşların
“kurban” ritüeli ile ilgili kesin kanıtlara ulaşacağına dair inancımı
yinelemeliyim.
[1]
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5c59a71d53d3c4.89977785
[2]
Tapınak sözcüğü Öztürkçe olmalı. Tapınmak sözcüğünden türemişti. http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvVGFwxLFuYWs
[3]
TEKÇAM, Tamay. Arkeoloji Sözlüğü, s. 218 ALFA. Kasım 2007.
[4]
Açık hava tapınakları bkz. TEKÇAM, s. 218.
[5]
Söyleşinin tamamına http://arkeofili.com/gobeklitepe-hakkinda-bilinmeyenler-dr-lee-clare-roportaji/
adresinden ulaşılabilir.
[6]
Kutsal dağ temasının tekrarı olarak Zigurratlar, Mısır’ın ilksel tepeciğinin
temsili olarak Piramitler, ana rahminin temsili ve mezar eğretilemesi olarak
mağaralar vb…
[7]
Toplanma ve buluşmanın ritüel değeri üzerine Modern Tek Tanrılı Dinler ve mabet
algısı açık bir paralellik sunuyor. I. Süleyman Tapınağı’nın buluşma ve
toplanma niteliği Kitab-ı Mukaddes’in sayfalarında açıkça izlenebiliyor. Yine
“cemaat” olarak Kilise ve Allah’a ibadet için toplantı çağrısının karşılığı
olarak cami benzer bir anlam dağarcığında yer almaktadır.
[8]
Fatih Altaylı’nın Teke Tek programındaki bu ifadelere 02.00 ‘ıncı dakikadan
sonra ulaşmak mümkün. Daha geniş izlenim için. https://www.youtube.com/watch?v=17q0BnnSL3w
[9]
Kuran-ı Kerim Taha Suresi 12. Ayet. Karşılaştırmalı tercümeler için http://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=20&ayet=12
[10]
https://www.youtube.com/watch?v=17q0BnnSL3w
Dakika 03.41
[11]
Alıntı için bkz . SCHMIDT, Klaus. Göbekli Tepe-En Eski Tapınağı Yapanlar, s.
14. Arkeoloji ve Sanat, İstanbul 2014
[13]
Bu konudaki açıklamalarım için bkz. Simgebilim Perspektifinden Göbeklitepe
Tapınakları s. 114. Ozan. 2016.
[14]
Örneğin bkz: “Platonun batı yamacında keşfedilip belgelenen platodan yağmur
suyunun tahliye olduğu ana güzergah üzerinde kayaya oyulmuş sarnıçlar ve
ilişkin kanalları varlığı da onu bu düşüncenin aksini düşünmeye
yönlendirmemişti…”
[15]
Bunlar doğal kireçtaş plato üzerine inşa edilmiş oval planlı yapı gurubunu
oluşturuyordu. Kuzey Suriye’de Fırat kenarında yer alan çanak çömleksiz
neolitik dönem yerleşmesi Jerf el Ahmar’da kilere benziyordu.
[16]
Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, ile “Simgebilim Perspektifinden Göbeklitepe
Tapınakları” kitabımın yazım sürecinden bu yana aralıklarla da olsa
yazışmalarımız devam ediyor. Bu yazışmalar sırasında öylesine önemli şeyler
söylemektedir ki bir kısmını yalnızca bilgiyi yayma amacıyla kullanma
girişiminden dolayı affına sığınıyorum.
[17]
Doğrudan alıntılıyorum: “Bu bir yatır, kutsal ağaç ya da o amaç ile kullanılan
bir mekan olabilir…”
[18]
Çayönü, Güsir, Hallan Çemi, Nevali Çori ve Tel Qaramel vs.)
[19]
Ayrıntı için bkz. SCHMIDT, s. 123 ve sonrası.
[20]
Alıntı için bkz. SCHMIDT s. 133 ve sonrası.
[21]
Ayrıca Göbeklitepe ile Altay Türkleri’ndeki uygulamalar, gömme, sergileme ve
vahşi hayvanlara bırakma gibi karşılaştırmalar için ROUX Jean Paul. Altay Türklerinde
Ölüm s. 217 ve sonrası. Kabalcı Kasım 1999 İstanbul.
[22]
Bu makaleye şuradan Ulaşılabilir https://www.academia.edu/33689823/Modified_human_crania_from_Göbekli_Tepe_provide_evidence_for_a_new_form_of_Neolithic_skull_cult
[23]
varolan alternatif bir delik de dekoratif amaçlı ya da maske giydirme işlevi
olarak duyurulmuştu.
[24]
Habertürk gazetesinde yayınlanan söyleşinin eksik ve yanlış anlaşılmaya gebe
ifadelerinin düzeltilmesi adına hazırladığı kamuoyu duyurusuna http://dikine.blogspot.com/2017/06/goktug-halis-gobeklitepe-basn-acklamas.html
linkinden ulaşılabilir.