Göktuğ Halis
Gerici
bir kaynaktan isyancı bir dil çıkarmanın zorluğu üzerine
Gezi
olaylarından bu yana, zaman zaman hükümete karşı sesini yükselten bir toplumsal
muhalefetle karşı karşıyayız. Bu muhalefet etme tarzının Türkiye tarihinde bir
benzerinin bulunmadığı doğrudur; özellikle ‘iletişim teknolojilerini’ kullanma
mahareti bağlamında…
Ben ise birçoklarının aksine, toplumsal
muhalefete eklemlenmiş teknolojik boyutu şüpheyle karşılamıştım ilk günden bu
yana. İtiraf etmeliyim; zaman içerisinde “Acaba yanıldım mı?” diye düşündüm.
Yoksa bu “twitter” benzeri alternatif iletişim biçimlerinin elzemliği,
gerekliliği; en azından ‘hayır’ diyen, mücadele eden; bir dava adına
meydanlardan geri kalmayan, evlatlarını feda eden insanlar için bir katkı sundu
mu?
Temel
soru budur.
Elbette
kadim tartışmalara bulaşan bir yanı vardır; teknoloji insan yararına, toplum
yararına; çok daha önemlisi ezilen sınıflar yararına işleyebilir mi? Teknolojik
gelişmeler doğa ve insan katliamlarını kâr dürtüsüyle yönlendiren egemen
sınıfın elinden koparılabilir mi?
Bu
araçlar, ezilenler için bir fırsat yaratabilir mi; sokak çocuklarının,
tinercilerin; işkence edilen sokak hayvanlarının, kuşatma altındaki caddelerin,
meydanların; faili meçhul cinayetlerin ve polis şiddetinin sonuna yardımcı olabilir
mi? Mücadelenin bir yerinde bir işlev görebilir mi; adil bir dünya özlemimizin,
özgürlüğün ve eşitliğin, Proudhon’un “hırsızlık” olarak betimlediği özel
mülkiyetin ortadan kalkmasına, Marx’ın “dünyanın tüm değerlerini yaratan ama
ona hiçbir zaman sahip olamayan işçi sınıfının” örneğin Somalı madencinin hak
ettiğini alabilmesine; paraları sıfırlama işini eline yüzüne bulaştırmalarına
rağmen seçimlerden oylarını yükselterek çıkan egemenlerin cezalandırılmasına
yardımcı olabilir mi?
Geçmişten gelen bir
soruya yanıt aramak
Tartışmanın
temas ettiği yön tarihsel ve felsefi bir bağlam içinde değerlendirilebilir.
Eninde sonunda alabildiğine kötü hale gelmiş toplum yaşamının düzenlenmesi için
gerekli öneriler ve önlemler tarihinin parçası haline gelmeye elverişlidir.
Olasılıkla Comte’nin pozitivizmine bir uç örneğe ya da Bacon’un Yeni Atlantis
yapıtındaki bilimsel-teknolojik devrimin yarattığı düzen ve mutluluk toplumu
kuramına temas ederiz.
Bu
tartışmalar hiç bitmemiştir.
Kuşkuyla
izledim; nihayet yine de “twitter”
kültürünün isyan geleneğinin bir yerlerine, olumlu biçimde temas etmesinin
mümkün olamayacağında karar kıldım. Gezi sürecinde, 68 ya da 74 kuşaklarına
pek haksızlık edercesine “kuşak” tanımlamasının niteliksel öğesi olarak
“iletişim teknolojilerini” büyük bir beceriyle kullanmış olma halini
kabullenemediğimi söylemeliyim. Üç Nokta Dergisi’nin “Gezi Sayısı’na” verdiğim
söyleşide de belirtmiştim: Kuşak tanımı sonraki kuşakların hakkıdır ve bu pek
çabuk gelişmiş tepkinin kendine has özellikleri on yıllar sonrasında yaşamaya
devam etmiş öncelleri karşısında yeterince olgun olmadığını söylemeliyim
Fikir ve söylemde
aceleciliğin biçimlenişi
Ama
pek aceleyle yürüyor artık her şey. Zaman hızlı akıyor; haber akışı
durdurulamıyor. Çok değil, 10 sene önce dünyayı sarsacak bir haber ya da olayın
etkisi bir ya da birkaç gün sürüyor. 301 işçi maden ocağının altında diri diri
yanıyor; pek haksızca Cumhurbaşkanlığı seçimi konuşuluyor. İfadeler,
büyük kuramlar, derin ve felsefi düşünceler, ağır betimlemeler değer görmüyor;
iletişim teknolojilerinin hızlı gelişmiş haline pek büyük bir ustalıkla adapte
olmayı başarmış kuşak, bu formata uygun bir iletişim biçimini tutturmuş oluyor.
140 karakter ya da daha azıyla düşünceleri aktarma konusunda ustalaşıyor.
Bir yönetim tarzı
Gezi
direnişinin aktörlerinin, toplumsal bir dönüşüm hedefleyip hedeflemediği
tartışmasına bile giremiyoruz. Ancak maruz kaldığımız haksızlıklar, polis
terörü, son derece başarısız ve kutuplaştırıcı politik bir dil kullanan ülke
yöneticilerinin kışkırttığı kaos hali; kısacası AKP iktidarının toplumda
yarattığı travma, bunun yalnızca bir yönüdür. Çok daha önemlisi, toplumsal desteği vardır AKP’nin ve onun yaptığı
yalnızca, kendinden olan ve olmayanın saflaştırılması işlemini başarmış
olmasıdır.
AKP’nin
toplumda yaratmış olduğu bu bölünmeyi yargılayacak ve suçlu bulacak bir siyaset
kuramı ancak tarafgirdir. Orta yolu liberalizm olarak betimleyeceksek, AKP’nin
bu çerçeveye pek tabiidir ki uyan politik eylemlerinin altını çizmeden
geçemeyiz. AKP karşılaştığı tüm bu
eleştirilere, meydanlarda kendisine karşı direnç gösteren kitlelere, bir
bölümüne ve kanımca çok önemli bir bölümüne hitap edebilirdi. Etmemiştir;
edememiştir değil. AKP bunu tercih etmemiştir. Zira kaynaklarına,
kökenlerine, kitlesine ve ideolojisine güven duymaktadır. Bu güven, son
seçimlerde doğrulanmıştır. AKP’yi aklanamayacağı bir sürecin içine soksa da…
Gezi muhalefetinin
kırılganlığı
İkinci
durum, Gezi Direnişini gerçekleştiren kitlenin homojen bir analizinin
yapılamamasından kaynaklanır. Birçoklarının pek bir heves ve coşkunlukla
‘toplumun her kesimi’ dediği şeyin, gerçek dünyada da, milliyetçi ya da dinci
yavşamaların birlik vurguları dışında, karşılığı yoktur. İnsan toplulukları, ilkel dünyadan bu yana bir bütün olamamıştır ve
‘toplumun her kesimi’ diye bir şey yoktur. Çok daha önemlisi, böylesi bir kurgu açık bir deyimle ‘tüm toplumun bir
karşı çıkış için bir araya gelmesi’ iddiası, siyaset bilim açısından yararsız
ve güçsüzdür. Böyle bir topluluk-hiçbir şeyi beceremez, dağılma itkisi çok
güçlüdür.
Bunun
birkaç nedeni var. İlk olarak ‘ortak
hedeflere’ sahip değillerdir. Bu
kırılganlık yaratır; topluluk kendi içinde tutunamaz. Süreç uzarsa karşıtlıklar
meydana gelir. Ankara’daki protesto eylemleri sırasında Ulusalcı grubun, HDP’li
bir grubu linç etme girişiminden bahsedebiliriz. Ya da kimilerinin ‘şu eylemler
bitse de evlerimize’ dönsek dediğini duyarız ve komplocu sistematiğin açıklama
modeli olarak sunmuş asker vesayeti arzuhalcilerinin yarattığı şekil
bozukluğunu… AKP karşıtı bir cephede,
MHP’li ülkücüler solcuları, laikler İslamcıları, ulusalcılar çevrecileri görür;
bozulur.
Marjinal kesimler miti
Sonuç
kesindir; Gezi Eylemlerinin içerisinde sisteme bütüncül eleştiri getiren
gruplar pek azdır. Bunlar AKP’nin ‘aşırı uç’ olarak tanımladığı kişiler,
örgütler ya da siyasi partilerdir. AKP bunları küçümseme eğilimini 80 sonrası
iktidarların gelenekselleşmiş alıklığından alır; ancak kaçırdığı mevzu, bu
grubun giderek büyüme eğiliminin kendisinden kaynaklanmasıdır. Daha önce
DİKİNE’ye yazdığım bir yazıda da dile getirmiştim; AKP öylesine büyük bir
nefret yaratmıştır ki, daha önce hiç rastlamadığımız bir cephe kurulmuştur. Ancak
Gezicileri bir araya getiren şey sadece AKP, çok daha vahimi Başbakan’dır.
Şayet AKP giderse,
grup büyük bir hızla kitle kaybedecektir. Bu doğaldır; çünkü Gezi ve sonrası kitlesel eylemleri
besleyen temel dürtü AKP karşıtlığıdır. Birçoğunun sistem ile bir problemi
yoktur ve hatta onunla uzlaşmaya çalışır; onunla münasebetleri kurallara pek
uygundur. Buna yasal ilişki biçimi diyoruz… Bu çerçevede, gelir dağılımı
adaletsizliğini umursamaz örneğin. Kürt hareketini anlamak istemez; bu grup
kimi politik görüşlerin toplumda kutuplaşma doğurduğunu hayal edersek, karşıt
cephelerde yer alırlar.
Sosyal medya neden
ilerici?
Twitter
ya da alternatif iletişim teknolojilerinin kullanıldığı diğer platformlar bu
ilişki biçimlerinden beslenir aslında. Onun bir kurtarıcı olma ya da ‘ilerici’
bir konum sergileme işlevi, devletin insanlar üzerine vahşice saldırdığı, sokak
ortasında gençlere kurşun sıktığı bir dönemde, ana medya yöntemlerinin etkin
biçimde sansürlendiği bir ortam ile ilgilidir. Bu koşullarda söz konusu
platformlardan facebook’un AKP baskısı karşısında geri adımlar attığını
biliyoruz. Twitter şirketinin uzlaşmaz tavrı ise, pek basitçe ‘liberal Pazar
ekonomisinin’ kendisini, AKP gibi dini kimlik ekseninde konumlayan hali karşışında
yüceltilmesi ve korunması gereken ‘liberal değerler’ yapısıyla ilintili olabilir.
Emin değilim, ancak bu ilericilik sıfatı dağılmaya mahkumdur. Sistem ile mücadele, onun kuralları ve
sınırları içerisinde yürütülemez.
90
kuşağı olarak betimlenen kuşak ve onların heyecanıyla davaya hazırlanan
kitlelerin romantik hallerinden kopmayı başarırsak elimizde, 12 Eylül sonrasının
başarıyla dizayn edilmiş nesil modelinin ürünlerini görürüz. Kapitalist dünya
sisteminin bir yerlerinden tutmuş ve adına sosyal medya denen yapının
isimlerini nasıl kutsamaya eğilimli olduğunu görürüz. Dünya mekanikleşme durumundan, elektronik-dijital hale geçtikçe, insan
algısının yarattığı bağlam, alternatif bir dünya yaratmaya girişmiş gözüküyor.
İnsan ilişkileri, evlilikler, kavgalar,
küsmeler, her türlü toplumsal ilişki biçimi buralarda sürmektedir artık. Çok
hızlıca, derinliği olmayan bir dünyada, özgürlük arayışı da bu bağlama
hapsolmuş gözüküyor. Utanmasak, Twitter bize özgürlüğümüzü verdi diyeceğiz
Ama
kuram yoktur; büyük teorilerin çağı geçmiştir. Sloganvari hızlı bir yaşamın
kuyruğu bizi sağa sola savurur. 140 karaktere ifadeyi sığdırma hali budur.
Zamanımız yoktur, sözlük platformlarının anlamı budur. Bir felsefi kavramı, dini olguyu, siyaset bilimi terimlerini ya da en
azından tarihi öğrenmek adına kütüphanelerde geçirdiğimiz zamanların sonu
gelmiştir. Bir başlık açılır ekşisözlük’te, yetkinliği tartışılır birkaç
giriş yapılır. Bu kadarı yeter. Kendimizi o konuyu anlamaya hazır hissederiz.
Doğrudur, twitter ya da facebook kültürü sayesinde dünyanın öbür ucundan
insanlar ile fikir alışverişi yaparız. Ancak öylesine kontrol edilemez, muhatabı
gözükmez, ismi, kimliği, cismi bilinmeyen insanlarla dolu sanal bir tabloya
bunca güvenin işlevini abartmak yanlıştır. Bu
tür bir bilgi her şey değildir; çok daha önemlisi büyük bir düşmandır. Zira
bilgi ihtiyacını karşılama iddiasının altında, geleneksel örgütlenme
biçimlerine karşı sanal bir ortam kutsaması yaratır. Toplumsal muhalefete,
evinden oturmak, pencereden video çekmek koşuluyla katılım mümkündür.
Karmaşık
nüfus, yaşama çabası, iş süreçlerinde geçirilen onca zaman, orta ve alt
sınıfların anlam ihtiyacını sürekli kurcalayan ani bir hız dünyasında
twitter’in kutsanması kolaydır. Üstelik ona yüklenen işlevlerin bozukluğu
geçmişi bilmeyen kuşakların örgütlenme arzusunu karşılar. Ara sokaklardan
gönderilen görüntülerin paylaşımı, suçluların deşifre edilmesi ya da toplanma
planlarının her biri, 80 öncesinde, bu toplumsal muhalefet etme tarzının
mesamesinin okunmadığı zamanlarda, örgüt bilinci ve derinliğiyle zaten
karşılanmaktaydı.
O
halde nedir?
Tüketim kültürünün bir
yerlerinde pinekleyen gençleri, 68 ya da 74 kuşakları gibi, bu ülkenin
hatırasına silinmez biçimde yerleşmiş devrimci sosyalistlerle karşılaştırma
hadsizliği, olsa olsa, bu kuşakların hatırasına yöneltilmiş saldırıdır.
Onların
aklımızda ve vicdanımızdaki yeri, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının, Mahir
Çayan’ın yahut Che’nin bizler için ifade ettiği şeyin neden bunca güçlü
olduğunu düşünürken, tam da bugünkü anlamda bir işlem ve değer verme
sistematiğinin olmadığını görebiliriz. Onların söylediklerini duyduğumuz,
gözlerine baktığımız veya yazdıklarını okuduğumuz için buradadır. Bu kültür, yazdıklarını silmeye imkan
bulamayan; ancak vücut vücuda temasın ortasında kuramlarını derinleştiren,
özeleştirilerini sözle yapan kişilerin kurduğu bir dünyaya aittir.
Onların hedefleri de,
iktidarın tümden değişmesidir.
Aşamalı, deneysel ve basamaklar içeren bir iyileşme önerisi değildir; onların içindeki savaş Tayyip Erdoğan’ın
gitmesi, AKP iktidarının devrilmesiyle ilgili değildir. Özel mülkiyetin
olmadığı, adil, özgür ve kardeşçe bir dünya için, bu toplumun tüm
dinamiklerinin yerinden oynadığı bir öneridir.
Twitter
gibi sosyal iletişim platformlarının bu mücadelede yeri yoktur. İnsanları
geleneksel örgütlenme sistemlerinden uzaklaştıran bu girişim, yalnızca Türkiye
sosyal politik unsurlar karşısında ilerici gözükmektedir. Öyle bir an gelir ki, şayet niyetiniz varsa, sistemin kökenleri
sarsılmaya başladığında, sermayenin tüm silahları devrimcilerin üzerine
çöktüğünde, bu twitter mutlaklaştırmalarının anlamını daha iyi görme şansımız
olur. Sessizlik… Derin bir sessizliktir. Ve bizler, nasıl oldu da, sistemin
kimi araçlarının devrimci bir mücadeleye kanalize olmuş olduğunu anlamadık?
Yahut yanıldık mı? Bizler iktidarın
katlettiği insanların videolarını paylaşırken, twitteri ne oranda zengin
ettiğimizi düşündük mü?
Anlatacak
birisi varsa, büyük bir hevesle yazılarını bekliyorum… Ancak lütfen 140
karakterden fazlası olsun.
0 yorum :: Sosyal Medya Kültürü ve Gezi Direnişindeki Yeri
Yorum Gönder