Göktuğ Halis
Kendini Yahudi-Hıristiyan
dizgesinin bir parçası olarak tanımlayan İslam geleneğinde Kurban, imanın temel
koşullarından biri olarak kabul edildi.
Kurban ritüelinde İslam geleneği
kendini modern tek tanrılı dinlerin kurucu-mitsel atası İbrahim’e dayanan bir
söylence-mite dayandırdı. Bu öykünün kökenleri Kitab-ı Mukaddes’in
Tekvin-Yaratılış- bölümüne dek uzanmaktadır. Çokları için tanıdıktır:
Söz konusu anlatıda, yaşamının bu
aşamasına dek "samimi bir
imanla" Rab'be bağlılığını ispat etmiş olan İbrahim’in sınamaya tabi
tutulduğunu anlarız. Rab, İbrahim'i
sınamak ister; oğlu İshak "Moab diyarında kendisine kurban verilmelidir.
Gerçekten de İbrahim, Rab'bın
emrini sorgulamadan yerine getirir. Yanında hizmetçileri ve oğlu İshak olduğu
halde Moab'a yönelir. İsa'nın, ölümüne sebep olacak haçı sırtında taşıması gibi
İshak da, kurbanın Tanrı'ya adanan kısımlarını yakma işine yarayan
"odunlarını" sırtında taşımaktadır.
Mit, İbrahim’in oğlu İshak,
Rab'be tam kurban verileceği sırada göksel bir müdahalenin yaşandığını aktarır.
Gökyüzünden inen bir melek onu engeller. (1)
Allah yolunda kalan tek oğlunu kurbana hazır olan bir peygamberin içten
imanı, ödüllendirilmeye layıktır.
Hıristiyanlık dışında, modern tek
tanrılı dinlerin kurban kültünün dayandığı bu öyküde dikkate değer birkaç mesaj
bulunuyor.
Bu mesajlara geçmeden önce genel
bir ilkeye değinmeliyim: Zerdüşt'ün yaşam öyküsünde de göreceğimiz gibi (2), bir kutsal törene karşı çıkış yalnızca
uygulamaya ya da kareografiye karşı çıkış değildir. Bu kalkışma simgesel bir değer taşır ve çok daha geniş bir kabulün, o
ritüeli zorunlu koyan "dinin" reddedildiğini gösterir. En azından
bir reform yaşandığı gerçektir.
İbrahim örneğinde bu ilke şu
anlama gelir:
İshak'ın kurban edilişi öyküsü,
yalnızca İbraniler için geçerli bir "ritüelin" çağları aşan
yaygınlığının kökenini açıklama gayesi taşımaz. Aynı zamanda, özellikle “Çıkış”
sonrasında karşı karşıya gelinen Kenan inanışının "çocuk kurbanına"
dayanan geleneksel "kutsal törenlerine" karşı bir tavır niteliği
taşır (3).
Bereket ve verimlilik amaçlı
kurban ritüelinin, Kenan illerinde insan, özellikle çocuk kurbanına varan
aşırılıklara vardığı bugün kesin olarak bilinmektedir. Özellikle neolitik
topluluklarda, mevsimsel döngülerde ya da verimlilik kaygısının yoğun olduğu
sembolik tekrarlarda gerçekleştirilen insan kurbanı uygulaması Avustralya’dan
Amerika kıtasına dek uzanan yaygınlığa sahiptir. Neolitik dönem inancının bu
belirgin niteliği, J. Campbell’in
deyimiyle medeniyetin bir katliamla başladığını gösteren mitolojilerce de
doğrulanmıştı (4).
Elbette bu inanç, öldürülen kişilerin Tanrı haline geleceği-ya da
öldükten sonra dirileceği-yönündeki bir başka inanç biçimiyle katmanlaşmıştır.
Bu İsa’nın ölümü ve dirilişiyle ilişkili çok daha kadim bir izleğin parçasıdır.
Diğer taraftan insan kurbanı
göçebe topluluklar için işlevsizdir. Bu toplulukların etkin bir nüfus kontrolü
uyguladıkları biliniyor. Bu mücadele ve savaşlar içerisinde yaşayan bir kavmin
duyduğu insan ihtiyacı bağlamında da işlevsiz bir uygulamadır. Elbette İbrani
öğretisinde Her şeyden önce "çocuk" kurbanı, Tanrı'nın "semereli
olun" ve "çoğalın" gibi otantik emirlerine de aykırılık teşkil
eder (5).
İnsan ve Tanrı’yı buluşturan ritüelin unutulan anlamı: Eşitlik
Kuşkusuz İshak’ın kurbanı
mitosunda geçen iki kurban biçimi -insan ya da hayvan-ne olursa olsun, bizlere
bir gerçeği daha hatırlatır. Dini inancın en ilkel biçimlerine dek kurban
uygulamasının izlerini sürebiliyoruz ve nerede bu ritüele rastlasak insan ile Tanrı’nın buluştuğu bir anlam
dağarcığına temas etmiş oluruz.
E. Durkheim tarafından
insanoğlunun ilk dini olarak betimlenen bu dinin kökeni “totem” sözcüğünün ilk kez 1791 yılında J. Long isimli bir
İngiliz tarafından K. Amerika yerlilerinden öğrenildiğini aktarır Freud (6). Kural
olarak yenebilen "zararsız ya da tehlikeli olabilen bir hayvan, ender
olarak da bir doğa unsuru ya da bitki” olarak tanımlanabilir.
Yukarıdaki tanımda geçen yenilebilirlik
hususu tartışmalıdır. Zira kimi topluluklarda totem etinin yenmesi kesinlikle
yasaklanır.
Uzmanlar bu çelişki hususunda
kesin bir netliğe ulaşamadı. Bu kabulün toplumdan topluma farklılık gösterdiği
açıktır ve bir genelleme yapabilmek oldukça zordur. Türk-Moğol geleneğinde
“ata-hayvan” kurbanının bulunmadığı görüşünde olan Roux, buna karşın, kül rengi
öküz ve beyaz atın kurbanı ile ilgili bilgiler karşısında şaşkınlığını
gizleyemez. Ulaştığı sonuç ise tatmin edici olmaktan uzaktır: “Büyük bir karışıklık buna yol açmış olabilir. Atlar
ve öküzler, gök ve yere kurban edilir. Gök ve yer atalarla karıştırılmıştır. At
ve öküzler ise atalar olduğu için ataların kurban edildiği sanılmıştır (7).
En doğru çözümlemenin şu şekilde
yapılabileceği kanaatindeyim:
Totem, belli dönemler-özel günler-dışında eti yenmesi kesinlikle yasak
olan-bir soy bağının ilk örneğini-ata’yı temsil etmektedir.
Yemek yiyen ve eti yenilen Tanrı sembolizmi
Totemin “yenilebilirliği”
konusunda ilerledikçe tüm toplumun katıldığı kutsal ayinlerde, totem hayvanının
yeme amacıyla kurban edildiğini saptamak mümkün hale gelir. Totem” dininin
dinamikleri tüm toplumun katılmasının şart olduğu törenlerle söz konusu ilahın
kurbanıyla ilgili varyasyonlar içerir.
Freud’un da belirttiği gibi,
totem hayvanının kanı, eti ve kemikleri çiğ olarak tüketilirken, klan üyeleri,
kutsal hayvana benzer biçimde giyinir; onun gibi hareket eder. Toplumun hiçbir
ferdi yeme eyleminden kaçamaz; bu törenlerin amacı, ikilidir. Hem, öldürülen hayvanın kutsallığını
özümseme hem de öldürmenin sorumluluğunun reddedilişiyle ilintilidir bu durum.
Yani tüm toplumun sevap ve günah ikiliğini ortaklaşa karşıladığı bir eylem
olarak gözüküyor…
Totem dininde kurban uygulamasına
ilişkin analitik çözümlemenin bir boyutunda herhangi bir hayvanın
yenebilirliği, yaşam özünün insana aktarılması anlamını içerdiğini de bu
aşamada belirtmeliyiz. Uygulamada ilkel inancın, kendini bağladığı ve yaşam
gücü sunduğu ilksel atanın gücünün bedene transferi gerçekleşmiş olur.
Herkesin eşit olduğu bir sosyal buluşma: Kutsal yemek kültü
Söz konusu tanım, bu haliyle
“ilkel” avcıların hayvanı “baba”-soyun başlatıcısı- olarak görme eğilimi
Freud’un ilk kurban olarak baba düşüncesini etkilemiş olabilir.
Bu “yemek kültürü ekseninde”
insan türünün, kendi ilahıyla buluşma merasimi; onun gücünün özümsenmesi,
arkadaşlığın paylaştırılması sürecidir.
Kurban yemeği sayesinde Tanrı, ona
tapanların “sofra arkadaşı” olur. Roux’un aktardığı gibi “Robertson
Smith’den beri kurbanın Tanrı’nın eşlik ettiği bir yemek olduğu bilinmektedir…”
Aynı kaynakta “Tanrı’ya sunulan yemek tanrıyla aynı anda yeniden Tanrının sofra
arkadaşı oluruz…” (8).
Totemizm bağlamında kurban,
uzmanların da sıklıkla değerlendirdiği gibi eninde sonunda “Tanrı ile
kulu”-“Ata ile onun soyundan geleni” yahut “doğanın güçlü ruhları-modern tek
tanrılı dinlerde Melek inancına evrilecek güçleri-insan ile aynı sofrada
buluşturan bir uygulama olarak tanımlanabilir.
Hiç kuşkusuz bu yemek-sofra-şölen
gibi olguların dinler tarihindeki kutsal yeri ve bağlamıyla ilgili farklı bir
konuya yönelik analizle desteklenmelidir. Ancak bu noktada şu önemli husus
belirtmeliyim: Totem, açık biçimde bir topluluk temsilidir. Topluluğun, kurucu
ata miti ve onun gücünün aktarımı, kelime anlamıyla tanrının katıldığı bir
sofra edimi bir metafordur. Gerçek anlam
ve sembollerde gizli güç, tüm topluluğun, “eşit ve hiyerarşisiz bir biçimde”
aynı sofrada buluşmasını öngörmektedir.
Durkheim’in “Tanrı toplumdur” dediği, budur (9).
İsa’ya giden yol
Elbette Neolitik inanç
biçimlerine giden yolda Şamanizm’in kurban uygulamalarına da tek cümle ile de
olsa değinme zorunluluğumuz bulunuyor:
“Bir av töreni öncesinde, bir
hastalığın tedavisinde (10), kayıp ruhun çağrılmasında ya da mevsimsel
döngülerin eşiğinde, toprağın ürünlerinde verimlilik sağlamak isteyen
topluluklarda kurban, doğanın güçlerini (11),
evrensel ya da lokal doğa ruhlarını insana yardımcı hale getirebilir.
Neolitik döneme özgü kurban ritüelinde
anahtar kavramın “verimlilik” olduğunu belirterek ilerleyebiliriz. Yukarıda da
kimi yerlerde değindiğim için şimdilik, verimliliğin sağlanması için topluluğun
kurban ettiği genç insanların yeniden dirileceğine duyulan inancın asal bir
yapı oluşturduğunu tekrarlamakla yetineceğim.
Yeniden dirilen Tanrı motifinin
bizler için bilinen en yaygın örneği İsa’dır. Hıristiyan teolojisinde İsa’nın
kendini kurban olarak sunduğunu ve tanımladığını biliyoruz. Elbette bu öyküde
İsa, ilk günah temasıyla ilişkili bir karakter olarak biçimlenmektedir.
İsa, ilk günah için kendisini
kurban seçerken, tüm insanlık adına küskün Baba’yla barışmanın anahtarını
sağlamak üzere kendini feda edecek mitsel kahraman rolüne bürünür
Bir diğer deyişle İsa kendisini
kurban olarak sunarken, artık babanın yerine geçmek arzusundan vazgeçildiğinin
sözünü vermiş olur.
SONUÇ: Yitirilen anlam ve eşitlik ideali
Bu açıklamalar ışığında, modern
tek tanrılı dinlerin kurban tanımının bu kurucu ilkeye yönelik ilksel
tanımlardan bir kopuş ve geç dönem bozulmalarını içeren bir uzantı olduğunu
söyleyebilecek noktadayız artık.
Mitsel anlatılardaki sembolizmin
çözümlemesinden uzak yorumcuların, “Tanrı’nın bir sofrada oturup yemek yemesi
ya da yaratıcının etinin yenmesi gibi olguları “sapkın-heretik” ya da “pagan”
öğeler olarak nitelediğini biliyoruz. Elbette bu yorumların ortodoksi açısından
acil bir önem taşıdığı gerçektir. Özellikle İslam gibi, geçmiş dinleri, bozulmuş, kendini de sahih olarak niteleyen bir dini ideoloji için bu tip
çıkışların yaşamsal olduğunu biliyoruz. Ancak bu yorumlardaki temel hata, dinin
bilinç dışı kökenlerinde yer alan kimi unsurların, dinin temel öğelerini
meydana getirdiğini görmezden gelmesidir.
Doğaldır ki, İbrahim’e Lut’un yok
edileceğini haber veren üç göksel varlığın inişi ve gerekse Yeni Ahit’te yer
alan son yemek sahnesinde görüldüğü gibi, dini ideolojilerin zamansal evrimi,
kendini arkaik anlamlardan yeterince kurtaramaz ve bilinç dışı kökenlerin
varlığına işaret etmeyi sürdürür.
Bir örnek olarak İsa’nın son
yemeğini verebiliriz. Arketipsel bir kaynak olarak Tanrı ile kulların yemeği
olgusu, İsa’nın “son yemeği” sahnesinde başarıyla canlandırılır. İnsan türünün
türediği düşünülen ilksel varlığın-ilk Ata’nın “törenler” eşliğinde yenmesini
ön gören arkaik anlamla temas çok güçlüdür. İncil’in sözleri, Tanrı ile insanı
aynı masada buluşturan bu gerçeklik alanının en bilindik örneklerindendir:
“Alın, bu benim bedenimdir”
diyerek öğrencilerine verdi. Sonra bir kâse alıp şükretti ve bunu öğrencilerine
verdi. Hepsi bundan içti. “Bu benim kanım” dedi İsa, “Birçokları uğruna
akıtılan antlaşma kanıdır.” (12)
Günümüz dinlerinin, kurbanın
yorumu hususunda, kendini insanlığın ilk günah yükünden arındırmak için kendini
kurban eden İsa’nın anıştırdığı ilksel anlamlardan çok uzağa evirildiğini
görmek mümkün.
Yeni yorum, yalnızca dini bir
emir olarak hayvanların kanının akıtılmasına indirgenmiştir. Tüm ritüeller
gibi, gündelik yaşamla ilişkisinin kopmuş, somut amaçsallığın yitirilmiş
olduğunu görürüz. (13)
Oysaki ilkel kültürlerde kurban, Tanrı ile insanı buluşturan bir anlam,
bir eşitlik ve verimlilik ilişkisi sunmuştu.
Böylece “ilerlemecilik” ilkesinin
eleştirisi için elverişli bir kaynağa daha ulaşmış oluyoruz.
25.07.2017
Notlar:
1) Ve İbrahim elini uzattı, ve oğlunu boğazlamak
için bıçağı aldı. Ve RABBİN meleği göklerden ona çağırıp dedi: İbrahim,
İbrahim; ve işte ben, dedi. Ve dedi: Elini çocuğa uzatma ve ona bir şey yapma.
Çünkü şimdi bildim ki sen Allah’tan korkuyorsun, ve kendi biricik oğlunu benden
esirgemedin. Bkz. Tekvin 22: 10/12
2) Zerdüşt de kendi döneminde
rahipler sınıfının sürdüğü yaşam tarzı ve statüsüne yönelik eleştirisine kanlı kurban
törenlerini eleştirerek başlamıştı. Zerdüşt’ün eleştirisinin bir çoban olarak
hayvanlarla kurduğu yakın ilişkinin beslediği sevgiden türediği yorumları fazla
abartılmamalıdır. Zira kesilen etin yoksullara dağıtıldığı kurban kesimlerini
desteklediğini biliyoruz. Bununla birlikte onu temel hedefi sosyal yozlaşmanın
nedeni olduğunu düşündüğü din adamları sınıfıdır. İsa’dan yüzlerce yıl önce
Zerdüşt, yüksek sınıfın sırtını döndüğü zengin din adamları sınıfına öfkelidir.
Bir örnek için bkz. Taroparewela 29-1, s. 116.
3) Batı Samileri kurban şenliklerinde, hala memede olan
yüzlerce çocuğu Baal için ateşe atma ritüelini kuşaklar boyunca sürdürmüştü.
Paralel bir yorum için bkz. ÖRS, Hayrullah s. 52.
4) Campbell, tarımcı topluluklarda insan
kurbanının yaygınlığı hususunda doyurucu açıklamalar yapmıştır. Bk. İlkel
Mitoloji s.291’de: “bitki egemenliğindeki Ekvator bölgesinde gördüğümüz insan
kurbanı insan kaderinin bitki dünyasındaki ölümü, çürümesi ve verimli dönüşümü
ritleriyle belirlenmiştir…”
5) İbrahim’in oğlunu kurban etmek yerine,
“hayvan” kurbanına yönelişi, kavminin, yerleşik-tarımcı topluluk geleneklerini
sahiplenmediği “göçebe-avcı” yaşam tarzına tabi olduğunu vurgulayan simgesel
bir anlatım da olabilir. Zira hayvan kurbanı göçebe topluluklarda daha yaygın
bir gelenektir.
6) FREUD, S. Totem ve Tabu.
(A.T.K Çevirisi), s. 189-190.
7) ROUX. J. P. Orta Asya’da
Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar s. 330.
8) Roux a.g.e. Roux s. 218.
9) “Çünkü bir toplum yalnızca,
kendisini meydana getiren fertler yığınından, onların işgal ettikleri
topraktan, kullandıkları şeylerden ve icra ettikleri hareketlerden değil,
özellikle de onun kendisi hakkında oluşturduğu idealden meydana
gelir..."s. 495... Ayrıca bk: "Tanrı toplumun mecazi bir ifadesinden
başka bir şey değildir..." DURKHEIM, E. Dini Hayatın İlkel Biçimleri s.
274
10) Bir hastalığın tedavisinde
kurbanın rolü hakkında bkz. KOECHEROWA, L.M. "Şaman Ayini Yeniden Yapılanma
Deneyi" s.78,79,80.
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/13/1190/13750.pdf.
11) “Buriyatlarda dağların,
nehirlerin, ırmakların, göllerin, ormanları vs’nin uzun zaman önce ölmüş
kişilerin ruhları tarafından canlandırıldığı düşünülürdü…” alıntı için bk. Roux
s. 33. Şayenlerin, büyük su kütlelerine kurban adama ritüellerini açıklayan bir
mit ile ilgili olarak bkz. MARRIOTT, A-RACHLIN;Carol K. Kızılderili Mitolojisi
s. 77-83. Bu öyküde bir yılana dönüşen Şayenlinin son isteğinde bahsedilir.
12) Matta: 26 ve sonrası
13) Bunun tek istisnası adak
uygulamalarında halen görülmektedir. Bu bir dileği yerine getiren Tanrı’ya
sunulan bir armağandır artık.