Mustafa Çölkesen
Çok gerilere gitmeyeceğim, 1980’den hemen sonra sosyalist
örgütlerin bir süre irili ufaklı yapılar halinde yeniden şekillenme arayışları,
bir ana kol olarak, daha sonra ÖDP’nin kuruluşuna vesile olacak uzun Kuruçeşme
toplantılarıyla sonlanmıştı.
Tarihinde ilk kez oldukça farklı kesimlerden gelen sosyalist
örgütler Gorbaçov’un Perestroika’sı eşliğinde birbirlerine yaklaşıp, yeni bir
solun kurucu ilkelerini tartışırlarken Sovyet rejiminin aniden çöküşü o
toplantılara katılan kesimlerin de afallamasına neden olmuştu, adeta bir şok
yaşanıyordu ve gözler hızla nedenlerine odaklanmıştı.
O afallama evresinden sonra, bir sosyalist parti olarak ÖDP,
“ademi merkeziyetçi”, “özyönetimci”, “özgürlükçü”, “savaş karşıtı” ve “ekolojik”
ilkeler temelinde, adında sosyalist ibaresi olmaksızın (!) kamuoyunda ve dönemin
medyasında büyük bir ilgi eşliğinde kuruldu. Belli ki Aybar’ın Türkiye İşçi
Partisi’nin güleryüzlü sosyalizminden ilham almıştı ama adı “Özgürlük ve Dayanışma” olarak referansları bakımından belirsiz kalıyordu, popülist Dev-Yol
geleneğinden, esinini Avrupa’dan alan çeşitli Troçkist motiflere, oradan yine
Avrupa hayranı sivil toplumcu Murat Belge çevresine kadar bir teorik/organizasyon
karmaşasını kapsamanın ötesine geçemedi o özgürlük.. Parti kuruldu ama, başka
şeylerin yanısıra, “ademi merkeziyetçilik”le yaralıydı, bir türlü organize
olamadı, umut yerini hızla dağılmalara bırakırken arkada eveleyen geveleyen
liberal tuhaf akademisyen Ufuk Uras’ın manasız sırıtışı kalmıştı parti ambleminin
altında..
Ayrı bir kol, bir dönem SBKP’nin ülke temsilcisi olarak yurtdışında
faaliyet gösterip, Sovyet rejimi çöktüğünde tüm sosyalist kimliğini yükselen
liberalizme kurban eden eski TKP’nin adını ve Stalinist dogmayı başkalarına
kaptırmak istemeyen o dönemin birkaç genciydi, o dönem hayli yıpranmış ÖDP
çevresini sıklıkla lanetleyerek “Gelenek” isminde bir dergiyi yıllarca
çıkardılar, katı merkeziyetçi
duruşlarını ve Komünist isimlerini ve solun diğer kesimleriyle aralarındaki
mesafeleri korurlarsa işçi sınıfının bir şekilde kendilerini bulacağını
varsayarak, yaşayan tek sosyalist ülke Küba ve diğer bazı Stalinist
partilerle sözde enternasyonel bağlar kurdular, ancak solun metropollerin
merkezlerinde güç toplama hatasına onlarda düştüler, kozmopolit Beyoğlu ve Kadıköy’deki meşhur merkezlerinden bir türlü işçi mahallerine uzanamadılar, rehavet
içinde orada çakıldılar ve ardından tam da Türkiye Saray rejimiyle büyük
dönüşümünü yaşarken miyoz bölünmelerini yaşadılar, şimdi ortada “en çok TKP
benim” diyen 3 ayrı TKP var..
Bildiğimiz kadarıyla adını eski yoldaşlarına kaptırmak
istemeyen şu Kemal Okuyan’ın TKP’si Gezi’nin devamı niteliğindeki Haziran
Hareketi’nde yer almadı, Gezi zamanında CNN’den çıkartılan gazeteci Enver
Aysever’in, metropollerin ünlü gösteri merkezlerinde laik üst sınıflara "ücretli" müzikli aykırı
kumpanyasının akabinde parti çevresine intikali ile birlikte, bizim eski
yazarımız Orhan Gökdemir’in de "seri üretim" halinde gündem yazıları yayınlanmaya
başladı Sol Portal’da..
Gereğinden fazla yazsalar da yazanların ağzına sağlık, ancak
her tercihin aynı zamanda bir sınırlanma olduğunu bilerek, TKP çevresinin CHP’nin
büyük atılımı olarak nitelediğimiz Adalet Yürüyüşü karşısında bir anda sessizliğe
bürünmesini paralel şekilde Orhan Gökdemir’de de gözlemlemek benim için bir
sürpriz olmadı, Orhan burada da durmuyor ve Sol Haber’de CHP’nin yürüyüşünü
hafife alan, onu sanki “ortada yükselen sosyalist kritik bir kütle varmış da
sosyal demokrat kimlikli “Adalet” dalgası içinde yuvarlanacakmış” kaygısı
içinde amatör bir ruhla kaleme alınmış paralel yazıları da paylaşmaktan
kaçınmıyor..
Orhan’la çok eskilere dayanan bir ortaklığımız var; 1980’lerin
ortalarında Yalçın Küçük’ün başında olduğu Toplumsal Kurtuluş dergisinin yazı
işleri müdürü idi kendisi, biz ise dergi okuru ve taraftarıydık, Yalçın Küçük’ün en verimli günleriydi ve
bizde sebeplenmiştik o entelektüel kazandan, sonra ben Ernest Mandel’le tesadüfi
tanışmam neticesinde Stalinist okuldan koptum, geçtiğimiz gün, yıllar önce Kürtler
Üzerine Tezler kitabı ve Toplumsal Kurtuluş dergisinde Kürtlerle ilgili
yazıları nedeniyle Orhan’la birlikte hapis yattıktan sonra bir anda Kuva-i Milliye
savunma hattına çekilecek kadar oynak bir siyasi duruş sergileyen Yalçın Hoca’nın
Adalet Yürüyüşü konusundaki canlı programını izledim, Kılıçdaroğlu’na üç aşağı
beş yukarı “Gülencilikten tutunda, yürüyüş için aklı nereden aldığına”
varıncaya dek siyasi iktidarla aynı acımasız eleştirileri yapan kocamış hocamız
burada da durmuyor, “Kılıçdaroğlu’nun karısının orada ne işi var, onun bu
işlerle alakası yoktur” diyerek edepsizce bağırıyordu, ben orada karşılanmamış iktidar hırsının hıncıyla birlikte Stalinist dogmacılığın gaddarlığına şahit oldum.. Kılıçdaroğlu’nu 70 yaşında yüzlerce kilometre
yollara düşürmek zorunda bırakan o demokrasi kültüründen yoksun şu malum
zihniyete ne denli benziyor değil mi? Avrupa’yı yakan Hitler’le en yakın dava
arkadaşlarını ölüm ya da sürgüne gönderen Stalin’in içgüdüsel, psikolojik
ortaklığı kadar benziyordur belki de..
Dikine okuyucuları biliyorlardır, Orhan artık aramızda
değil, kendi isteğiyle onu şu Yalçın Küçük’ün o dogmatik, kifayetsiz, bürokratik
öğrencileri arasına yollamış olduk, bizim
aramızdaki- yıllar sonra asıl kalıcı olacağına inandığım- dönemini kendi
yaşamının geçici bir durağı olduğunu kabul ediyorum, akıbetinin Yalçın Küçük’e
benzemeyeceğini umarak aslına rücu etmesini kutluyorum, yolu açık olsun..
11.07.2017
0 yorum :: Orhan Gökdemir için..
Yorum Gönder