(Berkin’e)
Göktuğ Halis
1-Masal
ve gerçek
Modern
dünyada masallar yalnızca çocuklar içindir; onlar aklın baskısıyla henüz
yitirilmemiş bir aydınlığa açıktır: Mutlak iyi ve kötünün bir aradalığına…
İyi
ve kötü arasındaki mutlak karşıtlık, aklın ürünüdür; “us” unsurlardan birini
tablonun dışına atma, def etme eğilimi taşır. Masalda ise çocuğu sarsan, korku,
heyecan ve hoşlanma eşiğini yönlendiren, biraradalık halinde aşırı uçlara kayan
bu muhteşemliktir.
Şaşırtır
masallar, zıtlıklarla örülü kurgusal bir sınırda beklenmedik şeyler sunar. Bir
batı masalı olan Hansel ve Gretel’e bakalım; “Pasta, kek, sıcak süt ve çikolatadan
imal edilmiş evin sahibi bir cadıdır örneğin…
Beklentiler
hemen kapıdadır; yalnızca çocuklar değil masalı dinleyen herkes, bir cadı
yerine iyi niyetli bir ihtiyarı arzular ya da yardımsever bir çiftçi ailesini…
Karanlıkta yolunu kaybetmiş çocuklara yardımcı olmaktan mutluluk duyan,
iyiliksever insanları.
İnsan içinde yaşattığı
karanlığı görmek istemez; doğanın iyi yönünden yanadır.
Belki
başlangıçta aradığımızı bulamayız; beklenmedik aşırılıklar “çocuk” etiyle
beslenen bir ucubenin gaddarlığına ulaşır. Bu anda “masaldan” çıkmak ister
çocuk; simgelerin ağır baskısına yetişkinlerden daha yakındır çünkü… Ama
masalın ruhu çocuğa yardımcı olur; kurgu iyiye evrilir. Çocuklar kurtulur,
iyiler kazanır.
Berkin’in hikayesinde ise
“mutlu son” yoktur.
Masalsı öğe, Berkin’in fotoğraflar
aracılığıyla zamanımıza uzanan güzel yüzündedir. Bir de tüm canlılığıyla içinde
yaşadığımız dünyayı sarmalayan “masalsı” korku öğesinde... Masalda korku öğesi, heyecan ve umudu besler; verilmeye hazırlandığı
dersin tesirini kuvvetlendirir. Gerçek dünyada ise “hayatın acımasızlığı
hissini”…
Mitin
simgeleri hayatın derin acıları karşısında işlevsizdir. Bunu en acı haliyle
görürüz; Berkin’in cenazesi, bir çocuğun cenazesidir.
Modern
Felsefenin kaynağı olarak sunulan “akıl” pek bir çaresizdir. Düzenli
ekonomilerin, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin desteğiyle büyüyen kent
yaşamının, atom ve uzay çalışmalarının, tıp ve biyoloji araştırmalarının insan
yaşamını hatırı sayılır düzeyde uzattığı bir zaman gerçekliğinin, hak ve adalet uğruna insana çok şeyler vaat
etmesini bekleyebilirdik.
Edememiştir.
Dünyanın hiçbir yerinde…
Bu
ülkede ise hak ve adalet duygusunun zedelenişinin tarihi pek uzundur.
Berkin
ya da diğer cinayet olaylarında da gördüğümüz gibi temel mesele katillerin
salıverilmesi ya da hiç aranmaması değil... Bunlar başarılmış olsaydı dahi
küçük bir umudumuz olurdu; temel mesele
bu ülkede belli kesimlerin “cinayet” işleme hakkının “saklı” tutulmasıyla
ilgilidir.
Hak
arama sistematiğinde yerleşik hukuk sistemine duyulan güvensizlik, “hukuk
devleti” tanımının çözülüşüne giden yolun ilk adımıdır. Türkiye’de bu
yaşanmaktadır; zedelenen adalet duygusu, tatminini başka yerlerde arar.
Meydanların ve toplumsal gösteri hakkının, iktidarı eleştirme ve/veya protesto
hakkının sistemli cinayetlerle engellendiği yerde ise, masalsı bir “korku”
öğesi dillenir…
Modern
akıl, “mitin” diliyle konuşmaz elbet; onu baskılama gayreti içindedir. Ama her
nasılsa, dünyanın herhangi bir ülkesinde bir kişi ya da kurumun sosyal alandaki
geleceğini bitirmeye yeter deliller olarak kabul edebileceğimiz yolsuzlukla
ilgili ses kayıtlarından sıyrılışın çaresini bu dilde bulur. “Derin devletin” işlevselliğini
biliyoruz; “Paralel Devlet” ifadesi ise açık biçimde mitin dilidir… “Bizi bölmek isteyenler” diye başlayan ve
“bize düşman ülkeler listeleriyle” devam eden ilköğretim müfredatının,
çocukları “komplo teorileriyle” haşırneşir eden geleneğin uzantısıdır. Eninde
sonunda, asla açıklığa kavuşamayacak bir kaynak ya da özne, “kurulan komplonun”
sebebidir bu tabloda…
Gerçekte olmayan ya da
olsa bile olmayan niteliklerle bezenmiş bir kavram, gerçek hayatı yönlendirmede
yeterliyse bu modern anlamda komplo dilidir.
Buraya
varmışken, modern aklın en büyük mitsel simgelerinden birisine, “Şeytana”
değinmemek mümkün değil. Ve elbette “geriye dönüşümsüz bir kötülük”
arıyorsak, onu tam da Berkin’in ya da
Gezi sürecinde hayatını kaybeden gençlerin ölümünden sorumlu olan kişilerde
arayabileceğimize… Zira “Şeytan” eninde sonunda “usun” ürünüdür; onu ilkel
dünyada bulamayışımızın nedeni, yetkin bir “öteki” kavramlaştırmasının
bulunmayışındandır. Bir masalda “Şeytan”a yer yoktur ve masallarda geçen her
varlık mutlaka “iyi” olana bir yerlerde temas eder;etmelidir. Berkin’in hikayesindeki
gerçekliğin ağırlığı, bir yerlerde “Şeytanın” cirit atmasındandır.
Daha açık bir deyişle,
“Şeytan” var ise masal yoktur.
3- Masalsı bir
estetik adına…
Bir
çocuk için masal anlatılacaksa, “Şeytanın” olmadığı mutlu son kurgulamalıyız.
Belki bir Balkan masalından yararlanabiliriz; çiftçi bir çocuğun yerden göğe
kadar uzanan bir ağacı bulmasıyla ilgilidir. Çocuk, “acaba bu ağacın tepesinden
dünyayı seyretmek nasıl olur?” diye düşünür ve ağaca tırmanmaya başlar. Ancak
ağaç o kadar yüksektir ki, çocuk günün sonunda, ilk dallardan birisinin ucuna
kurulmuş bir köyde, iyilik sever insanların mekanında konaklamak zorunda kalır…
Belki
de Berkin’dir o…
C.
G. Jung, insanın doğa ile kurduğu dengeli ilişki hali olarak “öz” arketipinin
modern dünya insanı için en belirgin simgesinin “çocuk” olduğundan bahseder. “Çocuk” yaşama tutunma, önce soyun, sonrasında da
türün devamının güvencesi, “barış ve sevginin”; insanı tarih öncesi zamanlarda
inşa eden değerlerin ve yüce anlamlarının taşıyıcısıdır. “Ölü çocuğun”
ilkellerde neden “tabu” olduğunu anlamakta zorlanmayız öyleyse…
Berkin’in
ölümü, yitirdiğimizi zannettiğimiz anlam ve değerlerin yitimidir. “Çocuk”, “öz”
ise “Berkin çocuktur” artık.
Berkin
ölürse, “öz” ölür ve “Şeytan” masalsı estetiğin mesamesinin okunmadığı yerlerde,
tüm gerçekliğiyle devinir.
Meydanlarda sorulan
hesabın anlamı budur; Berkin’in “ölmesi” halinde yitirilecek olanların içrek
korkusunu taşıyan insanın isyanıdır.
Malinovski’nin
değindiği gibi, “bir cenaze töreni ölenden çok yaşayanlar içindir…”
0 yorum :: ÖLEN BİR ÇOCUĞUN ARDINDAN…
Yorum Gönder