Orhan Gökdemir
“Doğal
nedenlerle öldü…” 12 Eylül hücrelerinde ölen pek çok tutuklunun akıbeti böyle
not düşüldü resmi belgelere. Aradan
geçen zamanda ölümün “doğal” nedenleri bir türlü açığa çıkarılamadı. Ancak
doğal olmayan ölüm türleri de vardı; pencereden kendini atmak, hücrede
battaniye ile kendini asmak, kafasını duvara vurarak intihar etmek bunların
içinde çok sık rastlananlardı. Kaçarken vurulan hükümlüler bile vardı
aralarında.
12 Eylül faşist cuntasının rutin uygulamaları arasındaydı tutukları
alıp ara ara gezdirmek! O gezilerde istenenleri yapmayanlar kaçarken
vuruluyordu. Tutuklular böyle böyle kaç deyince kaçmaması gerektiğini
öğrenmişti. Polise, askere sarılıp kaçmamak için direnen tutukluları düşünün,
anlayacaksınız yarattıkları cehennemin ne olduğunu…
1986’dan sonra gevşemeye başladı faşist
cendere. Yeniden dernekler kurulmaya, sol dergiler yayınlanmaya başladı.
Kıyımdan arta kalanlar örgütlerini toparlamaya çalışıyordu. 1984’te ardı ardına
iki baskınla adı duyuran PKK, Güneydoğu’yu yangın yerine çevirmişti. “Kürt”
demenin en büyük suç sayıldığı zamanlardı, devlet onları “dağ Türkü” sayıyordu.
Şimdi liberal olmuş muhafazakâr öğretim üyelerinin ağabeyleri, Kürt sözünün
“dağda karlı yollarda yürürken çıkan kart-kurt sesinden türediğini ispat eden
bilimsel teoriler” üretiyordu. Pek çok yazar, çizer, düşünür o yıllarda
DGM’lerin emriyle toplanıp cezaevlerine kapatıldı. Gece yarısı evleri basıldı,
tutuklandı, uzun yıllar hapis yattı. Buna rağmen öğrenciler hareketliydi, YÖK’e
karşı yürüyordu, ülkenin içine düşürüldüğü durumu sindirmeye niyetli değildi.
İşçi hareketi de ayaktaydı daha, yasak 1 Mayıslar kelle koltukta kutlanmasına
rağmen canlı geçiyordu.
Özallı yılların son dönemine böyle girdi ülke.
“Ölü ele geçirme”lerle de o yıllarda tanıştı. Önce Güneydoğu’ya has bir şey
sanıldı, “teröristler” ölü ele geçiriliyordu hep. Sonra şehirlerde, kuşatılmış
evlerde, kaçacak bir yeri olmayan gençler de “ölü ele geçirilmeye” başlandı. O
yılların etkili polis şeflerinden biri övünerek “bin bir operasyon” yaptığını
ve çoğunda gençleri ölü ele geçirdiğini anlatıyordu. Yetmeyince, operasyonlarda
“tosuncuklar” da hazır bulundurulmaya başlandı. Polis gençleri ölü ele
geçirince, üç hilalli bayraklarıyla hazır kıta bekleyen tosuncuklar tezahürat
yapıyor, polisi alkışlıyor, işaret ve serçe parmaklarını ileri, diğerlerini
içeri kıvırarak zafer çığlıkları atıyordu.
“Faili Meçhul Cinayetler”in tarihini yazmış
olmama karşın içimizden kaçını ölü ele geçirdiklerini hala biliyor değilim. O
pek sık söylenen yanlış deyişimizle “rivayetler muhtelif”… 15 bin diyen de var,
30 bin diyen de.
Ama
biliyorum ki, bizim gibi pek çok azgelişmiş ülkede, Portekiz’de, Brezilya’da,
Şili’de, Nikaragua’da, Yunanistan’da, Arjantin’de, askeri faşist diktatörlükler
kuruldu, işkence tezgâhları çalıştırıldı ve muhalifler “ölü ele geçirildi”.
Çünkü bu yöntemler tek bir merkezde veriliyor, sonra eğitilmiş cellâtlar kendi
halklarının üzerine salınıyordu.
İşkence
okullarını icat eden, kuran, çalıştıran o ülkenin şimdi bize özgürlük
getireceğine inanmamızı istiyor birileri. Ölü ele geçirilenin ölü olmadığına
inanmazı istiyor. Ölünün ele geçirilemeyeceğini düşünmememizi istiyor.
O tezgâhlardan geçen pek çok ülke de belli ölü
ele geçirilmiştir, şimdi anlıyoruz…
“Ölü ele geçirilmiş bir ülke” bizimkisi de.
Gençleri ölü, işçileri ölü, halkları ölü taklidi yapıyor. Bir imam başlarında,
cenazeyi kaldırmaya memur edilmiş; yönettiği devletin kurumlarını ele geçirmeyi
marifet biliyor.
İşte bakın, TRT, Yargı, YÖK, RTÜK, Köşk,
Gazeteler, Televizyonlar, Üniversiteler, Okullar, Sokaklar ölü geçiriliyor.
Peki, kim öldürüyor bizi? Kim kör kurşunlar
için hazırlıyor bedenlerimizi?
“Devletin din operasyonu-Öteki İslam” işte bu
cinayetin faillerini arıyor. Bulabildikleri ortada. 1997 tarihli “ikinci
baskıya önsöz”ü okumanız bile bugünkü hayhuyu anlamınız için bir çıkış noktası
olabilir. Göreceksiniz, ülkeyi ölü ele geçirmek üzere hazırlayanlar ile ölüyü
diriltmek için son bir hamle yapıp yüzüne gözüne bulaştıranlar aynı kişiler.
TİB, işte o dönemin en önemli kurumu. Toplumu
İslamileştirmekle görevli bu kurum, görevini tamamlayınca kapatıldı. Sonra BÇG,
Batı Çalışma Grubu kuruldu yerine; amaç TİB’in kararttığını aydınlatmaktı.
Ancak çok geç kalınmıştı; karartma günleri yürürlükteydi.
1996’da temelleri atılan o son çaba, 2002
yılında duvara tosladı. Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti. El birliği ile
kotarılan “Ilımlı İslam Cumhuriyeti” devlette örgütlenmişti. “Ergenekon Lobi”
belgesi ise, 1996 konseptinin bitiş çanını çalmıştı.
“Ergenekon davası” işte o konseptin tasfiye
edilmesi davasıdır. Bu davayla, cumhuriyetin “milliyetçi batıcılığa” artık
kapalı olduğu tescillenmiştir. Resmi ideoloji artık “dini milliyetçilik”tir…
***
Bu
karanlık tablo, karanlıktaki izleri silmemelidir. Karanlığın en öndeki
müsebbibi 12 Eylül cuntasıdır. TİB’i onlar kurdu ve “Ilımlı İslam
Cumhuriyeti”nin temellerini de onlar attı. Aydınlıktan dehşete kapıldılar,
ülkenin aydınlık çocuklarını zindanlara kapatırken, kıyıda köşede
bulabildikleri bütün tarikatların önünü açtılar.
Şimdi
ülkeyi ölü ele geçiren cemaatlerin hepsi o günlerde palazlandılar. “Komünizmle
Mücadele Dernekleri”nin imamlarının şimdi iktidar, güç ve para sahibi olmasının
arkasındaki güç TSK içindeki o cuntalardır.
***
Öteki
İslam, gelişmekte olan bu talihsiz tabloya karşı bir erken uyarı sinyaliydi.
Büyük bir kızgınlıkla kapatılmayı çalışılması işin doğasına uygundur.
Yazımının üzerinden 20 yıla yakın bir zaman
geçmek üzere. Bu uzun zamanın yıpratıcı etkisine karşın hala güncel kalması
benim için de şaşırtıcıdır.
***
Birinci
baskısına pek çok dava açılan bu kitabın ikinci baskısı baskıyla karşılaşmadı.
Bunu 1996 konseptine borçlu olduğumu şimdi anlıyorum.
Arada olup biteni kitaba ekledim; 6. Bölüm bu
baskıya özgüdür. Ancak elbette yazılacaklar 6. Bölümde anlatılanlarla sınırlı
değildir. Böylesine bir çalışma, konunun çok dağılmasına, belki de ortaya yeni
bir kitabın çıkmasına yol açacaktı… Sınırlı tutmayı ve orijinaline sadık
kalmayı daha uygun buldum
***
Öteki
İslam, bir ülkenin nasıl karartıldığının hikâyesi; yazması bana düştü. Oysa hep
aydınlanan bir ülkenin hikâyesini yazmayı ummuştum…
Bu
kitabın yazarı olmanın onuru ne yazık ki karanlığa engel olamamış bir yurttaşın
hüznünü yaşamama engel olmuyor.
Orhan
Gökdemir
3
Ağustos 09
0 yorum :: Öteki İslam
Yorum Gönder