Orhan Gökdemir
Bu
çalışmanın temeli yıllar önce yazılmış olan Felsefi Aklın Eleştirisi[1] ile
atılmıştı. O çalışmada, felsefenin sınırları tartışılırken onun üzerinde
durduğu “insan ölçüsü” üzerinde durulmuş ve felsefeye yönelik çözücü soruların
“insan”dan başlaması gereği ileri sürülmüştü. Ancak, Felsefi Aklın eleştirisini
oluştururken, Batı Felsefesi’nin tarihsel köklerinden henüz habersizdim ya da
daha doğrusu soruları o yöne doğru yöneltmeyi henüz akıl edememiştim.
“Aydınlanma Tarikatı” ilerledikçe, bu sınırlılığın Marksizm’den kaynaklandığını
anladım. Batı ya da daha doğrusu Avrupa felsefesine yöneltilmiş bu en köklü
eleştiri yine de onun ideolojik bakışından etkilenmekten kaçınamamıştı. Avrupa
merkezcilik ya da daha iyisi Avrupa ırkçılığı, felsefeyi de var eden “akla”
sızmıştı ve bu ırkçılığı tartışmadan hiç olmazsa onun “Yunan temellerini”
tartışmak artık mümkün değildi.
Bunların,
böyle bir çalışmayı felsefenin dışına ve tarihin içine doğru ittiğinin
farkındaydım. Zaten, Felsefi Aklın Eleştirisi’ne yönelik yapıcı eleştiriler de
bu noktadan geliyordu. Felsefeyi eleştirirken felsefenin içinde kalma
zorunluluğuydu bu; dolayısıyla Felsefi Aklın Eleştirisi o “ödünç dili
kullanmak” zorunda kalmıştı. Felsefi ideolojilerden ödünç alınmış terimler
üzerinden yapılan bir tartışmanın ise hiç kimseyi yeni yerlere götürmeyeceği
belliydi. Marks’ın dediği gibi, iş olayları “tarihin kendisinde bulup
göstermek”teydi ve bu işin bu çalışmanın yazarının boyunu aştığı belliydi. Yine
de kendimi, felsefenin alanından kalkarak tarihin o karanlık dehlizlerine
akınlar düzenlemekten alı koyamadım.
Şimdi
felsefenin alanından uzaklaştığımı biliyorum ancak henüz tarihin alanında da
değilim. Bir açıdan, ne “felsefeci”, ne de “tarihçi” olmayan bir amatörün
nafile çabalarıdır bu. Ama yine de görebildiklerimden etkilendim. Aydınlanma
çağını Doğudan ve ardından gelen dönemi Avrupa ırkçılığından ayıramayacağımızı
öğrendim. Giderek bu bitip tükenmez felsefi laf cambazlıklarının arkasında
gizlenmiş dinsel-mistik çekirdeği görebildim. Aydınlanmadan sonra giderek artan
bir şekilde Hıristiyan köklerine ve Ari ırk mitolojisine dayanan devasa bir
ideolojik yığın ile karşı karşıya olduğumuz belliydi ve bu yığın „ötekiler“
için de sorgusuz kabul edilir bir konuma gelmişti. Gördüklerimi paylaşmak
istedim.
Zordur;
bu çalışma sözü edilen ideolojik yığına soldan ve Marksist bir bakış
iddiasındadır ancak Marksizm ile hiçbir zaman sağlıklı bir ilişki kuramamış
olan Türkiye solunun bu soruları tartışmaya henüz hazır olmadığını da pratik
olarak biliyorum. Bu ideolojik yığının bombardımanına en açık kitledir ve
Marksist yazın içinde kendi coğrafyasını ve kültürünü aşağılayan metinlerin de
onun için kutsallık taşımaktadır. Avrupa ideolojisinin kendisini yüceltmesinin
bir ürünü olan ve kuşkusuz Doğuyu aşağılayan ATÜT, Hidrolik Toplum teorileri
başta, Marks’ın “Doğu sorunu“ hakkında yazdıklarının gün geçirmeden çöpe
atılması Türkiye solu için hayli gecikmiş bir iş olarak yapılmayı bekliyor ve
yapmaya niyetli olan da pek ortalıkta görünmüyor. Ama ondan önce, çeşitli
seküler kılıklarda, aşağılanan toplumlara dayatılmış olan bu kıta ırkçılığını
ve dayanağı dinsel mistik kabuğu kırmak gerekiyordu. Temizlik, eninde sonunda
kirli bir iştir ve bu kirli işi yapmayı elimden geldiği kadarıyla severek
üstlendim. Bunu yapacaklar sırasının en sonunda olduğumu biliyorum; siz bunu
bir “durumdan vazife çıkarmak“ sayabilirsiniz. Durumdan vazife çıkardım...
Felsefi
Aklın Eleştirisini, kuşkusuz burada yazılanları da pek disipliner
bulmadıklarını ve bu yüzden kızanların çok olduğunu biliyorum; “ama bu felsefe“
değil diyorlar. Ben de onu diyorum, bir felsefenin peşinde değilim, gerçeğin
peşindeyim ve aynı kalıptan çıkmış gibi disipliner metinlerin içinde gerçeği
bulamamanın sıkıntısını duyuyorum. Bu kadar çok “felsefe“ olmaları belli ki
onların gerçeğe uzak olmalarındandır.
Biri
gerçeği gösterirse yazdıklarımı çöpe atmaya hazırım ama sırf kalıbına uygun
diye bir dolu saçmalığın gerçek olduğuna inanacak kadar da safdil değilim.
Denildiği gibi “felsefe kendisine inanıldığında hiçbir işe yaramaz“ ama henüz
inanca dayanmayan bir felsefe de icad edilmemiştir.
İnanç,
çoğu zaman felsefenin dışındadır ve onu anlamak için tarihi yardıma çağırmak
kaçınılmazdır. Kaçınılmaz olduğu için Marks’a “Alman İdeolojisi“ olarak görünen
şey, şimdi bize Avrupa ideolojisi olarak görünüyor. En azından biz Doğulular
için duruma daha uygundur.
Orhan
Gökdemir
25
Ağustos 2002
0 yorum :: Aydınlanma Tarikatı-Önsöz
Yorum Gönder