Orhan Gökdemir
Din ile ilgili
büyük soruların sorulduğu çağ çok gerilerde kaldı. Yerleşik dini eleştire
eleştire dinsizliğin denizine yelken açan son dönem Aydınlanma filozofları,
bilim için dinden kurtulmanın şart olduğu kanısını yaygınlaştırdılar. Büyük
Fransız İhtilali’nin kilise karşıtı girişimleri ise bu konudaki radikalizmin
doruğu oldu.
Oysa Aydınlanma
filozoflarının çoğu derin bir biçimde dinseldiler. Kiliseye olmasa bile, kaybolmuş bilgeliğe inanıyorlardı. Laboratuarlarında
aradıkları şey bilimden çok, simya sihirbazlıklarıydı. “Müspet bilim”in
kurucusu sayılan Newton’ın bir ayağı büyünün alanındaydı. Büyük Fransız
ihtilali ise, kiliseyi saldırırken yerine kendi bilim kilisesini kurmayı amaçlıyordu.
Peki, bilim
nereden çıktı öyleyse? Bilim,
örgütlenmiş din ile eski inançlara bağlı tarikatların çatışmasından çıktı.
Ama bu, bilinçli bir çabanın sonucu değil, bir
kaza eseriydi. Simyacıların, büyüye ulaşmak için denemekten başka yolu
kalmamıştı; onlar da deneye deneye kimyacı oldu.
Aydınlanmanın sırf rasyonel ve bütünüyle din dışı
bir düşünce geleneği olduğu yargısının nasıl oluştuğunu incelemek ilginç
sonuçlar verebilir. Mısır’a duydukları derin bağlılık nedeniyle,
oradan Musevizme, İsevizme ve Muhammediliğe kalan büyük mirası sezmişlerdi.
İbadetler, inançlar, davranışlar, temele inildiğinde bütünüyle Mısır çıkışlı
görünüyordu. Oruç, abdest, sünnet, tek tanrı gibi birçok inancın ve davranış
biçiminin kaynağı orasıydı. Dahası, Hıristiyanlığın teslisi ile
İsis-Osiris-Horus üçlemesi arasındaki bağı görmek için bilgin olmak
gerekmiyordu. Öyleyse, “rasyonel” Aydınlamacılar için “eski orijinal dine geri
dönmek” doğru bir davranış olacaktı. Çoğu bunu yaptı. Bruno, Galilei, Copernik
gibi öncüler, tanrının “Güneş” olması gerektiğini biliyorlardı. Güneşi tanrı
yaptılar. Evrenin merkezine güneşi oturturken ve dünyayı onun etrafında dönen
basit bir gezegen derecesine indirgerken, inançlarının da gereklerine uymuş
oluyorlardı.
Bu konumları
nedeniyle, insanlığın entelektüel
serüveninde büsbütün bir sapma gibi görünen şeye, “antik Yunan düşüncesine”
saplanmadılar. Yunanlılar, Mısır’dan almışlar, ama onu kendi dillerine
çevirmekle yetinmişlerdi. Öğrendikleri şey, kültürleri ve yetenekleri
derecesindeydi ve ne yazık ki, Yunanlılar öğrenme yaşı gelmemiş çocuktular.
2500 yıldır Batıyı ve Avrupa’yı uğraştıran bu sapmadan, Aydınlanmışları koruyan
şey de işte buydu.
Dolayısıyla
Hıristiyanlık da bu sapmanın dogmatik ve örgütlenmiş bir biçimi olarak göründü.
Hermetik metinlerde hep daha fazlası vardı ve “heretik” tarikatlar onun
taşıyıcısıydı. “Bilim”de masonluğun üstlendiği rolün hala gün yüzüne çıkmaması
şaşırtıcıdır. Masonlar, Mısır kültürünü ısrarla korudular. Dogmalara karşı bir
tür efsun görevi gördüler. Sonra kendileri de bir tür dogma haline geldiler.
Bilimin nereden
çıktığı sorusuna, “bilim neyi başardı” sorusunu eklemek ise bizim borcumuz. Son
üç yüzyılda attığı adımlar, onun din olmadan iş görebileceğini göstermiş midir?
Milattan Sonra
üçüncü yüzyılda yaşadığı sanılan Antik Yunan felsefe tarihçisi Diogenes
Laertios, Mısırlı hiçbir “filozof”a gönderme yapmamasına karşın, Mısır
felsefesi hakkında şunları yazar: “Mısırlıların tanrılar ve adaletle ilgili
olan felsefeleri şöyledir: onlara göre evrenin başlangıcında madde varmış,
sonra bundan dört öğe ayrılmış ve kimi canlılar oluşmuş. Güneş ve ay birer
tanrıymış, birinin adı Osiris, öbürü İsis’miş… Onlara göre evren oluşmuş bir
şeymiş, bir gün yok olacakmış ve küre biçimindeymiş; yıldızlar ateşmiş ve
yeryüzündeki her şey bunların ısısıyla oluşmuş; ay tutulması, ayın dünyanın
gölgesi üzerine düşmesiyle oluşuyormuş; ruh ölümden sonra da yaşar ve başka
bedene geçermiş; yağmur havanın değişmesiyle oluşurmuş; Hekataios ve
Aristogoras’ın anlattığı gibi, başka şeyleri de doğaya dayanarak
açıklıyorlarmış; adalete dayalı ve Hermes’e yakıştırdıkları yasalar
çıkarmışlar, yararlı hayvanları tanrı sayıyorlarmış. Geometriyi, astrolojiyi ve
aritmetiği onların bulduğunu söylerler.”
Bundan sonra
Platon’u, Aristo’yu, Sokrat’ı düşünün. Felsefede laf ebeliği görünen şeyin nedeni
işte bu büyük boşluktur ve bilim dediğimiz şey de bütünüyle o felsefenin
içinden çıkmıştır. Başarıları ortada ama 2500 yılı Leartios’un kaybolmuş bir
geçmişe değin anlattıklarına ulaşmak için harcamamızın da bir açıklaması yok.
Bilimi de,
dinleri de yaratanlar bizleriz. Dinde olduğu gibi bilimde de bir “anlayış”
sorunumuz var. Tarih, aydınlık din adamlarının ve dar kafalı bilim papazlarının
mümkün olduğunu gösteriyor. Anlayışımızı
daha kapsayıcı kılmak, dinde olduğu kadar bilimde de dar kafalılığa düşmemek
hepimizin temel ödevi.
Arkadaşım Murat
Utkucu, bizde az yapılan bir şeyi, din eleştirisini, üstelik onun kutsal
kitabına dayanarak yapmak gibi zor bir işi üstlendi. Yazma sürecinde, benim
temel eleştirim ise dayandığı yere, bilime dikkat etmesi gerektiğiydi. Bilim, hiç olmazsa bizim anladığımız
haliyle dini eleştirmeye yetkili değildir. Dogma, dogmadır; dogmatiği dogmatik olmamaya çağırmak ise
eninde sonunda onu dinin dışına çağırmaktır.
Kuran’daki
tutarsızlıklar, bilime aykırılıklar onun doğasındandır. Çünkü o bir inanç
sistemidir; malzemesi ise eski inanışlardır. Sünnet olur, çünkü Yahudiler de
sünnet olmaktadır. Abdest alır, çünkü Sabiler de yıkanmaktadır. Meleklere
inanır, çünkü eskiler çok tanrılıdır. Müslümanların
bir göktaşına tavaf etmeleri, inanç sahibine bilimsel olarak nasıl
anlatılabilir ki?
Benim dediğim,
bir Hıristiyan veya bir Müslüman, dünyanın düz ve öküzün boynuzları üstünde
olduğuna inandığı için kınanamaz. Ancak ve ancak bir Hıristiyan veya Müslüman
olduğu için kınanabilir.
Bilim ile yürümek, verilmemiş yanıtlarla
yürüyebilmektir. Bu gerilimi kaldırmak ise bilimsel bir terbiye
ister. Din, sonsuz evren karşısında,
kısa hayatımızı rahatlatacak basit cevaplar sunuyor bize. Deyim yerindeyse
“nefsimizi körletiyor” ancak.
Din karşısında
Voltaire gibi durmak gereklidir; bu eleştiri yapılmalıdır. Ama bizim için esas
olan onun karşısında Marx gibi durmaktadır. Dinde, insanın acıları karşısında
derin bir iç çekişi var, ama bu sefil hayata karşı bir protesto da… Bilim onun
acılarına çare bulamadığı sürece, din afyon olmaya devam edecektir.
Dine karşı o küstah tutumu gösteren eski devrimci
sınıf, mevzilerini çoktan terk etti. Onun bilimi ile dini arasında artık bir
fark görülemiyor. Bizim ise, bu iç çekişi eleştirirken anlamaya çalışmaktan
başka çaremiz yok. Dini eleştirmek isteyen, önce onu mümkün kılan dünyayı
eleştirmelidir…
0 yorum :: Bilim ve Din
Yorum Gönder