Göktuğ Halis
İlkel
dünyada şeytanın olanaksızlığı...
Yaban dünyada insani
zaaflar, toplumsal çabaya eşlik eden amaca eklemlenmiş "umutla"
dengelenirdi. Yabani bir hayvanın peşinden koşan her birey, soyun hayatını
sürdürme yolundaki toplumsal amacın parçası haline gelmenin bilinciyle
davranırdı. Başarının tüm görkemiyle her bireye ait olduğu bu dönem, yıkımları
ve felaketleri de "herkes" için kılmanın manevi alt yapısını
hazırlamaktaydı. Yaşanan bir sakatlık, hastalık, yaşlılık, güçten düşme ve
hatta ölüm "toplumsal bilincin" ortaklaşa edim eğilimini güçlendirmekteydi.
Hep beraber üzülen, acıyı yaşayana hep beraber sahip çıkan zihinsel donanım,
hayatın içinde tesadüf ya da talih gibi kavramları görmeyen
"bütüncül" bir dünya görüşünün "kötücül" nitelikleri
dayanışma sistematiğiyle karşılama eğilimini ortaya koymaktaydı.
Bu dayanışma, kendisini
doğanın parçası olarak gören, maddi ve tinsel bütünlükteki kendi konumunu
ritüeller aracılığıyla korumaya kararlı gözüken bireyler için; mutlak bir
"kötü" kavramının oluşmasına engel oluşturmaktaydı. Her kuramsal
açılım insanın "hayatta kalma gayesine" kilitlenmiştir; o halde
"mutlak bir kötü" tasavvurunun toplayıcı-avcılarda bulunmayışı,
böylesi bir yaratımın "gerekli" olmayışına bağlanabilir.
Bir diğer deyişle, insan
zihni mutlak kötülüğü kurgulayacak ya da onu duyumsayacak zihinsel ve duyusal
donanıma sahip değildir; böylesi bir kurgu için gerekli dinamikler toplumda ve
doğada gözükmemektedir.
Elbette doğa, modern
anlamda düşmanlarla doludur. Vahşi hayvan saldırılarından doğal yıkımlara,
oradan hastalık ve ölümlere uzanan geniş bir yelpaze insan zihnini kötülük
kurgusu yolunda tetiklemeye oldukça müsaittir. Ama ilgi çekici olan, modern
anlamın aksine yabanıl dünyadaki bu öğelerin "düşman" olarak
görülmemesidir. Yaşanan örtük bir kardeşliğin hüküm sürdüğü doğanın yasalarının
işlemesinden ibarettir. Elde edilen hayvanın ruhuna adanan şükran
şarkılarından, toprak anaya hediye edilen kanlı törenlere dek çok sayıda
uygulama, kötücül öğelerin uygun koşullarda yumuşayarak "iyiye"
dönüşebileceğini gösterir. Bu intikam almak için geriye dönen ölülerin ruhları
için dahi geçerlidir: Yılın belli dönemlerinde düzenlenen ayinlere her zaman
davet edilen ruhlar, kendilerine düşeni aldıkları sürece sorun yoktur. Kadim
Mısır, ölülerin ancak "ihtiyaç duyduklarını alamadıklarında" geriye
döndükleri inanışıyla doludur. Diğer taraftan doğanın yıkıcı güçleri, Enuma
Eliş Destanı'nda olduğu gibi, belli şiirlerle yıkımlarından vazgeçebilmektedir.
İyiye
geçiş yap(a)mayan, dönüşümsüz ve tamamlanmış bir kötülük figürü, insanın doğa
ile olandan çok, toplumla ilişkisinden kaynaklanmış gibidir.
Kadim Mısır'ın zengin tapınaklarında bereket ve bolluk içinde yaşayan rahipler
sınıfı için, ayak takımının ayaklanmalarıyla sarsılan "sınıfsal
konumuna" sıkı sıkıya bağlı bilinçler için "kötülüğün" dönüş
yolu yok gibidir. Benzer bir durum, dışarıdan gelen "barbar" akınları
için de geçerlidir elbette. Kurulmuş
düzeni sarsan her girişim, eski düzenin tepesindekiler için kesin bir kötülük
açılımıdır. Tarihte günümüzdeki anlamına en yakın Şeytani figür olarak
beliren Ahriman, Zerdüşt'ün keskin toplumsal mücadelesinde "öteki"
olanın açık temsilidir. "Kötüyü seçen", kötüyü yapan bu bireyler
karşısında Zerdüşt, dünyanın güzelleşebilmesi için yapılacak aktif mücadelenin
ana dayanağına "iyiyi" seçen bireyleri yerleştirmektedir. Zerdüşt
elbette iyinin kazanacağına emindir ancak bunun ne zaman gerçekleşeceğini
bilmemektedir. Ancak herşey bir tarafa Ahriman, Ahura-Mazda'nın yolunun
"bir parçasıdır" ve "kötülükten" çok yaşamın ikili
gerçeklik düzeyinin sembolüdür. Sonraki dönem çarpıtmaları bir kenara
bırakılırsa bizzat Zerdüşt tarafından açıklanan ikiz ruhlardan Ahriman'ın yaşam
olmayanı temsil ettiğidir. Böylece iki ruh, yaşamın aynı sonsuz kaynağının iki
karşıt kutbu ve Ahura Mazda'nın arzusunun ilk hizmetkarlarıdır.
Zerdüşt'e rağmen, kötünün,
"günümüz tek Tanrılı dini sistematiklerinde yer aldığı şekilde"
olgunlaşması için zamana gereksinim duyulmuştur. Mısır, Mezopotamya, Afrika ya da Yunan gibi çok sayıda dini ve felsefi
dizgede, "kötülük" anlayışının edindiği yer asla tek Tanrılı
inanışların düzeyinde olmamıştır. Bu kültürler karşısında, tek Tanrılı
dinlerin kuramsal üstünlük iddiaları pek de yerinde değildir; zira geçmişte
"kötülük" tamamen bilinmez değildir. Ruhanı varlıklar, cinler ya da
hayaletler gibi çok sayıda figürü kötülük öğesi olarak içeren kadim dinsel
yapıların günümüzden tek farkı insani kararsızlık içinde değerlendirilen, iyi
ve kötü arasındaki sınırlar arasında yolculuk yapabilen bir esneme potansiyeli
içermesidir. Ancak gerçek bir kötücül
öğe, Yahudi toplumunun yabancı asimilasyon tehlikesini
"şeytanlaştırma" çabasından sonra mümkün olabilmiştir.
Eski
Ahid ve Şeytan
Şeytan, ilk olarak Eski
Ahid'in Tekvin bölümündeki "kötücül" eylemiyle belleklere
kazınmıştır. Peki, o halde Eski Ahid şeytan ve mutlak kötülüğün kaynağı mıdır?
Görünürde evet. Ama hikayede anlatılanlar hemen başlangıçta kuşku tohumları
ekmeye yetecek derecede boşluklar içermektedir. Tüm kitap boyunca Şeytan
isminin yalnızca iki kere geçmesi ve bu niceliksel yetersizlik bir kenara
ismine "Şeytan" adı verilen varlığın Tanrısal amaç tarafından
kendisine biçilen rolleri oynadığı gerçeği, "kötülük" üzerinde daha
yetkin bir düşünmenin gerçekleşmesi zorunluluğunu dayatır.
Herşeyden önce Eski
Ahid'de Cennetten Kovuluş mitindeki karakter Şeytan değil Yılan'dır.(1) Yılan'ın Şeytan ile özdeşleşimi
ikincil kaynakların ürünüdür, zira anlatıda Yılan'ın Şeytan olduğuna dair bir
ifade bulunmamaktadır. Buna rağmen, Yılan yaptıklarıyla "kötülük"
unsuru olarak ilk şekillenişini yaşamaktadır. Herşeyden önce bir kışkırtıcıdır ve
önce Havva'yı kandırır, ardından kadının Adem'i kandırışını bizzat yönlendirir.(2) Sonunda bu üç figürün de Tanrı
tarafından cezalandırıldığı ve herbirine uygun cezalar verilerek Cennet'ten
sürüldüğü görülür.
Cennetten Kovuluş mitinin
"Eski Ahid" versiyonu (3)
çok sayıda soru işareti barındırır: Kötülüğün ne olduğunu bilmeyen yaratıların,
kandırılma eylemi sonrasında işledikleri bir günahın bedelini ödemeleri
noktasındaki Tanrısal kararlılık, ilk adımda acımasızlık şeklinde nitelenmeyi
hak etmektedir. Tanrı, bu öyküde hiç de affedici değildir. "Günah"
işlemekle suçlanan insanlar alabildiğine bilgisiz gözükmektedir; onlar yalnızca
iki ağacın meyvelerini yememek konusunda uyarılmışlardır. Bu uyarı ise öylesine
yavandır ki, her türlü psikolojik saldırıya açık bir alanda yaşamak zorunda
kalan iki saf ve bilgisiz insanın savunmasızlığıyla kıyaslandığında
"etkili olması" neredeyse mucizevidir. Tanrı'nın yaratılarına asgari
düzeyde güvenli bir ortam bile sunamadığı kesindir. Tanrı kuşkusuz "uyarılarını"
mutlak kılmakta, buna uyulmayışın nedenleri üzerinde kafa yormak
istememektedir. Belki suçu işleyenler eylemin suçu doğuracağına dair
bilgisizliklerine sığınabilir... Ancak bunun Tanrı için bir önemi olmadığı,
Tanrının hafifletici unsurları özellikle kendi ihmalini hesaba katmayışıyla
kesin olarak ortaya konmuş olur.
Bir diğer taraftan
"Yılan'ın" durumu çok daha ilgi çekicidir. Kötülüğünden mi böylesi
bir eyleme giriştiği, yoksa bir misyonu mu olduğu çeşitli din tarihçilerince
tartışılagelmiştir. Eski Ahid'in ilerleyen bölümlerinde takip ettiğimiz gibi
bir misyonu var ise ve bu misyon Tanrı kaynaklıysa, aldığı cezanın açıklaması
yoktur. Ama hayır, söz konusu girişimi yalnızca kendi tasarladıysa, bir diğer
deyişle kötülük onda içkinse, Tanrı tarafından yaratılan bir varlığın
"yetkin-yeğin bir kötülüğü içermesi", yaratılandan çok yaratanın
sorumluluğunu göstermekte gibidir. (4)
Eski Ahid'in tanrısı bir
gazap ve yıkım Tanrısı mıdır? Kuşkusuz bu kitabın kendi mantığı içinde
değerlendirilmelidir. Ancak açık olan ilerleyen yüzyıllarda Ortodoks ve Katolik
Hıristiyanlığın sapkın olarak kabul edeceği kimi Gnostik Hıristiyan
kavimlerinin, gerçek şeytanın Eski Ahid Tanrısı olduğunu söyleyecek kadar
ileriye gidebildikleridir. Kilise ile sürekli ve kesintisiz bir gerilimin
içinde yaşayan Gnostik akımlar da, siyasal mücadelede "ötekini"
şeytan olarak nitelemiştir. Öyleyse "şeytan" herşeyden önce
siyasal-sınıfsal mücadelenin tetiklediği sonuç; daha sonra da "mitik"
niteliğiyle kuşakların zihninde içrek olarak saklanan, geçmişe dair bir
uyarıdır.
Yetkin
Kötülüğün Kökenleri
Ne olursa olsun şeytan
figürünün kökenini herhangi bir kültürde bulmaya çalışmaktansa, göreli bir
kaynaşımın ve tarihsel evrimin gerçekleştiğini düşünmek mantıklıdır. Yazılı
medeniyetin beşiği olarak kabul edilen Mezopotamya ve Mısır kültürlerinde
"yeğin bir kötülük" sembolü bulunmasa da, özellikle İki Ahid Arası
metinlerde olgunlaşacak "ana figüre" etkileri bağlamında eşsiz
fırsatlar sunmaktadır. Ancak ne Osiris'i öldüren Mısır'ın Seth'i ne de Babil'in
yaşlı Tanrı'sı Tiamat, "mutlak" bir kötülük kavramını karşılayacak
niteliklere sahip değildir. Öyleyse, kesin ve geriye dönüşsüz bir kötülük
figürü için çok daha keskin toplumsal çatışmalara ihtiyaç vardır. Tekvin
bölümündeki "Cennet" ve kovuluş öyküsü, ana hatlarıyla tüm Antik
Mezopotamya kültüründe, değişik biçimleriyle varolmuştur.(5) Kitab-ı
Mukaddes'in bu bölümü, yine de "sürgüne vesile olan yetkin bir
kötülük" bağlamında yetersiz bir tabo sunsa da, çok geçmeden beliren
fırsatlar "açık bir şekilde" İsrailoğullarının zihinsel yaratımını
tetikleyecek kötücül varlıkları içerişiyle değerlendirilmeyi haketmektedir. Bu
saptamaya rağmen bazı salt kötücül karakterlerin Mezopotamya kaynaklı olduğu
saptanabilir. Çocuk hırsızı, loğusalı kadınların düşmanı Lilith, Ölüm cini MEVETVEBA,
hastalıkların cini DEVER, cinlerin yaratıcısı BELİAL 'ın kökenleri için doğru
adres burasıdır.
Bu alıntılara rağmen, Eski
Ahid'de Şeytan'ın bugünkü anlamıyla formüle edilmediğini düşünmek akla
yakındır. Kutsal kitap boyunca yalnızca birkaç yerde ismi geçen Şeytan ve yer
yer kötülük yapan ruhlara ilişkin anlatılar Tanrı'nın iradesinin ürünleri
olduğunu ortaya koymaktadır. Şeytan'ın isminin geçtiği bölümlerden birisi EYUB
Kitabı'dır. Burada ŞEYTAN'ın göksel konseyin üyesi olduğu görülür. Bu bir tarafa
onun önemli bir danışmanı ve yol göstericisi olarak gözükmektedir.
"Ve Allah oğulları Rabbin önünde kendilerini takdim etmeye geldikleri
gün vaki oldu ki, onların arasında ŞEYTAN da geldi. Ve RAB şeytana dedi:
Nereden geliyorsun? Ve Şeytan RAbbe cevap verip dedi, Dünyada dolaşmaktan ve
orada gezinmekten. Ve RAb Şeytana dedi: Kulum Eyub'a iyice baktın mı? Çünkü
dünyada onun gibisi yok, kamil ve doğru adam."(6)
Şeytan ile Allah
arasındaki diyaloğun devamı, kötülüğün Tanrısal bir hizmete adandığını doğrular. Şeytan, açık bir şekilde Tanrı'nın dinlediği
danışmanlarından birisidir ve Tanrı'nın kendisine "iyi" sandığı
kulunu "fakir kıldığı taktirde" aynı iyiliği gösterip göstermeyeceğini
denemesini ister:
"Ve şeytan Rabbe cevap verip dedi: Eyup Allah'tan boşuna mı korkuyor?
Onun etrafına, evinin etrafına ve nesi varsa hepsinin etrafına sen çepçevre çit
çevirmedin mi? Ellerinin işini sen bereketledin ve onun malı memlekette
çoğaldı. Fakat şimdi elini uzat da nesi varsa hepsine dokun ve yüzüne karşı
sana lanet edecektir. Ve Rab Şeytan'a dedi: İşte bütün nesi varsa senin elinde;
ancak kendisine elini uzatma. Ve Şeytan Rabb'in önünden çıktı..."
Tanrı'nın kötülük yapan
ruhlarla ilişkisi bağlamındaki temel ayırım, Eski Ahid'in eski ve yeni tarihli
bölümleridir. Meseller kitabı gibi, erken tarihli bölümlerde kötülüğü icra eden
ruhların Tanrısal bir iradenin aracı olduğu söylenebilir. Diğer bir örnek ise
İ.Ö. VIII-VI. yüzyıllarda yazıldığı tahmin edilen İŞAYA kitabidir. Burada da
kötücül karakterler Tanrı'nın düşmanı olarak gözükmezlerHakimler 22-57 de de
Tanrı'nın kötü ruhları kullanarak amacına ulaştığı görülür:
"Ve Abimelek üç yıl İsrail'e reis oldu. Ve
Allah Abimelek'le Sekem erleri arasında kötü bir ruh gönderdi..." (7)
Anlatıdan anlaşıldığı
kadarıyla Şekemler yalancı ve namussuz insanlardır. YERUBABEL' in 70 çocuğunu
katletmişlerdir ve bir kölenin oğlunu ABİMELEK'i KRAL seçmişlerdir. ABİMELEK 'i
kullanan TANRI, ülkeyi yok etmiştir. İblis görevlileri YEHOVA'nın intikamlarını
kat'i bir şekilde yerine getirmektedir. Ve Tanrı bazı bölümlerde ileriye
giderek, kötülük sembolü olarak kabul edilen Azazel için kurbandan pay
istemektedir.
Tanrı'yı insana kötülük
timsali olarak görünen varlıklarla dirsek teması halinde gösteren kurgu,
İsrailoğulları'nın artan toplumsal karmaşa ile düştüğü özgüven bunalımıyla
birlikte sarsılmaya başlar. Geç tarihli kitaplar, Tanrı'nın kötü ruhlar
üzerindeki otorite ve iradesinin tartışılmakta olduğunu gösterir. Söz konusu
evrim ilginçtir. Şeytan, modern zihnin aradığı "bir tartışma sürecinde aradığı
tutarlılık" ilkesinin dışına düşen bir nitelik farklılaşması yaşamaktadır.
Tanrı'nın göksel divanındaki yerinden, Tanrı'ya karşı gelen ve ona rağmen
eylemlilikler gerçekleştiren bir simge... Bununla birlikte, çok önemli bir
nokta daha belirginleşmektedir: İnsana
iyi ya da kötü olarak gözüken eylemliliklerin temel kaynağı, erken tarihli
yazıtlarda Tanrı iken, şimdi iyi ve kötü arasındaki sınır keskinleşmeye
başlamıştır.
Ancak bu yalnızca
başlangıçtır. Eski Ahid teolojisi herşeye rağmen, iyi-kötü düalizminin sistemli
bütünü olarak değerlendirilemez. Bu belki de Yeni-Ahid'in keskin karşıtlığıyla
kıyaslandığında çok daha belirgin biçimde ortaya çıkar. Peki ne olmuştur? İki kitap arasında geçen zaman dilimi, keskin
bir kötülük figürünün biçimlenmesine nasıl vesile olmuş, insan şeytana neden
ihtiyaç duymuştur? Bir başka ifadeyle
"Şeytan" neden bu zamanda kendisini göstermiştir?
İki
Ahit Arası Metinler
İki Ahid arasındaki geçiş,
özellikle ara dönem metinleri hesaba katılmadan anlaşılabilir olmaktan uzaktır.
Zira İsrailoğulları toplumu maddi düzlemdeki çalkantılarda açıkça şeytanı
görmüş, kimileri günümüze dek gelen metinlerde bu temayı işlemiştir. Seçilmiş
kavimin üstünlük sanısını darmadağın eden girişimler, "haketmediğine
uzananın lanetlenme geleneğini tarihten alan "kesim tarafından"
şeytan figürüyle özdeşleştirilir. İnsan nasıl emire uymadığı için sürülmüşse,
şeytan da, Tekvin bölümündeki yılan gibi lanetlenmiş olmalıdır. Bu çağda, özgün
Yahudi kültürünü tehdit eden yabancı öğeler, Yunan, Roma, Babil ve diğer Pagan
unsurlar ve özellikle de sürgün tam da gerçeğin mite dönüştüğü kavşakta
dikilmektedir. İhtiyaç duyulan teorik yapı açık bir şekilde belirgindir; sürgün
sonrası edebiyatı gerek Tevrat'ın eski bölümlerinden ve gerekse "Pagan
unsurlardan", içinde bulunduğu durumu özetleyecek figürleri
olgunlaştıracak zamandan alabildiğine yararlanmıştır.
"Yusuf'un Duası"
ismini taşıyan erken tarihli metinlerden itibaren, büyük meleklerin kötü
niteliklerle donanmış olduğu gözükür. Ana suç, kıskançlık ve gururdur.
Gurur, Şeytan'ın ana niteliğidir ve
İslam geleneğinde de "çamur ve ateş" hiyerarşisindeki çarpıklığı
ileriye sürerek Adem'e secde etme noktasında Allah'a karşı geldiği görülür. (8)
Şeytan'ın Tanrı ile diyalogları ne olursa olsun kesin bir köleliğe işaret
etmez. Hakkını arayan bir varlık olarak Şeytan, mantıklı şeyler söylemekte
ancak Tanrı'nın polemikten kaçma tutarlılığı doğrultusunda, "herhangi bir
yanıt almaktan çok", kovulmakta olduğu dikkat çekmektedir. Şeytan,
cennetten, göksel divandan, Tanrı katından; adına ne dersek diyelim, üstün bir
yerden kovulur ve sonunda sürgün onun için de geçerli hale gelir. Sürülmüş
melekler teması, başta şeytan olmak üzere, onunla birlikte hareket eden ya da
onun niteliklerini paylaşan figürlerce oluşturulur. Yusuf'un Duası kitabında
melekler, belki şaşırtıcı ve küçültücüdür ama yalnızca birbirlerini veya
insanları kıskandıkları için kavga etmektedir. Tanrı da bir komedi filmi
kurgusu gibi, bu kavgalara müdahale eden ebeveyn konumuna gerilemiştir.
Kuşkusuz her metin,
böylesine "bayağılıklar" içermez. Metinlerden bir tanesi insanın
atası olan Adem'in, Tanrı'nın suretinden yaratılışını içerir; herşeyden önce
insan kendine Tanrısallık bağı çizdiği için ciddidir. Diğer taraftan üstünlük
iddiası, daha önceki mitolojilerin "mütevazi" insan figürünün yerine
"secdeye" varan tabloyla taçlandırılır. Başmelek Mikail, Tanrı'nın
suretinden yaratılmış Adem'i meleklerin önüne çıkarır ve "Tanrı'nın
emrettiği gibi secde edin!" der. Hikaye Tanrı'ya, ortalıkta gözükmeyişi ve
tartışmaların tarafı olmayışı nedeniyle, gizli bir itibar vermiş gözükmektedir.
Ancak bu itibar , Mikail'in Şeytan'a "secde etmediği gerekçesiyle
kızmasına ve tartışmanın büyüyerek savaşa dönüşmesine engel olacak düzeyde
değildir. İlginç olan şeytanın, tıpkı Kur'an-ı Kerim'deki gibi "altta
olana tabi olmayacağını" ve ona secde etmeyeceğini bildirdiğinde, yalnız
olmamasıdır. Kitap böylece Şeytanı, bir
isyan tertipleyicisi rolüne sokar. Mikail isyanı bastırmaya çalışır ve
Şeytan'ı yola getirmek için çeşitli yöntemler kullanır. Tanrı'nın olan bitenden
hiç hoşlanmayacağını belirten Mikail, güçlü bir ifade gücüyle "iyicil
meleklerin aklına gelmeyecek bir cüretle yüzleşmek zorunda kalır: "Tanrı bana kızarsa , o zaman ben de
göklere çıkacağım, tahtımı TANRI nın yıldızlarından daha yükseğe koyacağım,
kendimi Yüceler Yücesi ile eşit kılacağım". Şeytan bir kez daha yeryüzüne
sürgüne gönderilmiştir. (9)
Her ne sebeple olursa
olsun, kurgu "Şeytan'ın" aramızda olduğudur... Şeytan'ın yeryüzüne
yani aramıza neden sürüldüğü ise teolojik ayrıntılardır. İşte bir diğer İki
Ahid Arası Metin olan Enoch Kitabı, bu ayrıntılarla doludur ve anlattığına
göre, meleklerin cennetten sürülüş nedeni "şehvettir". M.Ö. III-II.
yüzyıllar arasına tarihlenen kitap, ayrıca Tekvin'deki Tanrı oğulları ve insan
kızları arasındaki evliliğin sonuçlarına dair boşluğun da doldurulmasını
amaçlamış olmalıdır. İçerdiği bölümlerle meleklerin sürülüşü ve Nefilimler
olgusuna açıklık getirir. Buna göre, " Adem ile Havva'nın kovulmalarından
kısa bir süre sonra, iki yüz melek yeryüzüne doğru bakıp da güzel kadınları
görünce cinsel açıdan uyarılırlar. Peki kimdir bunlar: Meleklerin başında
Samyaza bulunur ve beraberinde -el takısıyla biten görkemli isimleri sürükler:
URAKABARAMEEL, AKİBEEL, TAMİEL, RABUEL, DANEL, AZKEEL... Cennetteki yerlerini
bırakıp yüryüzüne gelen melekler kendilerine birer eş seçip onlardan çocuk
sahibi olur ama çocukları devlere dönüşür. Bazılarının boyu 160 metreyi
bulmuştur. İlk başlarda insanlar bu devleri besler ama doymak bilmez iştahları
yüzünden, bu durum çok uzun süremez. Devler açlıkla karşılaşır ve bunun
sonucunda "dizginlenemeyen bir oburluk" ortaya çıkar. Şehvet, kibir ve kıskançlıktan
sonra, dördüncü ölümcül günah da yeni bir yıkımla sonuçlanacaktır. Oluk oluk
akan kan ve leşlerle birlikte diğer kötülüklerin yeryüzünü kirletmesi sonucunda
Tanrı, devlerin üstüne büyük bir Tufan gönderir. Kötü melekler için ise ceza
henüz bitmemiştir; onlar daha sonra cezalandırılmak üzere ağlarla yakalanır.
Enoch ise, meleklerin göksel konseydeki davaları sırasında onları Tanrı katında
savunmak üzere cennete çıkar. Yaptığı tüm savunmaya karşın, başarılı olamaz.
Enoch Kitabının
"kötülüğün", günahın ya da sürgünün ana nedeni olarak "şehveti" göstermesi Tekvin
anlatısıyla tutarlıdır. Şeytan burada da, simgelerle gizlenmesine rağmen açıkça
bilinen bir gerçeği kışkırtmıştır. Adem ve Havva arasındaki cinsel ilişkinin
bir felakete dönüşmesi elbette açığa çıkan bir başka simge ile
değerlendirildiğinde daha da anlamlıdır. Göklere ait bilgi ve gücün, yersel
olana açık edilmesi. Şeytan herşeyden
önce, "bilgiyi yersel olana" verdiği için cezalandırılmıştır. Ne ironi, bilgelik ve göksel bilgi
tahakkümüyle köleleri sömüren "tapınak rahipleri" düzenini yıkan
isyanlar şeytani olarak görülür. Göksel Sırlar'ın deşifresi, İki Ahid Arası
metinlerde en büyük günahlardan birisi olarak tanımlanmaktadır. Bir zamanlar
Tanrı katındaki prestijini yitiren ve hatta Tanrı tarafından kendisine de
kurbandan pay verilmesi istenen Azazel , ansızın kötücül bir figüre dönüşür...
Kuşkusuz Enoch kitabında AZAZEL' in kınanma nedeni açıklanır. Çünkü o
gökyüzünde olup biten her şeyi yeryüzünde açık etmiştir. Tanrı, BAŞBELEK
RAFAEL'i, Azazel 'i yakalayıp, taşa tutup öldürmekle, karanlıklara atmakla
görevlendirmiştir. Azazel yazgısına hiç de bilinmeyen bir nedenle karşı koymuş
gibi gözüküyor. Anladığımız kadarıyla suçu insanlara kılıç, bıçak, kalkan, zırh
ve ayna yapmayı, bilezik ve süs eşyaları biçimlemeyi, resim sanatını, kaşları
boyamayı ve değerli taşları kullanmayı öğretmiştir. Öyleyse dünyanın
kötülüğünde payı vardır. Tıpkı Azazel gibi, diğer cinler de göksel sırları
deşifre ettikleri için cezalandırılır. BARKAYAL insanlara yıldızları gözetleme
sanatını öğretir... AKİBEEL ise işaretleri, TAMİEL astronomiyi ASARADEL ise
AYın hareketlerini öğretti.
Enoch Kitabı çok büyük
ihtimalle Esseniler'e aittir. Gnostik yapı alabildiğine açıktır. Şeytan'ın
politik rolü, Zerdüşt'te olduğu gibi net olarak okunabilir. Pagan
kültürlerinin, Yahudiliği neredeyse tamamen etkisi altına aldığı bir çağın
izlerini taşıyan bu öteleme, İsrail'in şöhretini ve itibarını geriye getirecek
Mesih beklentisinin sorunlu bir umutsuzluğa dönüşümünün simgesi gibidir.
Babil'in ardından ansızın İ.Ö. 332 yılında gelen İskender hakimiyeti ve Mısır
Hellen İmparatorluğu tahakkümü "seçilmiş kavmin" psikolojisinden
efsanevi umutları söküp almıştır. Böylesi koşullarda dünyanın kötücül niteliği
üzerine düşünmek çok daha mümkündür
Kendilerini gerçek
Yahudiler olarak gören Esseni Cemaati Metinleri'nin kimi noktalarında Belial,
açıkça politik düşmanlara yönelik tanımlama olarak biçimlenmektedir. Bazı
metinlerde Tanrı tarafından günahkar kahinleri cezalandırmak amacıyla
görevlendirildiği iddia edilen Kittim isimli kişi, olasılıkla Esseni cemaati'ne
karşı takındığı sonraki dönem tutumları nedeniyle Savaş Kuralı Beyanatı'nda,
sonunda Işığın Oğulları tarafından yenilgiye uğratılacak, Satan ya da
Beliyal'in ittifakçısı olarak nitelenir. (10) Görüldüğü gibi yalnızca dış etki
değil, iç mücadeleler de başta Esseni'ler olmak üzere toplum psikolojisi
üzerinde yıkım eğilimli figürleri tetiklemiştir. Yahudi toplumunun
"geleneksel değerlerinin" savunucuları ile "Pagan sentezini
kabul eden" sınıflar arasındaki iç çatışmalar, Şeytan figürünü neredeyse
kaçınılmaz kılmış gibidir. I. yüzyılın başında, Adalet Yorumcusu Esseni'nin
Kudüs'ün büyük rahibi tarafından öldürülmesi bu anlamda büyük bir öneme
sahiptir. Roma ve Yunan etkisine karşı, köktendinciliği motive edecek, Şeytan
figürü işlevsel bir sıçramada yaratabilecektir. Tanrı artık, kavimiyle konuşmamaktadır.
Çünkü Büyük Rahip Jason döneminde Kudüs tamamen Helenleşmiştir. Zengin
Yahudiler, sünneti dahi uygulamamaktadır. Jason'un yerine gelen MENELAS ile
Jason arasındaki iç savaşın Selefki Kralı 4. Antiokhurs'u Yahudi geleneklerini
tamamen yasaklamaya itmesi ise neredeyse son noktadır.
Tüm bu çatışmalar
içerisinde ortaya Esseniler çıkar. Tarihsel olarak yaşananlara gösterilen en
köklü tepki bu kavime aittir. Helenleşmiş yönetimi reddeden ve Tora'ya bağlı
olmayan bir rejime karşı duydukları büyük öfkeyi parola haline getirerek çöle
çekilirler. Şeytan ve değişik isimleri Ne Ölü Deniz Yazmaları'nda ne de İki
Ahit Arası Metinlerde kesin bir kötülükle özdeşleşmeden bir kez bile ele
alınmaz. ŞEYTAN figürü kat 'i bir kararlılıkla, düşman olarak nitelenir ve
TANRI'dan artık tamamen ayrıdır. Doğrudan İki Ahit Arası Metinlerde en az
yirmialtı, eşanlamlısı, Belial ya da Beliar'a ise yetmiş gönderme vardır.
Şeytan için çalışan aracı meleklerin sayısı ise çok daha üst düzeydedir.(11)
Öyleyse belirtebiliriz ki
artık, bir Şeytan'a ihtiyaç vardır ve bu çağda da mit, tıpkı ilkel çağlarda
olduğu gibi "yaşamanın" temel unsurudur. Zerdüşt, Sümer ve Mısır gibi
antik kültürlerde örtük halde bulunan bir kötülük figürü, yağmalanan ve alt üst
edilen toplumsal dengenin, ötekini "kötücül kılması" zorunluluğunun
ürünüdür. Ortak bir tavır takınma yolunda bir araya gelmiş bireyler, bu öğe ile
birbirine yaklaşır, kendinden olmayana karşı bir mücadele tertip eder. Şeytan'ın "bilgiyi gaspeden" ve
bunu "daha aşağı olana" armağan eden bir varlık olarak tasvir
edilmesi tüm simgeselliğiyle manidardır. Çünkü, üst sınıflar her zaman ve her mekanda, "kutsallaştırılan"
bilgi ile şifrelenen bir toplumsal katmanlaşmanın ürünüdür. Bir toplum
dışarıdan gelen bir saldırı ile karşılaştığında ya da bir sınıf alt sınıflardan
kaynaklanan bir devrim hareketiyle yüzleştiğinde ani ve toptan bir teori
reddedişin eşiğindedir. Bu yapı zamana yayılıp sistemleşme şansına kavuşursa,
"karşıtın" mitik bir şeytana dönüşmesinin önünde hiçbir şey yoktur.
Toplumsal konumlanmanın bu aşamasında kötülük sembolü, açık bir şekilde
subjektif ve elitisttir.
Yoksul sınıfların tarihi
eylemle yazılır. Onların hatıraları, Kumran Yazıtları gibi kayda geçirilmiş
istisnai birkaç örnek bir tarafa bırakılırsa, toplumsal bellekte saklanmayacak
denli huzursuzdur. Belli başlı kavramlar ve mücadele gelenekleri en fazla,
teorik-tarihsel kalıplarla anlaşılmaya çalışılır. Onlar için Şeytan, mitik bir
hikaye olarak, savaşma gücünü ayakta tutacak bir moral ve tanımlama unsurudur.
Hermetik felsefenin tarihi ise tam aksine kayıtlara geçirilmiş ve sistemli bir
teoriye ulaşmış üst sınıf kaygılarını yansıtır. Bu kaygıların analitik
incelemesi sonucunda ulaşılan sonuç ise "mücadelenin nasıl
sürdürüleceğine" dair ipuçları içerir. Yani savaş sürmektedir. Peki bu
mücadele hangi alanlarda nasıl gerçekleşir? Bu ise, günümüze dek okült
disiplinlerin konusunu oluşturan bir başka alana "savaş" alanına
yönelmemiz sonucunu doğurur.
DİPNOTLAR
1-Kitab-ı Mukaddes Tekvin
Bap-3. Söz konusu bölümün hemen başında yılan, Allah'ın yaptığı tüm kır
kayvanları içinde en hilekar olanı şeklinde tanımlanır. Kuşkusuz hilekarlık
Şeytan için "azımsanabilecek" bir tanımlamadır.
2-Ve yılan kadına dedi:
(Allah'ın yasakladığı meyveden yerseniz, onun dediği gibi) Katiyen ölmezsiniz;
çünkü Allah bilir ki ondan yediğiniz gün o vakit gözleriniz açılaca, ve iyiyi
ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız... Kitab-ı Mukaddes, s. 3. Tekvin Bap
3:5...
3- Versiyon sözcüğünden
kasıt, anlatının tarihsel olarak Kitab-ı Mukaddes'ten çok daha eskiye
dayanmasıdır. Bölüm özellikle Mezopotamya'ya ait mit'sel anlatılarından izler
taşımaktadır.
4- I. Yüzyıl
düşünürlerinden Markion, Cennet'te geçen bu öyküdeki tutarsızlıklardan
şikayetçidir: " Eğer yaratıcı Tanrı var ettiği dünyada bulunan kötülüğü önceden
kestiremediyse cahildir; bunu kestirip önleyemediyse kötüdür; önlemek isteyip
de yapamadıysa acizdir." Markion'a göre, Eski Ahid'in Tanrısı açıkça maddi
dünyayı yaratan Kötülük Tanrısı'dır. ALBAYRAK, Kadir. Bogomilizm ve Bosna
Kilisesi, s. 86-87. Emre. Messadie ise, bu durumu şöyle açıklar: Yılan kılığına
girmiş olan Şeytan ise Cennet'te işi neydi? Bu Tanrı'nın kötülüğü de yarattığı
ve Cennet'e sürdüğü anlamına mı gelir? ... " Şeytanın Genel Tarihi s.
388...
5-Erken tarihli Sümer
öykülerinde dahi "bir tanrı bahçesi kavramı bulunmaktadır. Burası
hastalığı ve ölmün bulunmadığı, yabanıl hayvanlar arasında uyumun hüküm sürdüğü
bir yerdir. Noah Kramer'in Emmerkar
Destanı ismini verdiği Sümer şiiri, Tevrat öncesindeki cennet yaşamını
ayrıntılarıyla tasvir etmektedir. Şiir için bk. HOOKE, S.H. Ortadoğu
Mitolojisi, s. 157. İmge.
6-Kitab-ı Mukaddes, s.
618. EYUB Bap I:VI-XII...
7-Mesadie. A.g.e. s.
394-395.
8-Bakara Suresi 34. ayette
tüm meleklerin Adem'e secde ettiğini, ama İblis'in buna yanaşmadığı anlatılır.
Çünkü o "böbürlenmişti". Sad Suresi'nde ise bu böbürlenmenin
nedeninin ne olduğu açıklanır. Allah, İblis'e "kendi elleriyle yarattığına
secde etmekten alkoyan şeyin ne olduğunu sorduğunda: " Dedi: Ben ondan
iyiyim. Beni ateşten yarattın onu çamurdan yarattın." Bunun üzerine Allah,
İblis'i divanından kovmaktadır. KUR'AN-I KERİM ve YÜCE MEALİ, s. 456. Prof. Dr.
Süleyman Ateş. Kılıç Kitabevi.
9-Mikail kötüye karşı
mücadelede güvenilir bir figürdür. Kumran metinlerinde de sık sık adı geçen
karakter, Işık Prensi olarak gözükür. O, Belial'e karşı savaşımın
önderlerindendir ve Tanrı'nın düşmanlarından intikam alırken resmedilir.
VERMES, Geza. Ölü Deniz Parşömenleri-Kumran Yazıtları s. 109. Nokta.
10-VERMES, a.g.e. s. 80.
11-İki Ahid Arası
Metinlerde, Şeytan'ın diğer adlarıyla birlikte liste uzayıp gitmektedir.
Karanlıklar Prensi'ne atfedilen diğer isimlerden Baal dört kez, Mastema ise
sekiz kez tekrarlanmaktadır. Messadie, "şeytanın adlarının belirtildiği
yerleri açıklamaya yönelik bir girişimin" ayrı bir kitap oluşturmaya
yeteceği kanaatindedir. Messadie, a.g.e. s. 409.
0 yorum :: ŞEYTAN ve Mutlak kötülüğün dinler tarihindeki kökenlerine giriş
Yorum Gönder