Mustafa Çölkesen
[Bu yazı, yazarın, Dikine Grubu'nun 2006 yılında Büyükada'da yaptığı toplantındaki konuşma metninin bir özetini içermektedir]
Mezopotamya dini, konunun dünya çapında 2 önemli uzmanı olan Georges Roux ve Leo Oppenheim tarafından, maalesef, “anlaşılamaz” olarak nitelenmektedir. Konuyla ilgili oldukça genel bilgilerimizin çoğu 1950’li yıllarda az sayıda tablet üzerinde çalışma yapabilen Sümer ve Asur bilimcilerinin çalışmalarına dayanmaktadır.
150 yıl öncesinde insanlık, en uzak geçmişi ve varoluş
sorunları ile ilgili sadece “Kutsal Kitap” a dayanmak zorundaydı. Tevrat’ta
geçen kadim kentlerin çoğu arkeolojik kazılarla tespit edilememiş ve
kanıtlanamamış durumdaydı. Geçtiğimiz yüzyılın başlarında kadim atalarımız
konusunda önemli bilgileri gün ışığına çıkaran amatör bir İngiliz arkeologu
olan Sir Leonard Wooley oldu.
Öncelikle konuyla ilgili iki önemli soruna işaret etmek
isterim: Birinci sorun Sümer dilinin dilbilim açısından hala tam olarak
çözülememiş olmasıdır[1], konunun
uzmanları arasında bazı kritik terimlere yönelik uzlaşmazlık mevcuttur. İkinci
sorun ise, dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış binlerce tablet hala deşifre
edilmemiş durumda olup, uzmanların sistemli çalışmalarını beklemektedir ve
ayrıca farklı ülkelerin arkeoloji grupları tarafından yapılan çalışmalarda bir
eşgüdüm söz konusu değildir.
Tek Tanrıcılığın vizyonuna sahip bizler için Mezopotamya
dini oldukça karmaşık ve yıldırıcı ölçüde zahmetli gözükmektedir. Daha sonra
hakkında konuşacağımız Babil imparatorluğu ve kentinin tanrısı Marduk’un[2]
içinde yetiştiğimiz paradigma açısından içimizi rahatlatacağından eminim.
Konuyu ana hatlarıyla değerlendirmeye çalışırsak;
1. En azından erken dönemlerde Sümerlerin 3.000 civarında
tanrıları olduğunu biliyoruz. Ancak zaman içinde bazı tanrılar Sümer
Panteonunda ön plana çıkmaya başlıyor. İnsan
biçimli tasvir edilen bu tanrılar, kadın ve erkek tanrılardan oluşmakta ve
kendi aralarında kesin bir hiyerarşiye sahiptiler. Tıpkı bir insan gibi yiyip
içiyorlar, aile hayatı yaşıyorlar ve kendi aralarında ve insanoğluna karşı
duygusal tepki veriyorlardı. Ancak insanlıktan farklı olarak ölümsüzdüler ve
Babil yazılarından (Yüce Bilge Şiiri-Enuma Elish) anladığımız kadarıyla, insanoğlunu,
kendilerinin çalışma gereksinimini
ortadan kaldırmak amacıyla yaratmışlardı. Ayrıca her tanrıda ayrı bir
şekilde kişiselleşen, insanoğlunda olmayan bir takım güçlere sahiptiler, bunlar
bugün tam olarak anlayamadığımız, hakkında tahminde bulunduğumuz Me, Kader
Tabletleri ve Melam’dı. Bu terimleri daha sonra konuşacağız.[3]
2. Mezopotamya inancına göre ilk krallıklar gökten inmişti, büyük Sümerolog Thorkild Jacobsen
tarafından yayınlanan Mezopotamya kral listeleri, ilk uygarlığın Sümer
panteonunun en önemli tanrılarından birisi olan Enki’nin kenti Eridu’da
kurulduğunu bildiriyor. (bkz. http://www.b17.com/family/lwp/things/antediluvian_king_lists.html)
Tufandan önce 5 kentte 8 kral toplam 241,200 yıl hüküm sürmüştü. Bizler için
Mezopotamya dininin en ilgi çekici
özelliklerinden birisi, Tanrı’ların uygarlığı insanlara
hediye etmesidir, Tevrat’ta bilginin insanlar için bir günah kaynağı olarak
resmedilmesinin aksine, Mezopotamya panteonunda giderek ön plana çıkan 4-5 Tanrı’nın (Enlil, Enki, İnanna, Nanna,
Utu) hikayelerinden bu tanrıların kadim insanlığın korkularından ziyade,
sempatilerini kazanmış olduklarını görüyoruz. Her şeyden önce, içinde
oturdukları tapınağın bulunduğu kent devleti halklarının koruyucu
tanrılarıydı bunlar… Ve herhangi bir kent devletinin halkı “X tanrısının”
halkı olarak anılırdı.
Sümer inançlarına göre, ilk insanın yaradılışında başka
tanrı ve tanrıçalarla birlikte önemli bir payı olan Su ve bilgelik tanrısı Enki[4]
(Akkad medeniyetinde Ea), uygarlık, düzen, insanoğlu ve hatta diğer tanrıların
bile başı derde girdiğinde, her defasında imdada yetişen, yaşamın koruyucu bir
meleği gibidir adeta... Sümer yazılarına göre İnsanoğlu’nun (veya prototipinin,
Adapa) yaratılmasında annesine tavsiyelerde bulunmuş, Tufan’da Sümer Nuh’u
Ziusudra’ya Tufandan kurtulma yolunu öğretmiş, Tanrıça İnanna’nın Ölüler
Diyarı’ndan kurtulmasını sağlamış ve “Kur” isimli kaos güçleri ile mücadele
etmiştir, dahası kazmayı bile o yaratmıştır...
Kendi döneminin tarihini derleyen, ancak eseri kayıp
olduğundan hakkındaki bilgimizi ikinci elden kaynaklara borçlu olduğumuz Babil’li
rahip Bel-Usur (Berosse) tarafından, çok eski zamanlarda uygarlığın denizden
çıkan bir yaratık (Oannes) tarafından insanoğluna öğretilmiş olduğu dile
getirilmiştir.[5] Ayrıca Enki’nin silindir
mühürlerde daima içinde balıkların bulunduğu yanlarından su akan bir tipoloji
olarak tarif edilmesi, ilginç bir şekilde, İsa’nın balık simgesini
çağrıştırmaktadır. Uygarlık ve düzen açısından çok önemli güçleri (Me’leri)
elinde tutan bu derin suların Tanrısı’nın kişiliğinin ilginç bir yönü olarak
içkiye ve döllemeye olan özel düşkünlüğü de sanırım Sümer insanının bu tanrıya
olan sempatisini arttıran bir faktördür.
3- Benim yorumum açısından Sümer dininin bir başka dikkat
çekici özelliği yaşamın kökenine ilişkin onların kavrayışlarıdır: Günümüz dünyasının pozitif biliminin yaşamın
kökenini sulara bağlamasına paralel bir şekilde, Mezopotamya’nın kültür
döneminin halkı olan Sümer’lerde Tanrılar’dan gayri canlılığın kökenini sulara
bağlar.[6]
Başlangıçta tanrıça Nammu (bayan arkadaşlarımız tanrıça
oluşuna dikkat etsin lütfen) ile özdeşleştirilen ve ezeli ve yaratılmamış olan
bir ilksel deniz (belki de kozmos)
vardı.
İlksel deniz gök ve yerin birliğinden oluşan Kozmik dağı
oluşturdu.
Gök (An) ve Yer’in (Ki) birleşmelerinden Sümer panteonunun
en önemli tanrısı Enlil doğdu.
Enlil ise yerden göğü ayırdı ve babası An göğü ele
geçirirken Enlil annesi Ki’yi ele geçirdi. Yerin hükümdarı oldu. Enlil ile
annesi Ki’nin birleşmesi insanın yaradılışı ve uygarlığın kuruluşu sürecini
başlattı.[7]
Burada bizler açısından ilginç ve anlaşılması zor olan Hava
Tanrısı Enlil’in karanlıktan kurtulmak için önce Ay Tanrısı Nanna’ya (Sin) ve
sonra ise Güneş Tanrısı Utu’ya yaşam vermesidir.
Mezopotamya’nın çalkantılı tarihinde Sümer ülkesinin
yıkılmasından uzun bir süre sonra tarih sahnesinde beliren, giderek güçlenen,
Hammurabi zamanında ise İmparatorluk haline gelen Babil ülkesinde ise evrenin
oluşumu ve insanın yaratılışı, “kaos” güçlerine karşı Marduk’un verdiği
mücadele ve nihai zaferinde ifade bulur. İnsan, yine balçık ve yenilen
tanrısal varlık olan Kingu’nun kanından yaratılır. Sümer döneminde görmediğimiz “İlk Günah” ın (kökende günahkarlık)
emaresi insanın kötücül bir gücün kanından yaratılması mıdır acaba ?
4- Sümer medeniyetinde Tufan-sonrası krallar,
uygarlık ödülünü selefleri olan tanrı-krallardan devralmış rahip krallardı.
Bazı resimlerde bu kralların prototip olarak resmedilmiş olan Tanrı’ların
huzuruna çıktıklarını görüyoruz, bazı yazılardan ise Tanrı’lar için yapacakları
tapınakları ve onların planlarını[8]
rüyalarında gördükleri Tanrı’lardan aldıklarını biliyoruz.
Üçte biri insan ve üçte ikisi tanrı olarak betimlenen ve
adının yanına Sümer’lerde sadece Tanrı’lar için kullanılan yıldız işareti
konulan Gılgamış’ın haricinde, Batı Samileri olan Akkad döneminde birkaç istisna söz konusudur, tarihin
bildiği ilk imparator olan Agade ülkesinin büyük kralı, her ne kadar benzer
örneklerini daha sonra da gördüğümüz gibi bir efsanevi geçmişe sahip olsa da,
tanrı kral payesine sahip değildi, ama torunu Naram-Sin (M.Ö 2254-2218) ve oğlu
ise tarihsel kayıtlarda Tanrı-Kral olarak geçmektedir.
5- Evrensel bir güdümüz olan köken arayışımızı, doğanın
acımasız gücüne dayanan kil tabletleri ile yanıtlayan tarihin bu gizemli
halklarının nereden geldiği[9] hala
tartışılmaktadır, Sümerlilerin dilleri ise, ölümcül Elam saldırısı ile izlerini
kaybettikten sonra, uzun bir süre fethedenlerin din ve sanatında yaşadı...
Şimdi Sümer dininin en temel öğelerine daha yakından bakalım[10]:
17.06.2006
[1] Çeviri konusundaki bu
belirsizlik, başka şeylerle birlikte, uygarlığın doğuşunu kozmik güçlerle
ilişkilendiren bir ekolün doğmasına neden olmuştur, en önemli temsilcileri
Zecharia Sitchin, Andrew Collins' dir.
[2] Tek tanrıcılık sentezinin,
merkeziyetçiliğin olgunlaşması açısından Babil’de geliştiği konusunda bazı
yaklaşımlar mevcuttur, ancak bu yaklaşımlar, bu türden bir sentezin tarihteki
ilk imparatorluğu kuran ve erken Babil döneminin önceleyeni olan Akkad’lar
döneminde neden gelişmediği konusunda sesiz kalmaktadırlar. Bilindiği gibi
Akkad’lar sadece isimlerini değiştirerek Sümer panteonunun tüm tanrılarını
benimsemişlerdi.
[3] Bu terimler metnin
devamında ayrıntısıyla belirtilmiştir.
[4] Şaşırtıcı bir şekilde, Enki
ile ilgili başlı başına bir kitap mevcuttur: Sümerlerin Kurnaz Tanrısı Enki:
Samuel Noah Kramer, Kabalcı Yayınları, 2000
[5] Bkz. Jean Bottero
“Mezopotamya: Yazı, Akıl ve Tanrılar” Dost Kitapevi
[6] Bu ilginç paralelliğe
Helmut Uhling’te dikkat çekmektedir: Sümerler: Tarihin Başlangıcında Bir Halk,
Telos Yayınları, 2006 http://www.pandora.com.tr/urun.asp?id=135506
[7] Bakınız: Samuel Noah
Kramer: Sumer Mitolojisi, Kabalcı Yayınları, 2003
[8] Örneğin, Tevrat’ta,
kuracağı tapınağın arketipi ile ilgili Davud' un gördüğü rüyaya benzer bir
rüyayı Lagaş’lı Gudea’da görmüştür.
[9] Bu konuda Georges Roux’un
“Sümerler nereden geldiler” isimli bir makalesi mevcuttur: Eski Yakındoğu: Jean
Bottero, Dost Kitapevi, 2005
[10] Bu bölüm şu eserden
derlenmiştir: Mezopotamya Mitolojisi Sözlüğü: Jeremy Black-Anthony Gren, Aram
Yayınları 2003 http://www.pandora.com.tr/urun.asp?id=100600
0 yorum :: MEZOPOTAMYA DİNİ’NE GİRİŞ
Yorum Gönder