John
Zerzan
Çeviri: Mustafa Çölkesen
Savaşlar medeniyetin bir ürünüdür. Uygarlık
yayılıp, derinleşirken savaşların çokluğu, rasyonelleştirilmiş, kronik varlığı
da o ölçüde arttı. Savaşların ortadan kalkmamasının özel nedenleri arasında
kitlesel endüstriyel yaşamın korkusundan kaçma arzusu da bulunmaktadır.
Kitlesel toplum elbette yansımasını kitlesel askerlikte bulmaktadır ve bu,
erken medeniyetlerden beri bu şekilde gerçekleşti. Savaşlar, hiper-gelişen
teknoloji çağında bölünmeler ve düzensizliklerden beslenmektedir. (Bir çok
kişi, önemsiz, sembolik “protesto” eylemlerini onaylarken) ona karşı çıkacak
bir sebep veya gerekçe gösterebilecek durumda değiliz.
Savaşlar, Homeros’un Odeysseus’unda
kendi sözcükleriyle “insana özgü bir iş” haline nasıl geldi?
Örgütlü savaşların, genellikle, erken endüstri ve karmaşık toplumsal kurumlar
vasıtasıyla geliştiğini biliyoruz. Ancak köken sorunu Homeros’un erken Demir
Çağı’nın bile öncesine işaret etmektedir. Konuyla ilgili arkeolojik/antropolojik
eserler ise şaşırtıcı ölçüde az sayıdadır.
Medeniyetin, resmi ordu çığırtkanlığı
yapmak suretiyle kendi buyruğu altındaki insanları tutsak hale getirmekte daima
temel bir çıkarı bulunur. Devletin güç (zor) üzerinde bir tekeli olmaması
halinde korunmasız ve güvenliksiz halde kalacağımız savı, temel bir ideolojik
iddiadır. Hobbes’e göre, insanlık durumu daima “herkesin herkese karşı savaşı”
oldu ve daima da böyle olacaktır. Modern seslerde, ayrıca, insanlığın doğuştan
saldırgan ve ayrılıkçı olduğunu ve böylelikle silahlı görevliler tarafından
kontrol altında tutulması gerektiğini iddia ettiler. Raymond Dart (örn. Adventures
with the Missing Link, 1959), Robert Ardrey (örn. African Genesis,1961)
ve Konrad Lorenz (örn. On Aggression, 1966) en bildik kişiler
arasındadır, ancak bu yazarların ortaya koydukları kanıtlar önemli ölçüde
şüpheli hale geldi.
20. yüzyılın ikinci yarısında insanlığın
doğasına ilişkin bu karamsar bakış açısı değişmeye başladı. Bugün bir grup
bilimadamı tarafından, arkeolojik kanıtlar temelinde, medeniyet öncesi
insanlığın şiddet -daha spesifik olarak da örgütlü şiddet- olmaksızın
yaşadığı ifade edilmektedir. Eibl-Eibesfeldt, !Ko-Bushman’ların savaşçı
olmadıklarını belirtmektedir “Onların kültürel idealleri barışçıl olarak
birarada varolmadır ve bunu ise küçük gruplara bölünmek, aralarındaki bir dizi
bağı vurgulamak/ bağ kurmayı teşvik etmek suretiyle çatışmalardan kaçınarak
yapabiliyorlar”(1) W.J.Perry’nin daha erken tarihli yargısı, biraz
idealleştirildiği takdirde, genel olarak doğrudur: “bizim avcı-toplayıcı
atalarımızda savaş, ahlaksızlık, kötülük, çok eşlilik, kölecilik ve kadınların
tabi hale getirilmesinin mevcut olmadığı görülmektedir.” (2)
Mevcut literatür, Paleolitik Çağ’ın son
aşamalarına -10.000 yıllık evcilleştirme döneminin hemen öncesine- değin
insanlara karşı herhangi bir araç veya av silahının kullanıldığına dair hiçbir
inandırıcı kanıtın olmadığını belirtmektedir. (3) Tacon ve
Chippindale’nin Avustralya kaya sanatları üzerine çalışmaları şu sonucu
çıkarmaktadır: “avcı-toplayıcıların sanatında, savaş meydanları, çatışma ve
göğüs göğüse muharebe tasvirleri nadiren görülmektedir ve bunlarda çoğunlukla
tarımcı veya sanayileşmiş istilacılar ile karşılaşmalarının sonucunda ortaya
çıkmaktadır” (4). Çatışma ortaya çıkmaya başladığında, çarpışma nadiren
bir buçuk saatten fazla sürmektedir ve
bir ölüm olması halinde her iki tarafta derhal askerlerini çeker. (5)
Kaliforniya’daki Kızılderililer ile ilgili
bilgiler buna benzer durumdadır. Kroeber onların kavgaları hakkında şunları
söylüyordu: “özellikle kansızdır. Hatta ekonomik amaçlı avlanmada
kullandıklarından daha kötü okları savaşa götürecek kadar ileri gittiler” (6).
Kuzey Kaliforniya’daki Wintu’lar birisi yaralandığında düşmanlıklardan
vazgeçerlerdi (7). Turney High’e
göre “Kaliforniya’lıların çoğu kesinlikle sivildi; askeri bir görüş için
gereken niteliklere sahip değillerdi, bu koşul, varlığını sürdüremeyen sosyal
örgütleri üzerinde önemli bir baskıya yol açacaktı. Toplulukları kolektif
siyasal eyleme hazır değildi” (8). Lorna Marshall, Kung !Bushman’ların
cesur bir kahraman veya bir savaş öyküsü ile ilgili kutlamalarının olmadığını belirtir.
Aralarından birisi şunları söyler: “Dövüş çok tehlikeli bir şeydir; birileri
ölebilir” (9). George Bird Grinnell “Gerçek Kızılderililerde Vurma ve
Deri yüzme” isimli eserinde (10) vurma eyleminin (el ya da küçük bir
sopa ile düşmana vurma veya dokunma) cesaretin (esasen şiddet içermeyen) en
yüksek noktası olduğunu, deri yüzmeye ise itibar edilmediğini belirtmektedir.
Kurumsal savaşların ortaya çıkmasına evcilleştirme
ve/veya toplumun fiziksel durumunda şiddetli bir değişikliğin eşlik
ettiği görülmektedir. Glassman’ın belirttiği gibi bu “sadece grup halindeki
insanların çiftçilik veya çobanlık mücadelesine çekildiği ya da oldukça daralmakta
olan bölgelere mecbur bırakıldıkları yerlerde” oluşan bir durumdur (11).
Savaşlarla ilgili ilk güvenilir arkeolojik kanıtlar, M.Ö 7500 yılında tahkim
edilmiş bir yer olan, Kitab-ı Mukaddes öncesi Eriha’dan elde edilmiştir.
Erken Neolitik dönemde nispeten ani bir değişiklik gerçekleşmişti. Hangi
dinamik güçler insanları savaşı bir toplumsal kurum olarak benimsemeye
yönlendirmiş olabilir ? Arkeologlar tarafından bu soru bugüne değin tatmin
edici bir şekilde yanıtlanmadı.
Sembolik kültürün Üst Paleolitik Çağ’da
ortaya çıktığı görülmektedir; bu, Neolitik vasıtasıyla tüm insanların
kültürlerinde kesin bir şekilde yer etti. Sembolik kültür, özellikleri yok
etme, insan varlığını kendi özel, aracısız veçhelere indirgeme yoluna sahiptir.
Resmi olarak tarif edilen kötülük veya tehlikeyi temsil eden, tanınmayan bir
düşmana karşı şiddetin yönlendirilmesi daha kolay bir şeydir. Ritüel, amaca
yönelik sembolik etkinliğin en erken tarihli biçimidir: sembolleştirme işini
dünyada görmektedir. Arkeolojik kanıtlar, ritüel ve örgütlü savaşların
ortaya çıkışı arasında bir bağ olabileceğini akla getirmektedir.
İnsanoğlunun çevresine hakim olma arzusunun
olmadığı eski zamanlarda, bazı yerlerin özel önemi vardı ve buralar kutsal
yerler olarak kabul edilmeye başlandı. Bu, toprağa manevi ve duygusal yakınlığa
dayanmaktaydı ve totemizm veya koruyuculuğun çeşitli biçimleriyle ifade
edilmekteydi. Ritüel ortaya çıkmaya başladı, ancak toplayıcı topluluklar için
merkezi bir öneme sahip değildi. Emma Blake’in belirttiği gibi “Paleolitik
insanlar ritüel uygulamaktaysa da, en zengin malzemeler, yerleşik hayat ve
hayvan ve bitkilerin evcilleştirmesinin tüm insanların bakış açısı ve
kozmolojisinde değişikliğe yol açtığı Neolitik dönemden itibarendir” (12).
Bu, uzmanlaşmanın neden olduğu bazı baskı ve gerginliklerin ilk kez belirgin
hale geldiği Üst Paleolitik dönemde gerçekleşti. Farklı miktardaki malların
kamp yerlerindeki kritik yerlerde bulunması gibi kanıtlar vasıtasıyla
eşitsizlik ölçülebilir; karşılık olarak, ritüel daha büyük bir toplumsal rol
oynamaya başlamaktadır. Birçoklarının belirttiği gibi, bu bağlamda ritüel,
birarada yaşama veya dayanışmanın eksikliklerine işaret etmenin bir yoludur;
sorunlu hale gelmiş olan toplumsal bir düzeni güvence altına alma aracıdır.
Bruce Knauft’un belirttiği gibi “ritüel, manevi ve insani dünya hakkındaki
oldukça genel konulara yönelik argüman veya soruları destekler veya bunlara
öncelik tanır... [ve] bu kozmolojik
meselelere yönelik sabit algısal kabul ve davranışsal itaati önceden
hazırlar” (13). Böylelikle ritüel, bu türden meşruiyet desteği
gereksiniminde olan toplumlar için orijinal ideolojik tutkalı
sağlamaktadır. Topluluklar karmaşıklaşıp, kısmen katmanlaştığında, yüz yüze
görüşmeler toplumsal çözümler olarak etkisiz hale geldi. Sembolleştirme
çözümsüzlüktü; gerçekte özelliklerini eşitsizlik ve yabancılaşmanın
oluşturduğu ilişkiler ve dünya görüşlerinin zorlayıcı bir türü idi.
Ritüelin kendisi, bir iktidar
türü, politikanın devlet öncesi bir biçimidir. Örneğin Papua Yeni
Gine’nin Maring halkında ritüel dönem gelenekleri, sarih bir şekilde, siyasal
yetkililerin yokluğunda, görev ve rolleri belirler. Kutsallık, böylelikle,
politikaya işlevsel bir alternatif sunmaktadır; aslında toplumu kutsal
gelenekler yönetmektedir (14). Ritüelleştirme, açık bir şekilde
iktidar ilişkilerini birleştirmek için erken bir stratejik alandır. Ayrıca,
savaşlar, militarizmi ritüel olarak teşvik eden, ortaya çıkan toplumsal
hiyerarşiyi kutsayan kutsal bir taahhüt olabilir.
Rene Girard, kurban ritüelinin yerel
saldırı ve toplumdaki şiddetin zorunlu bir karşılığı olduğunu ileri sürer (15).
Yaklaşık olarak bunun tersi geçerlidir: ritüel şiddeti meşru kılar ve onu
emreder. Lienhardt’ın Afrika’nın Dinka çobanları için söylediği gibi “bayram
kutlamak veya kurban genellikle savaşların ifadesidir” (16). Arkush ve
Stanish’e göre “ritüel savaşın yerine geçmez : “savaş tüm zamanlarda ve
yerlerde ritüel unsurlar barındırır”(17). Bu yazarlar “ritüel savaş” ve
“gerçek savaş” arasındaki bölünmenin hatalı olduğunu belirtirler ve özet olarak
şunu söylerler: “arkeologlar yıkıcı savaşlar ve ritüellerin kol kola olduğunu
düşünebilirler” (18).
En fazla ritüelleşmiş olanların en tarımsal
gruplar olmasına örneğin sadece Apache gruplarında rastlanmaz, ancak çoğu zaman
ritüelin birbirine yakından bağlı olan tarım ve savaş ile (19) temel bir
ilişkisi bulunmaktadır (20). Savaşın ekili toprakların bereketini
arttırmanın bir aracı olarak görülmesi istisnai bir durum değildir. Üretimin ve
savaş halinin ritüel olarak düzenlenmesi evcilleştirmenin belirleyici faktör
olduğu anlamına gelir. “Sistematik savaşın ortaya çıkışı, istihkam ve imha
silahları” der Hassan “tarımın yolunu izlemektedir” (21).
Ritüel, dinsel bir sisteme doğru gelişir,
tanrılar peydahlanır, sunular (kurbanlar) istenir. Antropolog Verrier Elwin
“Görünmez dünyanın tüm sakinlerinin insanların yaptığı tarımla önemli ölçüde
ilgilendikleri konusunda şüphe yoktur” demektedir (22). Sunular, sadece
tarımsal topluluklarda uygulanan, evcilleştirilmiş hayvanları içerecek şekilde
evcilleştirmenin fazlalıklarıdır. İnsan kurbanları da içerecek şekilde ritüel
öldürme evcilleştirmenin bulunmadığı kültürlerde bilinmemektedir. (23)
Amerika’daki mısırın paralel bir hikayesi
vardır. Mısır tarımındaki ani artış, her iki kıtanın geniş kesimlerinde
hiyerarşinin ve militarizasyonun süratle olgunlaşmasını beraberinde getirdi. (24)
Pek çok örnekten birisi, Hohokam’ların
Güney Arizona’nın yerli Oatam’larına (25) karşı kuzeyden sızmaları ve
tarım ve örgütlü savaşı onlara öğretmeleridir. Mısır tarımı, M.S yaklaşık 1000
yılında, Güneybatı bölgeleri boyunca ritüel ayinler, ruhban sınıfları,
toplumsal gelenekler ve yamyamlık ile birlikte bir bütün halinde egemen hale
geldi.(26) Kroeber’in mısır tarımı ile ilgili “tüm kültürel değerler
değişti” şeklindeki ifadesi hiçte eksik bir ifade değildir. (27)
Atlar, evcilleştirme ve savaş arasındaki
yakın ilişkinin bir başka örneğidir. İlk kez M.Ö 3.000 yıllarında Ukrayna’da
evcilleştirilen atların nesneleştirilmesi doğrudan militarizmi besledi. Atlar,
neredeyse en başından beri insanlara makineler, asıl önemlisi ise savaş
makineleri olarak hizmet ettiler.(28)
Yukarıda belirtilen karşılıklı gruplar
halinde dövüşmenin nispeten zararsız çeşitleri, evcilleştirme toprak üzerinde
artan rekabete neden olurken, sistematik öldürmenin yolunu açtı.(29)
Yararlanılacak bakir topraklara olan istek, medeniyetin gidişi boyunca
çoğunlukla savaşların önde gelen spesifik nedeni olarak kabul edildi. Bir
zamanlar kendini özgür şekilde insanlara sunan doğaya duyulan şükran duygusu ve
ayrıca tüm yaşamın kritik bir şekilde birbirine bağlı olduğu bilgisinin yerini
evcilleştirmenin ahlaki değerleri aldı: Doğal dünyaya karşı insanlar. Bu ezeli
güç mücadelesi, durmaksızın neden olduğu savaşlar için bir modeldir. Erken
Neolitik dönemde sembolik düzenlemeler veya hayvanların evcilleştirmesinin
geliştirilmesindeki yaygın uygulamadan görüldüğü gibi, hakim olma
paradigmasının gerektirdiği bedelin farkına varıldı. Ancak bu türden
hareketler, işlemekte olan temel dinamiği ortadan kaldırmaz, nüfus ve varoluşu
dengelemiş olan milyonlarca yıllık toplayıcı-avcıların pratiklerini muhafaza
etmekten öte bir şey değildir.
Tarımsal faaliyetin yoğunlaşması daha fazla
savaşa neden oldu. Bu modele boyun eğme, kendisinden kaçışın küçük bir ihtimal
olduğu veya hiç kaçılamayacak olan, toplumun tüm veçhelerinin bütünleşik bir
toplam oluşturmasını gerektirmektedir. Evcilleştirme ile birlikte emeğin
bölünmesi, artık baskı altında çalışan tam zamanlı uzmanları ortaya
çıkarmıştır: örneğin, kesin kanıtlar M.Ö 4.500 yılında Yakın Doğu’da askeri bir
sınıfın oluşturulduğunu ortaya koymaktadır. Amazon’daki Jivaro’da bin yıl
boyunca biyotik topluluğun uyumlu bir bölümü evcilleştirmeyi benimsedi ve
“bunlar tüm toplumun tavırlarını belirleyene değin, kan davası ve savaşları
geliştirdiler” (30). Örgütlü şiddet, yaygın, zorunlu, kurala uygun hale
gelmektedir.
İktidarın söylemleri, ataerkil yönetimin
kendi temel prensibi ile birlikte, medeniyetin özünü oluşturur. Bu nedenle
sistematik erkek hakimiyeti savaşların bir yan ürünü olabilir. Ritüel itaat ve
kadının değersizleşmesi, artan bir şekilde “erkek” etkinliklerini vurgulayan ve
kadının rolünü küçümseyen savaşçı ideoloji tarafından geliştirilmektedir.
Gençlerin üyeliğe kabul töreni, sadece
biyolojik büyüme tarafından hiçbir surette garanti edilmeyen bir sonuç olan
belirli bir türde insan oluşturmak için tasarlanmış bir ritüeldir. Grubun uyumu
artık doğal karşılanmadığında, sembolik kurumlar- özelikle de savaş gibi
faaliyetlere daha fazla itaat etmek için- gerekir. Lemmonier’in bu konuyla
alakalı olarak “erkeklerin üyeliğe kabulü.... savaşla ilgili temeline bağlıdır”
demektedir (31).
Birden çok eşe sahip erkek sistemi olan
polijini, toplayıcı-avcılarda nadir görülmektedir, ancak savaşları yapan köy
topluluklarında ise bu bir kuraldır (32). Bir kez daha evcilleştirme
belirleyici bir faktördür. Madagaskar’ın Merida halkının sünnet ritüellerinin
saldırgan askeri gösterilere dönüşmesi bir rastlantı değildir (33).
Kadınların sadece avcılık yapmayıp, aynı zamanda savaşa katıldıkları (örn.
Dahomey’in Amazonları, Borneo’daki bazı gruplar) bazı
durumlar yaşandı, ancak cinsiyetçi oluşum
erkek üstünlüğüne sahip, militarist bir eğilimde oldu. Devletin oluşumu ile
birlikte savaşçılık, kadınları siyasal yaşamdan uzaklaştıran, vatandaşlığın
ortak bir gereksinimi oldu.
Savaşlar sadece ayinsel değildir, savaşlara
genellikle pek çok törensel özellikler eşlik eder; ayrıca oldukça resmi hale
getirilmiş bir uygulamadır. Savaşlar, ritüelin kendisi gibi, katı bir biçimde
önceden belirlenmiş hareketler, jestler, giysiler ve konuşma biçimleri ile
yapılır. Askerler birbirlerine özdeş olup, standartlaştırılmış bir görünüme
sahiptirler. Örgütlü şiddet formasyonları da, önden ve yandan arka arkaya sıra
halindeki dizilişiyle tarıma, tarımda bir ızgara üzerinde tek çizgi halindeki
ekim-dikim düzenine benzemektedir. (34) Hakimiyet ve disiplin,
böylelikle, otoritenin daima artan bir olgunlaşması olan ritüelleştirilmiş
davranışın temasına geri dönerek iş görmektedir.
Paleolitik döneminin gruplarında mübadele,
bilgi paylaşımına nazaran daha az (ekonomik anlamda) ticaridir. Grupların
düzenli olarak bir araya gelmesi evlenme fırsatını ve kaynak kıtlığına karşı
güvence sağladı. Toplumsal ve ekonomik alanlarda açık bir farklılaşma mevcut
değildi. Benzer şekilde, bizim sözcüğümüz olan “iş”, üretim ve malların
yokluğunda yanıltıcı bir kavramdır. Bölgesellik toplayıcı-avcıların
faaliyetlerinin bir parçası iken savaşa neden olduğuna yönelik bir kanıt mevcut
değildir (35).
Evcilleştirme, beraberindeki tahakküm,
husumet ve mülkiyet mücadelesi ile birlikte toplumsal fazlanın ve özel
mülkiyetin katı sınırlarını oluşturdu. Yeni gerçeklikleri hafifletmeyi
amaçlayan bilinçli mekanizmalar dahi bunların daimi varlıklarını, dinamik
güçleri ortadan kaldıramaz. Maus, The Gift isimli eserinde mübadeleyi barışçıl
çözüme kavuşturulmuş savaş ve savaşı ise başarısız işlemlerin sonucu olarak
tanımladı; hediyeyi yüceltilmiş savaşın bir çeşidi olarak gördü (36)
Evcilleştirme öncesinde sınırlar açıktı.
Bir bölgeyi bir başkası için terketme özgürlüğü toplayıcı yaşamının ayrılmaz
bir parçasıydı. Karmaşık toplumlar tarafından istenen yaklaşık mecburi
bütünleşme örgütlü şiddete neden olan hazırlık zeminini sağladı. Şeflik, bazı
yerlerde küçük toplulukların bağımsızlıklarının ellerin alınmasından doğdu. Ön
siyasal merkezileştirme, ümitsiz bir şekilde Avrupalı işgalcilere karşı
savaşmak için birleşmeye çalışan kabileler tarafından Amerika’da gündeme geldi.
Kadim medeniyetler savaşların sonucunda
yayıldı ve savaşların devletin hem nedeni hemde sonucu olduğu söylenebilir.
Evcilleştirme vasıtasıyla ilk kez
savaşların oluşumu, ayinlere kök salması ve tüm potansiyeline kavuşmasından bu
yana çok fazla şey değişmedi. Marshall Sahlins, artan işi sembolik
kültürdeki gelişmelerin izlediğini belirtmişti. Tersine iddialara rağmen, kültür
savaşların babasıdır. Bununla birlikte, medeniyetin gayri-şahsi karakteri
sembolik kültürün hakimiyeti ile büyümektedir. Semboller (örn. bayraklar),
kendi türümüzün, kendi türdeşimiz olan diğer insanları insandışı varlıklar
olarak görmesine yol açarak, böylelikle tür içi sistematik katliamı mümkün
kılmaktadır.
Dipnotlar:
1 I
Eibl-Eibesfelt, "Aggression in the !Ko-Bushmen," in Martin A.
Nettleship, eds., War, its Causes and Correlates (The Hague: Mouton, 1975), p.
293.
2
W.J. Perry, "The Golden Age," in The Hibbert Journal XVI
(1917), p. 44.
3
Arthur Ferrill, The Origins of War from the Stone Age to Alexander the
Great (New York: Thames and Hudson, 1985), p. 16.
4
Paul Taçon and Christopher Chippindale, "Australia's Ancient
Warriors: Changing Depictions of Fighting in the Rock Art of Arnhem Land,
N.T.," Cambridge Archaeological Journal 4:2 (1994), p. 211.
5
Maurice R. Davie, The Evolution of War: A Study of Its Role in Early
Societies (New Haven: Yale University Press, 1929), p. 247.
6
A.L. Kroeber, Handbook of the Indians of California: Bulletin 78
(Washington, D.C.: Bureau of American Ethnology, 1923), p. 152.
7
Christopher Chase-Dunn and Kelly M. Man, The Wintu and their Neighbors
(Tucson: University of Arizona Press, 1998), p. 101.
8
Harry Holbert Turney-High, Primitive War: Its Practice and Concepts
(Columbia: University of South Carolina Press, 1949), p. 229.
9
Lorna Marshall, "Kung! Bushman Bands," in Ronald Cohen and
John Middleton, eds., Comparative Political Systems (Garden City: Natural
History Press, 1967), p. 17.
10
George Bird Grinnell, "Coup and Scalp among the Plains
Indians," American Anthropologist 12 (1910), pp. 296-310. John Stands in
Timber and Margot Liberty make the same point in their Cheyenne Memories (New
Haven: Yale University Press, 1967), pp. 61-69. Also, Turney-High, op. cit.,
pp. 147, 186.
11
Ronald R. Glassman, Democracy and Despotism in Primitive Societies,
Volume One (Millwood, New York: Associated Faculty Press, 1986), p. 111.
12
Emma Blake, "The Material Expression of Cult, Ritual, and
Feasting," in Emma Blake and A. Bernard Knapp, eds., The Archaeology of
Mediterranean Prehistory (New York: Blackwell, 2005), p. 109.
13
Bruce M. Knauft, "Culture and Cooperation in Human Evolution,"
in Leslie Sponsel and Thomas Gregor, eds., The Anthropology of Peace and
Nonviolence (Boulder: L. Rienner, 1994), p. 45. 14 Roy A. Rappaport, Pigs for the Ancestors:
Ritual in the Ecology of a New Guinea People (New Haven: Yale University Press,
1967), pp. 236-237.
15
René Girard, Violence and the Sacred, translated by Patrick Gregory
(Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1977). Like Ardrey and Lorenz,
Girard starts from the absurd view that all social life is steeped in violence.
16
G. Lienhardt, Divinity and Experience: The Religion of the Dinka
(Oxford: Oxford University Press, 1961), p. 281.
17
Elizabeth Arkush and Charles Stanish, "Interpreting Conflict in the
Ancient Andes: Implications for the Archaeology of Warfare," Current
Anthropology 46:1 (February 2005), p. 16.
18
Ibid., p. 14.
19
James L. Haley, Apaches: A History and Culture Portrait (Garden City,
NY: Doubleday, 1981), pp. 95-96.
20
Rappaport, op.cit, p. 234, for example.
21
Quoted by Robert Kuhlken, "Warfare and Intensive Agriculture in
Fiji," in Chris Gosden and Jon Hather, eds., The Prehistory of Food:
Appetites for Change (New York: Routledge, 1999), p. 271. Works such as
Lawrence H. Keeley, War Before Civilization (New York: Oxford University Press,
1996) and Pierre Clastres, Archaeology of Violence (New York: Semiotext(e),
1994) somehow manage to overlook this point.
22
Verrier Elwin, The Religion of an Indian Tribe (London: Oxford
University Press, 19550, p. 300.
23
Jonathan Z. Smith, "The Domestication of Sacrifice," in Robert
G. Hamerton-Kelly, ed., Violent Origins (Stanford: Stanford University Press,
1987), pp. 197, 202.
24
Christine A. Hastorf and Sissel Johannessen, "Becoming Corn- Eaters
in Prehistoric America," in Johannessen and Hastorf, eds., Corn and
Culture in the Prehistoric New World (Boulder: Westview Press, 1994),
especially pp. 428-433.
25
Charles Di Peso, The Upper Pima of San Cayetano de Tumacacori (Dragoon,
AZ: Amerind Foundation, 1956), pp. 19, 104, 252, 260.
26
Christy G. Turner II and Jacqueline A. Turner, Man Corn: Cannibalism and
Violence in the Prehistoric American Southwest (Salt Lake City: University of
Utah Press, 1999), pp. 3, 460, 484.
27
A.L. Kroeber, Cultural and Natural Areas of Native North America
(Berkeley: University of California Press, 1963), p. 224. 28 Harold B. Barclay, The Role of the Horse in
Man's Culture (London: J.A. Allen, 1980), e.g. p. 23.
29
Richard W. Howell, "War Without Conflict," in Nettleship,
op.cit., pp. 683-684.
30
Betty J. Meggers, Amazonia: Man and Culture in Counterfeit Paradise
(Chicago: Aldine Atherton, 1971), pp. 108, 158.
31
Pierre Lemmonier, "Pigs as Ordinary Wealth," in Pierre
Lemonnier, ed., Technological Choices: Transformation in Material Cultures
since the Neolithic (London: Routledge, 1993), p. 132.
32
Knauft, op.cit., p. 50. Marvin Harris, Cannibals and Kings (New York:
Random House, 1977), p. 39.
33
Maurice Bloch, Prey into Hunter: The Politics of Religious Experience
(Cambridge: Cambridge University Press, 1992), p. 88.
34
The "rank-and-file" of organized labor is another product of
these originals.
35
Robert L. Carneiro, "War and Peace," in S.P. Reyna and R.E.
Downs, eds., Studying War: Anthropological Perspectives (Langhorn, PA: Gordon
and Breach, 1994), p. 12.
36
Cited and discussed in Marshall Sahlins, Stone Age Economics (Chicago:
Aldine, 1972, pp. 174, 182.
0 yorum :: Savaşların Kökeni Üzerine
Yorum Gönder