Göktuğ Halis
Tapınak Şövalyelerinin Son Büyük Üstadı Jacques de
Molay, 1307 yılında başlayan ve 22 Mart 1312 Tarihli "Vox in Exelso"
bildirisiyle resmi olarak tamamlanan; kafirlerin yüreklerine korku salan,
Kutsal Topraklar Davası'nın yılmaz savunucuları, İsa Mesih adına savaşımın
sorgubilmez militanları ve barış zamanlarının kendilerini Tanrı'ya adamış
keşişleri olarak yüzyıllardır büyük bir saygının öznelerinden oluşan
tarikatının sonunu getirecek duruşma sürecinde karşısına çıkan gelişmelerden
dehşete düşmüştü. Büyük Üstad tüm dava boyunca, neredeyse hiç toparlayamadığı
cesaretini, bir türlü takınmayı başaramadığı kararlı tutumunu kuşanıp ve en
nihayetinde ilk başından beri yapması gereken Papa Clemens'e duyduğu inancın
saçmalığını kendi kendine itiraf etmiş biri olarak Tapınakçıların hayatta
kalanlarını yargılamak üzere toplanan Komisyon'un önüne çıktı. Molay neredeyse
tamamen bitmişti. 1307'den beri zindandaydı ve belli aralıklarla düzenli olarak
işkence görmekteydi. Ancak manevi düzlemde yaşadığı çalkantı fiziki baskının ve
kişisel olarak yaşadığı çöküş psikolojisinin gerilimlerinden doğan acılarla
kıyaslanamayacak derecede büyüktü. 1313 yılında toplanan komisyon Molayli
Jacques'i, tarikatın iki önemli yöneticisi Pairaudlu Hugues ve Gonenville'li
Geoffroi ile birlikte itham etti ve
itiraflarında ısrar ettiklerinden dolayı (1) daimi hapis cezasına
çarptırdı. Ne var ki, kararın açıklanmasıyla birlikte Büyük Üstad ve
yanındakiler, kendilerini yakılmaya dek götürecek bir çıkışı biçimleyecek
cesaretin son itici gücünü hissedecekti. Molay, daha önce yalnızca hissettiği
ama yüreğinin bir tarafında asla ihtimal vermediği Papa'nın ihanetiyle
yüzleşmek zorunda kalmıştı. Kalabalığa karşın ayağa kalktı ve artık
sığınabileceği tek varlığı, Tanrı'yı arkasına alarak söz aldı. Tapınakçıların
tek günahının, hayatlarını kurtarmak üzere, işkence görülmüş dahi olsa,
işlemedikleri suçların itiraf edilmesi olduğunu söyledi. Onunla birlikte diğer
iki yönetici de daha önceki itiraflarını reddetti; böylece Tapınakçıların
liderlerine ölüm yolu gözükmüştü. Charneyli Geoffroi ve Molay sapkınlığa geri
dönmek suçundan Seine Nehri'ndeki Ile-des -Javiaux adlı küçük bir adada ateşe
atıldı. Molay, yakılmadan önce yaptığı konuşmada, Kral Philippe ve Papa
Clemens'i yıl bitmeden Tanrı'nın divanında yargılanmaya davet etti. (2)
Tüm dünyada Tapınak Şövalyeleri ismiyle bilinen ve
"Pauperes Commilitones Christi Templique Solomanis" orjinal ismiyle
" Süleyman Tapınağı ve İsa Mesih'in Yoksul Şövalyeleri Tarikatı'nın "
tarihi, Vox in Exelso ve Tapınakçıların mal varlığını Hospitaller tarikatına
bağlayan 2 Mayıs 1312 tarihli "Ad
Providam" isimli bildirilerle resmi
olarak sona erer. Yine de bu, söz konusu tarihten günümüze dek uzanan subjektif
eğilimlerin trajedik bir sonucu olarak "yeraltında yaşamaya devam
eden", özellikle Masonluk ve benzeri oluşumlara sızarak dünyanın
yönetimini ele geçirmeye çalışan, ya da örneğin Amerika kıtasındaki yerli
katliamlarını yöneten, bununla da kalmayıp Fransız ihtilalini örgütleyen bir
oluşumun garip ama Tapınakçıları "kesinlikle bir bütün olarak
anlaşılamaz" bir örgüt haline getiren bir tarih ve yazın geleneğinin
miladıdır. Hiç kuşkusuz bu tip bir eğilimi mümkün kılan tarihsel zemin vardır.
Henüz başlangıcından itibaren Tapınakçılar'a yönelik soruların yanıtlanmasını
sağlayacak tarihsel veri boşluğu ve çelişkiler bir hayli fazladır; ancak yine
de belirtmek gerekir ki, bu yapı söz konusu karmaşayı açıklamaktan çok uzaktır.
(3) Burada ansızın, araştırmacının niyetiyle belirlenen ve tarihsel bir
araştırma için bir hayli sakıncalı olan yönüyle kaypak bir zemin oluşur.
Türkiye piyasasındaki çok sayıda kitabın tarihsel olarak yetersizliği ve bu
yetersizliğe karşın "insanlara süreç hakkında" yanlış bilgi ve kanı
yerleştirmedeki cürreti düşünüldüğünde "iyi niyetten" bahsetmek pek
de mümkün değildir. Ayrıntıları daha sonraya bırakmak kaydıyla burada
belirtilmesi gerekir ki, söz konusu yapıtların oluşturucularında "tarihin
işleyiş yasalarının bilgisine" yönelik ciddi bir ıska yatmaktadır. Bu haliyle
söz konusu alanda okumak isteyen ve süreci merak eden bir bireyin herşeyden
önce bir tercih yapması bugün itibariyle neredeyse kaçınılmaz hale gelmiştir.
Bu tercihin özünde, Tapınak şövalyelerine ilişkin kitapların "pozitif
tarih disiplini" ve "gizli bilimler-spekülatif tarih
disiplinleri" şeklindeki sınıflandırma zorunluluğu yatmaktadır. Gerçekten
de, Tapınak Şövalyeleri'nin günümüz dünyasında neden kitlesel bir ilgiye mazhar
olduğu tartışmalıysa da, tartışmasız olan, birbirini dışlayan iki eğilimin bir
diğeriyle kıyaslanabilir oranda büyük bir külliyat oluşturduğudur. Doğal olarak
karşımıza çıkan yapı, okuyucu için "temel amacına dair" ciddi
tehlikeler ve yoldan sapmalar içerecek kadar karmaşıktır. Bu makalede Tapınak
Şövalyeleri'ne ilişkin çalışmaların bu karşıtlığı ve Türkiye kitap piyasasında çok sayıda baskı
yapan "spekülatif tarih" anlayışının eseri olan kitapların, tarihsel
olarak bilinenler ışığında eleştirisine yer verilecektir.
Kutsal Kan Kutsal Kase
Türkçe'ye "Savaşçı Keşişler Tarikatı-Tapınak
Şövalyeleri" olarak çevrilen "Kutsal Kan Kutsal Kase" kitabının
üç yazarı, Baigent, Lincoln ve Leigh, spekülatif tarih anlayışının son
yıllardaki en önemli isimleridir. Kitap yayınlanır yayınlanmaz tüm dünyada
büyük bir etki yapmış ancak özellikle Hıristiyanlık karşıtı tezleriyle belli
bir kesimden büyük tepki çekmiştir. Bu yapıtın, İsa'nın soyu spekülasyonunu
kurgusal düzleme taşıyan, neredeyse İsa'nın ölümünden günümüze resmi tarihin
hüküm alanının dışında kalan kulvarlarda, bir diğer ifadeyle ezoterik, içrek ya
da okültik alanlarda cirit atan verileri popüler hale getiren Dan Brown'un
" Da Vinci Şifresi" romanının teorik temelini oluşturduğunu düşünmek
için çok sayıda neden vardır. (4) Başta "Sion Tarikatı"
temeline dayanan paralellik, İsa'nın soyunu taşıyan Magdalena ve yaşayan İsa
soyu söylencesi gibi konularda kendisini hissettiren bu yakınlık, Kutsal Kan
Kutsal Kase kitabının yazarlarını da rahatsız etmiş olmalıdır ki, Dan Brown'a
karşı açtıkları dava ile haklarını arama yoluna gitmişlerdir. (5)
"Kutsal Kan Kutsal Kase" yapıtının bizim için
önemi bağlamındaki analizinde belirtilmesi gereken ilk nokta, Tapınak
Şövalyeleri'nin kitabın bütünüyle kıyaslandığında önemli bir yere sahip
olmayışıdır. Buna karşın özellikle ulaşılan sonuçlar ve Tapınak Şövalyeleri'nin
kuruluş ve yıkılış sürecinde Sion Tarikatı'nın oynadığı rol, Cathar savaşında
Tapınakçıların işlevi ve kurulan ilk Kudüs Krallığı ile İsa soyu arasında
kurulan bağlar gibi ilginç tezler önemlidir. Kitabın özellikle kısmen
tesadüfen, kısmen de gayretli bir çalışmanın ürünü olan ama kesinlikle
"zorlama" sonuçları ve bir bütün olarak dayandığı kurgunun insanlar
üzerindeki etkisinin İsa ile ilgili noktalar üzerinde yoğunlaşması neredeyse
kaçınılmazdır aslında; nitekim bu da gerçekleşmiştir. Ancak yazarlar bu noktada
hiç de memnun değldir. İsa, Merovenj
Hanedanlığı, Kudüs Kralı Godefroi vb bağlantılardan hareketle, Sion
Tarikatı'nın etkinliği ile ilgili bildirimleri insanların dikkatini büyük
oranda üzerine toplaması, yapıtın diğer tezlerinin neredeyse hiç ilgi görmemesi
gibi "istenmeyen" sonuçlara yol açmıştır. Bu nedenle yazarlar, şikayetlerini dile
getirmekten geri kalmamıştır. Türkçe'ye "Tapınak Şövalyeleri-Mesih'in
Mirası" olarak çevrilen "The Messianic Legancy" yapıtının
önsözünde yapılan açıklamaya göre İsa ve soyu üzerine yönelmiş ilgi kitapta
"Tapınak Şövalyeleri'nin" doğuşu sürecine ilişkin yapılan buluş gibi
çok sayıda önemli gelişmenin gözardı edilmesi sonucunu doğurmuştur. (6)
Kutsal Kan Kutsal Kase yapıtının yalnızca "Savaşçı
Keşişler" isimli bölümüyle başlayan ve Tapınak Şövalyeleri hakkında
yazılmış herhangi bir kitaptan kolaylıkla edinebileceğimiz bilgilere
eklemlenmiş, yazarların "yeni bir bilgi" olarak lanse ettikleri buluş
da dahil olmak üzere Cathar savaşında Tapınak Şövalyeleri'nin rollerine ya da
ilk Kudüs Kralı Godefroi'nin Merovenj Hanedanlığına ve oradan da İsa Mesih'e
bağlanan hüküm geleneğine ilişkin tezlerin, "tarihsel disiplin"
açısından doğrulanamaycak tezler olduğunu belirtmekte fayda vardır. Yazarların
kitapta kullandıkları referans, isim ya da tarih bolluğu bir süre sonra bütüne
bilimsel olmaktan çok "karmaşıklık" sıfatını yüklediğini farketmemek
bir süre sonra neredeyse imkansız hale gelir. Biraz sonra göreceğimiz gibi
yazarlar tarihsel verileri, olmayacak şekilde kullanmış, zorlama sonuçlara
ulaşmış ve oluşturdukları kurgusal sonuçlarla daha ileriye giderek son noktada
"asla kanıtlanamayacak" bir bütüne ulaşmışlardır. Buna karşın
ülkemizde yayınlanan konuyla ilgili çok sayıda kitap neredeyse birebir alıntılarla,
söz konusu yapıtın "tekrarını" vermekten çekinmemişlerdir...(7)İnceleyelim...
Tapınakçılar ve Sion
Kutsal Kan Kutsal Kase kitabının, Tapınak
Şövalyeleri'nin başlangıç dönemine ilişkin temel savı, tarikatın resmi olarak
kuruluş tarihi üzerindeki düzeltme gerekliliği ve perde arkasından bu kuruluşu
yöneten diğer örgüt "Sion Tarikatı" ile anlamlıdır. 1119 yılında Kral
2. Boudouin ve Patrik Picquignyli Warmund'un huzuruna çıkan ve temel amacı
"hacıların güvenliğini sağlamak" olarak belirleyen 9 şövalyenin
hikayesi, bu tabloya göre henüz başlangıçta bilinmeyenlerle doludur. Başlarında
Hugues de Paynes ve Andre de Montbard olmak üzere, daha önce varlığını
sürdürmekte olan Hospitaller tarikatı benzeri bir oluşum temelinde, ama başat
kaygıları ruhlarının kurtuluşu ve selametini sağlamak olan çekirdek isimler
ilginç bir şekilde "resmi kraliyet" tarihçisinin dikkatini
çekememiştir. Bu merkezdeki anlatılarda şövalyeler kendilerine hiç yer
bulamamıştır. Bu dönemde Kutsal Topraklar'da Avrupalı bir tarihçinin bulunmayışı
nedeniyle de sürece ilişkin sağlıklı bir değerlendirme yapılamamaktadır.
Başlangıç dönemine ilişkin en önemli bilgi kaynağı Tyr Piskoposu ve Vakanüvist
Guillaume'nin anlatılarındaki çelişki ise Kutsal Kan Kutsal Kase yapıtının
yazarları için önemli başlangıç noktalarından birisidir. Buna göre
Guillaume'nin tarikatın kuruluşundan itibaren 9 yıl boyunca tarikata yeni
üyenin kabul edilmediği saptamasına tezat olarak Anjou kontunun 1120 yılında
birliğe kabul edilmesi, yazarlarca ifade edilen "kuruluş tarihinin 1111 ya
da 1112'ye dek" geriye götürülmesi zorunluluğunu doğurur. Bu tarihi
düzeltmenin doğruluğunu gösteren bir diğer kanıt da, Champagne Kontu Hugues'in
1114 yılında Kudüs'e geldiğinde Tarikatın zaten varolduğunu gösteren bir mektup
almış olmasıdır. Bu mektupta Hugues "İsa Mesih'in milislerine
katılma" kararından dolayı kutlanmaktadır (8) Kitaptaki
savın devamında, İsa Mesih'in milislerine katılmak deyimi, kesinlikle sıradan
bir hac vazifesi için ya da kutsal topraklar için savaşmaya giden bir kişi için
kullanılmış olmasının imkansızlığı üzerinde şaşırtıcı bir kararlılıkla durulur.
Oysaki 1125 yılında Compostela başpiskoposunun ifadelerinde İsa'nın Şövalyeleri
tabiri geçmektedir. Buradan da anlaşıldığı ölçüde, İsa'nın Şövalyeleri tabiri
Kutsal Topraklar adına ölen ve öldürenler için kullanılan dönemin yaygın
ifadelerinden birisidir. (9)Bu tarihsel düzenlemenin ardından
yazarların Sion Tarikatı'nın, Tapınak Şövalyeleri'nin kuruluşunu perde
arkasından örgütleyen oluşum olarak betimlemesi ilgi çekicidir. Sion Tarikatı,
Kudüs'ün fethi sonrasında "Kutsal Kabrin Koruyucusu" ünvanıyla şehre
hükmetmeye başlayan Godefroi döneminde kurulmuştur bu teze göre... Süreç
içerisinde gücünü arttırmış, Tapınakçıların, özellikle askeri alandaki
faaliyetleri yürütmesi yolunda kurmak istemiş bu amaçla da büyük çaba
göstermiştir. Bunun en önemli göstergesi, hasta yatağında Kral 1. Boudouin'e
bizzat Sion Tarikatının nüfuzlu yöneticileri tarafından Tapınakçıların
kuruluşunu onaylaması yolunda baskı yapılması olmuştur.
Ancak belirtmek gerekir ki bu kurgusal tablo, herşeyden
önce "tarihsel veri" boşluğundan hareketle oluşturulmuştur. Ancak
gözüken tutarlılık aldatıcıdır çünkü zaten az olan bilgi kaynağı çarpık olarak
yerleştirilmiş ve mantığın alabildiğine önemli rol oynadığı bir düzlemde bir
hayli esnetilmiştir. Herşeyden önce Tapınak Şövalyeleri'ni kuran çekirdek kadro
kesinlikle 9 sene boyunca yeni bir üye alımını kabul etmemiş değildir.
Şövalyeler erdenlik ve itaat ile birlikte, üç temel yeminden birisini oluşturan
yoksulluk ilkeleri uyarınca yaşamışlardır. Tarikat üyeleri öylesine fakirdir
ki, hiç kimse tarikata üye olarak girmek istememiştir. 9 üye, giyim kuşamları
için ciddi bağışlara ihtiyaç duymaktadır. Bir diğer kritik nokta, söz konusu 9
şövalyenin temel amacının kişisel manevi kurtuluş amacıyla Hıristiyan sofuluk
felsefesine uygun bir yaşamı tercih etmelerinde yatmaktadır. Dönem ve koşullar
benzeri örneklerle doludur ve bu amaçla Hospitaller tarikatı, Tapınakçıların
çekirdek kadrosu üzerinde kritik bir etkide bulunmuştur. Örneğin Suriyeli
vakanüvist Mikhael, şövalyelerin "hacılara yardımcı olma" görevini
üstlenmeleri konusunda kralın etkili olduğu kanaatindedir.(10) Bu
haliyle yalnızca 9 şövalyenin tüm hac yollarının güvenliğini sağlamak gibi zor
bir görevi üstlenmesinin görünürdeki çelişkisi de aşılmış olur. Kaldı ki
Tapınakçıların tarih sahnesine çıktığı dönem, Kutsal Topraklar'daki Hıristiyan
kazanımlarının savunusunu üstlenecek insan sayısının giderek azaldığı döneme
denk düşer. 1. Haçlı seferi ile yollara düşen görkemli ordu zorlu Anadolu
engelini aşarken bir hayli kayıp vermiştir. (11) Kudüs'ün
alınmasının ardından da manevi hazzın doruğuna ulaşan kitleler, yerine
getirilmiş kutsal görev bilincinin iç huzuruyla ülkelerine dönmeye başlamıştır.
İnsan yokluğu sorunu Kutsal Topraklardaki hıristiyan devletleri için kendisini
alabildiğine gösterirken, 9 şövalyenin başvurusunun Kral 2. Boudouin için önemi
hiç de anlaşılamaz değildir. Bu ise, henüz başlangıçta, tarikata tanınan
ayrıcalıkların ve üyelerin Tapınak Sarayı'na bizzat kral tarafından
yerleştirilmelerinin altında yatan nedenin açığa çıkması açısından önemlidir.
Tapınak Şövalyeleri'nin kuruluş tarihinin daha geriye
alınması ya da Sion Tarikatı'nın perde arkasından kuruluş sürecini
yönlendirdiğine dair tarihsel bir bilgimiz yoktur. Yazarların bu konudaki
yaklaşımlarını biçimleyen tarihsel bilgi kaynağı olarak Guillaume'nin özellikle
tarihsel vurguları güvenilir olmaktan uzaktır. M. Barber'a göre buradaki temel
neden, söz konusu vakanüvistin yaşananları yarım yüzyıllık bir zaman sonrasında
yazma çabasıdır. Gerçekten de Guillaume'nin kaynakları ciddi bir belirsizlik
taşımaktadır. Bununla birlikte özellikle Papalık makamınca Tarikata tanınan
ayrıcalıkların yerel din adamı sınıfı ile arasında büyük sorunlar yarattığı ve
din adamı sıfatıyla Guillaume'nin Tapınakçılara yönelik anlatılarının objektif
olmaktan çok uzak olduğu neredeyse kesindir.(12)
Ne olursa olsun, bu tip iddialar tarihsel verilerce
doğrulanabilir değildir. Bir yöntem olarak akıl yürütme, tarihsel bir
araştırmada spesifik bir değer taşır ve kesinlikle verilerden hareketle
oluşturulmalıdır. R. Pernoud, bu tip yorumları can sıkıcı olarak niteler. Ona
göre, elde Tapınak Tarikatı'na dair çok sayıda somut ve gerçek belgenin
varlığına rağmen, ortalıkta binlerce varsayım cirit atmaktadır.
"Tarihçi için, bir yanda hiçbir tarih yazarının
dikkate almadığı hayal ürünü veriler, diğer yanda ise halen arşiv ve
kütüphanelerimizde pekçoğunun saklandığı gerçek, somut belgeler vardır. Elde
olan bu kadar somut ve gerçek belgelerin varlığı diğerlerine inanılmasını
güçleştirir... Tapınak şövalyeleri için de bazı durumlarda tamamen ipe sapa
gelmez, isimlerinin geçtiği inanılması güç bir edebiyat söylemi
mevcuttur." (13)
Tapınakta Kazı ve Gotik Mimari
Söz konusu çalışmanın temel savlarından birisi,
Tapınakçılar'a ilişkin bilinen tarihsel gerçelerle kesinlikle desteklenmeyen
bir veri olarak "Tapınakta yapılan kazı" spekülasyonuyla anlamlıdır.
Kutsal Kan Kutsal Kase yapıtının yazarları, şövalyelerin ilk kuruluş sürecinde
yaşanan "sessizlik" dönemini örgütlü, tasarlanmış ve planlı bir
hareket olarak, Süleyman Tapınağı'nın kalıntılarında yapılan kazı eylemiyle
doldurulur... Aslında bu sav özgün bile değildir. Söz konusu noktadaki
kurgusallık tüm dünyada geniş bir literatür oluşturmuştur; yazarların özgünlüğü
arka planın doldurulmasından ibarettir. Bu konudaki en belirgin örnek Louis
Carpentier'in "Mysteres Templiers" kitabıdır. Yazara göre Tarikat,
Mabedin yıkıntıları arasında, Ahit Sandığını, Hz. İsa hakkında bazı evrakları
ve hazineleri bulmak ve Avrupa'ya göndermek amacı ile St. Bernard tarafından
kurulmuştur. Tapınakçılar, bu amaçlarına ulaşmayı başarmıştır. Bunun en
belirgin kanıtı da, Gotik Katedraller'in inşa edilmesi ve Tarikat'ın Kolomb'dan
üçyüzyıl önce Amerika kıtasına ulaşmayı başarmasıdır. (14)
İlginç olan, bu savın yerli menşeli çok sayıda kitapta
büyük bir kararlılıkla savunulmasıdır. Bu ilginçlik, döneme ilişkin
bilinmeyenlerin fazlalığı göz önüne alındığında daha da büyür. Örneğin, A.
Vatandaş, Christopher Knight ve Robert Lomas'ın "The Hiram Key"
kitabından yaptığı alıntıdan hareketle, Tapınakçılar'ın asıl hedeflerinin
Süleyman Tapınağı'nın harabelerini araştırmak olduğunu söyler. Buna göre, Tapınakçıların kurucularının
herhangi bir zaman hacılara koruma sağladıklarına dair bir kanıt yoktur:
" Ama öte yandan Herod Tapınağı'nın yıkıntıları altında yoğun araştırma kazıları yaptıklarına dair son derece ikna edici kanıtlar buluyoruz. (15)
Benzer sav, T. Derinkök ve H. Ersin Avcı tarafından da
dile getirilir. Derinkök'e göre, 1118 yılından itibaren Tapınakçılar 10 yıl
süreyle kazı çalışmalarını yönlendirmiş ve buradan buldukları her neyse(yazara
göre parşömenler ve kutsal hazinelerdir) Aziz Bernard aracılığıyla Avrupa'ya
getirmişlerdir. H. Ersin Avcı'nın yorumları ise herhangi bir yapıt ile
kıyaslanmayacak derecede anlamsız ve belki de tarih disiplinine saygısızlığın
kritik ifadeleriyle örülür. Tarihçi(!) ye göre Haçlı orduları doğuya zenginlik
amacıyla gelmiş ama hiçbir şey bulumayınca, başta kilise olmak üzere önemli
kurumların prestiji sarsılmıştır. Ancak ansızın Yahudiler'den yeraltında gömülü
hazineler bulunduğu bilgisini alınca, tüm Kutsal Toprakları saran bir kazı
patlaması yaşanmıştır... Tüm Haçlılar define avcısına dönüşürken, traji-komik
olarak, tüm haçlı grupları içinde en şanslıları da Tapınakçılar olmuştur, çünkü
onların alanı Süleyman Tapınağı olarak belirlenmiştir.(16)
Yine de tüm bu iddialar içerisinde en korkunçlarından
birisi, mimari bir form olarak Gotik üslubun söz konusu kazılar sırasında
Süleyman Tapınağı kalıntılarından çıkartıldığıdır. 1134 yılında Chartes
Katedrali'nin kuzey kulesi'nin yapım çalışmalarına katılan St Bernard'ın
"Tanrı nedir?" sorusuna verdiği, " O, en , boy ve
yüksekliktir" yanıtının sanatsal
etkisi, ne yazık ki, temel savı destekleyen bir argüman değildir. Ama bu çok az
insan için önemli olmalıdır ki, Vatandaş yaptığı alıntılarda Gotik Mimari
üslubun, kaçmak, saklanmak ya da hazine saklamak gibi işlevsel özellikleri
itibariyle Tapınakçılar'a yardımcı olduğu açıktır.
Tarih ve dışladığı
Tapınak Şövalyeleri'nin yerleştirildikleri Süleyman
Tapınağı kalıntılarında kazı yaptığına dair elimizde herhangi bir tarihsel veri
bulunmamaktadır. Özellikle bu belirsizlik, söz konusu tarihsel dilim içerisinde
Tapınakçıların zenginleşmesi itibariyle daha da büyür. Sonraki yüzyıllarda bölgeyi
ziyaret eden Hacıların anlatılarından çıkartılan sonuçlara göre, yeraltındaki
yerleşim bölgelerinin büyük çoğunluğu ahırlardan oluşmaktadır. Bir şövalye için
atın önemi göz önüne alındığında ise, bu gelişme hiç de şaşırtıcı değildir.
Mimari form ile ilgili savlar da tamamen saçmadır. Tapınak Şövalyeleri
tarikatının genel bir mimari tarzından söz edebilmek, geniş cofrafi yayılım ve
ele alınmamış çok sayıda örnek oluşu itibariyle neredeyse mümkün değildir.
Bilinen örnekler üzerinde yapılan incelemelerde de, Tapınak mimarisinin
çoğunlukla gösterişten uzak, işlevsel ve sade olduğu söylenebilir. Söz konusu
işlevsellik ise A. Vatandaş'ın belirttiği gibi
kaçmak, saklanmak, ya da hazine saklamak ile ilgili değil, tamamen
gündelik yaşamı kolaylaştıracak özellikleri itibariyle önemlidir. Pernoud'a
göre, Tapınak Mimarisi'nin, Süleyman Mabedi'nden etkilendiği söylentilerini
güçlendiren yuvarlak formlu birkaç dini yapı da bulunmaktadır . Ama İngiltere
ve Fransa'da yer yer gözüken bu örnekler, genel ile kıyaslandığında oldukça az
sayıdadır. Pernoud, söz konusu kiliselerin
Doğu'dan esinlenmiş Normandiya-İngiliz geleneği olarak belirlenmesine
rağmen, bu etkinin Kelt'lerden kaynaklanıp kaynaklanmadığının itina ile
araştırılması gerektiğini belirtmektedir. Yazarın ulaştığı sonuç kesin ve
nettir:
" Bu yuvarlak biçim birkaç Tapınak tarikatına
ait dini yapıda görülse de bu Tarikat'ın karakteristik mimarisini kesinlikle
oluşturmaz."(17)
Ne olursa olsun,
Tapınakçılar ile ilgili herhangi bir araştırma, alabildiğine keyfi çizgilerle
yürümektedir. Tarihsel sorumluluk ilkesi bu alanda yerini, inanılamayacak,
anlaşılamayacak derecede korkunç bir kendini bilmezlik, vurdumduymazlık ve
subjektif yaratım alanının neredeyse sayıltılı çıkarımlarına bırakır. Tapınak
Tarihi ile ilgili tarihsel belgeler herhangi bir araştırmacının ilgisini iyi ya
da kötü karşılayabilecek bir noktada açıkken, böylesine bir kaos tablosunda
ideolojik bir yaklaşımın temellerini görmemek neredeyse imkansızdır. Bu tüm
dünya için de böyledir ve Türkiye birçok alanda başaramadığını bu tip bir
spekülatif yaratım sürecinde başararak dünyayı yakalamayı başarmıştır. Üstelik
ciddi hiçbir tarihçinin ve konuyla ilgili hiçbir hatırı sayılır uzmanın
yapıtlarında yer vermediği kitapları referans göstererek başarmaktadır bunu.(18)Dünyanın
bu konuda Türkiyeli yazarlardan öğreneceği çok şey olmalı. Bu konuda
Tapınakçılar'ı hazine avcısı olarak niteleyen ve Kral Philippe'yi adaletli
olarak niteleyen H. Ersin Avcı ve Protestanlık ve Amerika kıtasının keşfiyle
birlikte yerli katliamını Tapınakçılar'a bağlayan R. Numan'ın önemli isimler
olacağı neredeyse kesindir.
Tapınakçılar'ı anlamak yolunda
Tapınakçılar'a ilişkin bu tip yaklaşımlar, başlangıç
döneminde itibaren devam etmiştir. Tarikatın özellikle zenginleşmesi ve Kilise
tarafından onaylanarak, dini ve dünyevi tüm ara kademelere sorumluluktan muaf
tutulup yalnızca Papa'ya bağlı kılınması hükmü başta olmak üzere yaşanan tüm
olaylar daima bambaşka yönlerde açıklanagelmiştir. Bu noktada en kritik dönem
Tarikatın yargılanma sürecidir ve bunun etkisi günümüze dek sürmüştür...
Tapınak'ın tarihinin resmi olarak sona erdiği bu olaydan itibaren önüne
geçilmesi imkansız yaklaşımlarla keyfi bir tarih oluşturulmuştur. Hiç kuşkusuz,
yargılanma sürecindeki haksızlık ve Molay'ın ölümündeki efsanevi yönler çok
sayıda kişi ve kurum üzerinde büyük etki yapmıştır. Özellikle Formasonluk
kurumu, Tapınak uygulamalarını benimsemiş bu da iki kurum arasında organik bir
ilişkinin devamı ya da, tarikat üyelerinin yeraltına çekilerek masonlara
katıldıkları şeklindeki yorumları güçlendirmiştir. Günümüzde yaygın kanı,
Tapınakçıların Masonluk kurumu ile birlikte yaşamaya devam ettiği ve dünyanın
yönetimini ele geçirmeye çalıştığıdır... Bu güç hiç azımsanmamalıdır, çünkü
Tapınakçılar bizzat Kilise'den intikam almak için Fransız ihtilalini
gerçekleştirmiştir.
Kuşkusuz tüm bunlar saçmadır. A. Maalouf, Haçlı
Seferleri'nin kötü hatırasının Arap toplumu içinde hiç bir zaman silinmediğini
belirtir ve bu etkinin modern dünyaya yansıyan izlerini sürerken, belki de
Türkiye toplumunun Tapınak Şövalyeleri'ne yönelik yapıtlara gösterdiği ilgi
açısından da kritik ifadeler kullanır. Batı ile doğu arasında kalmış ve
sağlıksız bir "batı ile bütünleşme ideolojisinin kuyruğunda" sağa
sola kafasını çarpa çarpa ilerleyen bir toplumun bireyleri için, İslam dini
üzerinden doğu ile kurulan ilişkinin güçlü baskısı, içsel alanda
belirleyiciliğini korumaktadır. Türkiye coğrafyasında geleneksel kültürün
baskısı altında büyüyen her birey, tarihten gelen eğilimlerini, zenginlik ve
refah içinde yaşayan ve Türkiye'yi bu tip yaşama dahil etmemekte büyük bir
kararlılık gösteren "batı'nın" şeytani imgesiyle birleştirirken,
Tapınakçılar gibi bir figürü benimsemekte hiç de zorluk çekmez. Dahil olunmaya
yönelik gayretli çabanın tutarlılığında, asla bir bütün olarak "kötü"
yakıştırması yapamadığımız batı'nın kontrolünden çıkmış ve hatta en iyisi bütün
insanlık için tehlike arz eden bir örgüt bireysel bir "dünyevi anlam"
ihtiyacı için de büyük yarar taşır. Doğanın, toplumun ve bilincin işleyiş
yasalarına yönelmiş bir ilginin, hemen her türlü bilgi alanında karşı karşıya
geldiği etkin manipülasyona çaresizce teslim olduğu bir dönemde, Tapınakçılar
kişinin, "olan biteni anlamak" yolundaki içgüdüsel eğilimini budamak
amacının can simidi haline dönüşüverir... Dünyada olup biteni, savaşları,
sınıfsal uçurumları, sefaleti ya da günümüz dünyasının trajik sonuçlarını bir
bütün olarak bağlayabileceğimiz bir "günah keçisi" hiç kuşkusuz
gerçek sorumlular için de yararlıdır. Kendi içine kapanmış, yalnızlaşmış ve
geçmişi ve bugünü bilimkurgu filmleriyle kıyaslanabilir bir kontrol
mekanizmasından sonra anlamaya çalışan çağdaş bireyin gözleri, elbette büyük
sermaye şirketlerini görecek değildir...
Bu yapı, Tapınakçılar'ı tarihsel veriler ışığında
değerlendirmeye çalışan yazarların, onlar önemser mi bilinmez ama, piyasa
başarısı açısından büyük bir handikaptır. Bu rakamlar bizzat Türkiye
piyasasından da takip edilebilir ki, örneğin Kutsal Kan Kutsal Kase ya da Da
Vinci Şifresi'nın ulaştığı baskı sayısına P. P. Read ya da M. Barber'in
ulaşamayacağı rahatlıkla öngörülebilir. Öyle ya, tarih disiplinin sıkıcı
jargonuna dalıp Tapınakçılar'ı yalnızca tarihsel bir örgüt olarak tanımlamaya
çalışan bu densizler de kim oladır? Bu yayın şirketleri açısından da tarihsel
fırsattır, Tapınak Şövalyeleri'nin ismi dahi kitabın satılması için nedendir,
Kutsal Kan Kutsal Kase kitabı, Tapınak Şövalyeleri olarak çevrilirken, kitabı
alanlar yapıtın çok azının tarikat ile ilgili olduğunu anlayamayacak kadar
sıkılırlar. Bir diğer örnek de A. Altındal'dır. Yazarın Vatikan ve TApınak
Şövalyeleri kitabında, tarikat ile ilgili birkaç cümle dışında başlıkla ilgili
olarak neredeyse hiçbir şey yoktur. Hatta yapıt Hospitaller şövalyeleriyle dahi
çok daha ilgilidir.
Ne olursa olsun, tüm dünyada olduğu gibi bizde de
sağlıksız bir zenginlik vardır. Bu konudaki yapıtların söyledikleri, kendi
içinde ve benzer bir örnekle kıyaslandığında asla tutarlı değildir, tutarlı
olanlar da kaynak olarak birbirini göstermektedir. Bu kaos ortamı her nedense
sağlıksızca gelişmeye devam eder ve neredeyse her ay piyasaya Tapınak
Şövalyeleriyle ilgili bir yapıt çıkar. Bırakın amatörleri, uzmanların dahi bu
ortamda kafasının karışma ihtimali vardır. Bu nedenle yapılması gereken, konuyu
iki kısıma ayırmak ve okuma ve araştırmaları bu yönde sürdürmektir. Tarih
disiplininin konusu olarak Tapınakçılar ve spekülatif-kurgusal bir tarih
anlayışının, belki gizliciliğin, belki ezoterik tarihin, belki alternatif tarih
anlayışının ve belki de gizli bilimler tarihinin unsuru olarak Tapınakçılar
arasındaki farkın bilincinde olarak yapılacak okumalar büyük yararlılıkları
getirecektir.
Dipnotlar
(1) Tapınak Şövalyeleri,
Engizisyon sorgulamalarının ağır baskısı altında, kendilerine yöneltilen
eşcinsellik, sapkınlık-şeytana tapma, İsa Mesih'in anısına ve kutsal imgelere
saygısızlık gibi çok sayıda suçlamaları kabul etmişti. Günümüzde Tapınak
Şövalyeleri'nin tüm itiraflarını ağır "işkence" baskısı altında
yaptıkları neredeyse kesindir. Konuyla ilgili en etkileyici sahne, Papa
Clemens'in, Kral Philippe'nin yargılamasından şüphe duyarak sürece müdahale
ettiği Şubat 1308 tarihinde yaşanmıştır.
Bu tarihte Papa'nın gönderdiği üç kardinal ile yüzleşen Büyük Üstad,
gömleğini yırttı ve işkence izlerini gösterdi: "Kardinaller korkunç manzara
karşısında konuşamadılar ve gözyaşları döktüler". Anlaşılan kralı
memnun etmek amacıyla Fransa'nın başengizisyoncusu Guillaume Umbert, Molay ile
bizzat ilgilenmişti. Molay, öylesine acı çekmişti ki, daha önce hiç duymadığı
suçlamaları dahi kabul etmiştir, bkz Sion Tarikatı ve Tapınak Şövalyeleri,
Dr. Halit Erol. Pozitif Yayınları, sf 80 Tarikatin diğer üyelerinin maruz
kaldığı işkence de korkunç boyuttaydı. Yargılanan 138 Tapınakçıdan 38
tanesinin, 19 Ekim - 24 Kasım 1307 tarihleri arasındaki sorgu sırasında
kullanılan işkencelere dayanamayak öldüğü tarihsel belgelerde mevcuttur. Bir
diğer etkileyici anlatıda başrolü Payns Komandorü Gissy'li Ponsard oynar.
Ponsard: " yeniden işkenceye alınırsa şimdi söylediklerini inkar
edeceğini ve kendisinden ne istenirse söyleyeceğini " belirtmiştir,
bkz Tapınak Şövalyeleri, Regine Pernoud. Dost Kitabevi Yayınları,
Eylül 2005 Ankara. Çeviren: Deniz Yüce Sylvestre. sf 155). Hiç kuşkusuz,
son toplantıda Molay itirafını geri çekerken ve Tarikatının suçsuz olduğunu
iddia ederken, Engizisyonun "yeniden sapkınlığa dönmek suçundan",
kendisini ateşe göndereceğinin farkındadır. Ancak Büyük Üstad özellikle
Papa'nın ihanetinden ve tarikatı yok etme sürecine katılmasından dolayı büyük
bir h ayal kırıklığına uğramıştır. Görünüşe göre, Molay'ı ayakta tutan, ne
olursa olsun, Clemens'in sürece müdahale ederek bu saçma duruşmayı sona
erdireceği umududur.
2-Molay'ın cesur
ölümü efsanelerin yaratıcısı olarak halkın üzerinde önemli bir etki yapmışa
benziyor. Tarihsel gelişmelerin ise bu efsaneye önemli katkılar sağladığı
biliniyor. Clemens, Büyük Üstad'ın ölümünden sonraki bir ay içinde 19 Nisan'ı
20'sine bağlayan gece hayata gözlerini yumarken(büyük ihtimalle dizanteriden),
Kral Philippe de, Kasım ayı'nda beyin kanaması geçirerek ölmüştür. Kimi tarihçilerce bu ölümler, Tapınakçılar'ın
Haşhaşinler ile kurduğu bağlantının açığa çıkışı açısından önem taşımaktadır.
bkz Savaşçı Keşişler Tarikatı, M. Baigent, R. Leigh, H. Lincoln. Nokta
Yayınları, Ocak 2004. Çeviren: Mehmet Topdaş Sf 79 ve Tapınağın Gizli
Kapısı, Halil Ersin Avcı. Truva Yayınları, Ağustos 2005.sf 43)... Bu
iddialara göre, Tapınakçıların, Haşhaşinlerden zehir sanatının inceliklerini
öğrendiği düşünüldüğünde, söz konusu ölümlerin garip ya da mucizevi bir
açıklamaya ihtiyacı yoktur.
3- Fransa Kralı
Güzel Philippe'nin çağını aşan üstünlükteki operasyonuyla birlikte yokedilen
Tapınakçılar'ın tarihine ilişkin temel bilgi kaynağımız olarak gözüken Tarikat
metinleri, söz konusu sorgulama sürecinde büyük oranda imha edilmiş,
değiştirilmiş ya da politik amaçlara uygun olarak revize edilmiştir. Örneğin,
çok sayıda Büyük Üstad'lar listesi vardır ve hangisinin doğru olduğu konusunda
çeşitli tartışmalar vardır. Örneğin İkinci Haçlı Seferi sırasında Fransa Kralı
7. Louis'in en önemli danışmanlarından birisi olan Barresli Everard kimi
kaynaklarda Büyük Üstad olarak gözükmez. Örneğin bkz Baigent, Lincoln,
Leigh, Savaşçı Keşişler Tarikatı sf 136, ayrıca bkz H. Erol sf 90. Bu sayfada yazarın verdiği
Büyük Üstadlar listesinde Barresli Everard'ın ismi yoktur. Bununla birlikte
Tapınağın yaşam biçimini açığa çıkarması açısından kritik bir değer taşıyan
mimari yapıların incelenmesi ve araştırılması süreci çok ilginç bir şekilde
henüz yeni başlamıştır bkz Pernoud sf 39
ve özellikle Avrupa'daki yaşam biçiminin anlaşılması açısından bu
araştırmaların hızla tamamlanması gerekmektedir. Bu ise Tapınakçıların
yaygınlığı ve yaşamını sürdürdüğü alanların genişliği göz önüne alındığında pek
mümkün değildir. Çok daha önemlisi
Tarikata ilişkin bilinmeyenler, söz konusu spekülasyonların henüz başlangıç
dönemlerine dek uzanmasıdır. Tapınak Şövalyelerinin kuruluş dönemine ilişkin
birinci el kaynak üç adettir: Sur Başpiskoposu Guillaume, Antakya Yakubi
Patriği Mikhael ve Oxford Başdiyakozu Walter Map... Bu üç kaynak içerisinden en
önemlisi olan Guillaume'nin anlatıları Barber'a göre güvenilir olmaktan
uzaktır. Tapınak Şövalyelerinin Tarihi, Malcolm Barber. Kabalcı Yayınevi,
Şubat 2006 İstanbul. Çeviri: Berna Ülner sf 25) bunun en önemli
nedeni Tyreli Guillaume'nin olan biteni, yarım yüzyıllık bir aradan sonra yazma
çabasıdır. Buna, Guillaume'nin bir din
adamı olarak kendi sınıfı ile Tapınak Tarikatı arasındaki maddi çıkar
anlaşmazlıklarını eklemekte fayda var. Benzer şekilde Map'in de, özellikle hıristiyanlık
dininin temel barışçıl öğretisine ters düştüğü için TApınakçılar'a anti-pati
duyduğu biliniyor.
4- İki kitap
arasındaki bağlantı için bk Prof Darrel L. Bock "Da Vinci Şifresinin
Kırılması", Nokta Yay. Haziran 2004
5-Radikal Kitap'ın
10 Mart 2006 tarihli sayısının, 36. sayfasında, iki kitabın yazarları arasında
tezlerin "çalıntı" olduğu itibariyle açılan dava ile ilgili, Cem Akaş
imzalı bir makale var. Akaş şöyle yazıyor: " Hz İsa'nın Magdalalı Meryemle
evlendiği çocuklarının olduğu ve peygamberin soyunun sürdüğü varsayımının başka
bir kitaptan, Richard Leigh, Michael Baigent ve Henry Lincoln'in yazdığı
"TheHoly Blood an the Holy Grail'den çalındığı iddiası, söz konusu
yazarların mahkemelik olmasına yol açtı..." Süreç içerisinde bize ulaşan
haberlere göre, mahkeme yazarların başvurusunu haksız bulmuştur.
6- Mesihin Mirası,
Nokta Kitap.5. Baskı Ocak 2005 Sf 10... Yazarların temel şikayetlerinden birisi
de, sansasyonelliktir. Öyleki
sansasyonel yaklaşımlar nedeniyle yapıtın en önemli yönleri gözardı edilmişti.
Bu nedenle onlara göre "Sion Tarikatı" üzerine daha bir dikkatle
eğilinmesi gerekmekteydi.
7- H. Erol'un
Pozitif Yayınlarınca piyasaya sürülen "Sion Tarikatı ve Tapınak
Şövalyeleri'nin" bir ya da birkaç bölümü, tamamen Kutsal Kan Kutsal Kase
kitabından hareketle oluşturulmuştur. Elbette kitap yalnızca bununla sınırlı
değildir. Papa 2. Urbanus'un 1. Haçlı
Seferi öncesi yaptığı tarihi konuşma ve Tapınak Şövalyelerinin tüzüğü ve
Bernard tarafından kaleme alınmış "De laude novae militae-Yeni
Şövalyeliğe Methiye" isimli metni
içermesi açısından önemlidir. H. Ersin Avcı'nın Truva Yayınları'ndan çıkan
"Tapınağın Gizli Kapısı" da benzer şekilde Kutsal Kan Kutsal Kase
yapıtının etkisini taşır. Benzer şekilde alıntı yapılan bir diğer yapıt, U.
Eco'nun Foucault Sarkacı'dır. Söz konusu eserin bir tarih kitabı değil, bir
kurgu ya da edebiyat olduğunu düşündüğümüzde, tarihsel bir çalışmaya referans
olarak girmesinin imkanı yoksa da bu saptama Bülent Bengisu için pek önem
taşımıyor gibidir. Bengisu 'nun Nesil Yayınları'ndan çıkan kitabı "Tapınak
Şövalyeleri" yer yer ürkütücü
alıntılarla doludur.
8- Baigent,
Lincoln,Leigh. Savaşçı Keşişler Tarikatı sf 89-Yazarların ulaştığı sonuç
dikkate değerdir: " Chartes bölgesindeki rahibin mektubundan açıkça anlaşılıyor ki, o sıralar
tapınak şövalyeleri vardı veya en azından kuruluşu planlanmıştı. Champagne
Kontu on yıl sonra fiilen katıldığı şövalyelere daha 1114'lerde katılmayı
planlamıştı..."
9- Bkz J.R. Smith, Haçlılar
Kimlerdi?, Bilesim Yayınevi, sf 31
10-bkz M. Barber sf 23-24
11- Hiç kuşkusuz Anadolu
içlerinde Selçuklu Türkleriyle yaşanan çarpışmalar ve coğrafi koşullardaki
uygunsuzluk Haçlı ordusunun en önemli düşmanıdır. Yine de bu mücadelede özel
bir durağın, Antakya'nın ismi özellikle anılmalıdır. Bizans'ı dahi korkutan ve
Kılıçarslan'ı dehşete düşüren Haçlı ordusu'nun büyük bir kısmı Antakya
kuşatması sırasında erimiştir. Kuşatma 15 ay sürmüş, Haçlı ordularının şehrin
alınamayacağına dair inancı güçlenirken, Norman lider Bohemond'un Firuz isminde
hain bir Müslüman aracılığıyla şehre hakim olması çeşitli efsanelerin yolunu
açmıştı. Vakanuvist İbn el Esir, Frenklerin büyük çoğunluğunun Antakya
önlerinde yok olduğunu belirterek: "Geldikleri sırada oldukları kadar
kalabalık kalsalardı, bütün Müslüman alemini ele geçirirlerdi..."
şeklinde yazacaktır. Bkz Arapların Gözüyle Haçlı
Seferleri, Amin Maalouf. Telos Yayıncılık, İkinci Baskı Nisan 1998. Çeviren:
Mehmet Ali Kılıçbay...
12-1179 yılında toplanan 3.
Lateran Konsili, bu nefretin açığa çıkması açısından önemli tarihsel belgelere
sahiptir. Bu konsilde Tapınakçılar'a tanınan ayrıcalıkların azaltılması yolunda
önemli kararlar alınmıştı. Bu kararların
alınmasında Guillaume'nin önemli rol oynadığı biliniyor. Ancak konsil kararları
, ilerleyen zaman diliminde Tapınakçılar lehine bozuldu.
13- Pernoud sf 13
14- T. Derinkök sf 103
15-A. Vatandaş,
Ezoterika, Gizli Cemiyetler, sf 88 -Timaş Yay.3. Baskı 2003 Ocak A. Vatandaşın
bildirimi saçmadır. Henüz başlangıçtan itibaren şövalyelerin Hacı'ların
güvenliğini sağlamak yolunda önemli oranda çaba gösterdikleri biliniyor. 1132
tarihli bir piskoposluk yazısında şövalyelerin hizmetlerini kararlılıkla
sürdürdüğü yolunda önemli ibareler bulunuyor. Pernoud sf 54.
16- Söz konusu
spekülatif yaklaşımların her birini burada saymanın imkanı yok. Yapılan kazılarda simya'nın ab-i hayat
formülünden, İsa'nın ölmediğini ve Magdalalı Meryem ile evlendiğini öne süren
antik belgelerin, Kilise'ye şantaj amaçlı kullanımına, yönelik bulgulara dek uzanan geniş bir ağ söz
konusudur. Örnek olarak bkz Şeref Mercan, llüminati- Piramitte Sona Doğru. sf
73-Nokta Kitap, Eylül 2005 İstanbul ve 33-H. Ersin Avcı a.g.e sf 29-
17-Pernoud sf 47
18-P. P. Read,
başarılı bir eleştiri getirir. Türkiye'de çok sayıda kitabın en temel hareket
noktası olarak biçimlenen Kutsal Kan Kutsal Kase gibi kitapların, uzman gözünde
hangi noktada bulunduğuna ilişkin önemli ipuçları verir bu eleştiriler. Başta
Kutsal Kan Kutsal Kase yapıtı olmak üzere, spekülatif - kurgusal temelli
yaklaşımların temelsizliği bizzat kullandıkları dil itibariyle kendini açığa çıkarır niteliktedir: Dil sürekli olarak,
belirsizliklerle yanyana yürümektedir: "Görünüşe bakılırsa yanıt, son
derece olası görülüyor, biliniyor ki, olabilirdi, kesin görünüyor" gibi
çıkarımların tarihsel bir yapıttaki yeri bir hayli tartışmalıdır. Yazar A.
Sinclair'den alıntı yapıyor: " "Bu fantaziciler, biraz araştırmadan sonra bir
hipotez kuruyorlar. İsa ya da Kutsal Kase, Fransa'nın güneyindeki bir dağın
altında mı gömülüydü? İsa Magdalena ile evli miydi ve Merovenjler onun soyundan
mı geliyorlar? İddia birkaç sayfa içerisinde gerçeğe dönüşüyor ve fikir,
kanıtın kendisi oluyor..." Read ise , bunları şarlatan olarak nitelendiriyor:"
Tapınak Tarikatı muamması yalnızca şarlatanlara bırakılmamış, profesyonel
tarihçilerin ciddi araştırmalarına da konu olmuştur..."bkz Tapınak
Şövalyeleri, Piers Paul Read. Dost Kitabevi Yay. Nisan 2003 Ankara. Çeviri
Sultan Gül Erdem(Tarihin Hükmü)
0 yorum :: TAPINAKÇILAR: TARİH Mİ ? KURGU MU ?
Yorum Gönder