Mustafa Çölkesen
20’li yaşlarını 80’li
yılların ortalarında geçirmiş olan bizler için manevi, sembolik ve ne yazık ki
ülkemizdeki haliyle trajedik anlamı olan 1 Mayıs yarın kutlanacak…
Bu vesileyle, hem bir
anlamda insan olmanın erdemi, sevinci, yaşama coşkusunun bayramı olarak
algılanması ve kutlanması gereken bu özel günü kutlamak ve hemde bazı
düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim:
Bugün Kıta
Avrupa’sının gelişmiş ülkelerinde yaşayan işçi sınıfının sosyal-tarihsel
kazanımlarının çoğu 1 Mayıs’ta sembolleşmiş durumdadır, o ülkelerde 1990’lı
yıllara ortalarına kadar süren refah devleti uygulamalarıyla uzlaşmış olan,
dahası gelişmiş kapitalist ulusal devletlerinin emperyal amaçlarından bir
bakıma nemalanmakta olan, teslimiyetçi, çıkarcı, mutasyona uğramış milliyetçi
işçi sınıflarının ruhsuz, adeta bürokratik bir bayramı olarak kutlanılmaktadır
1 Mayıs…
1990’lı yıllarda Doğu
Bloku ülkelerindeki çözülüşün tüm dünyadaki emekçiler üzerindeki yarattığı
moral bozukluğunun yanısıra, en eski tarihinden günümüze teknoloji ve ilerleme
fetişisti Batı’nın üretim tekniklerinde yaptığı değişiklikler ve küresel üretim
hattının karmaşıklaşması nedeniyle işçi sınıfının tanımlarındaki farklılaşma da
1 Mayıs’ın tarihsel anlamını deforme etmiş durumdadır.
Üstüne üstlük, Kıta
Avrupası refah devleti modelini baz alan ve kapitalizmi reforme ederek
itibarını düzeltmeye çalışan sözde Enternasyoneller, adeta, Avrupa yönetici
sınıflarının psikologları, danışmanları gibi çalışmaktalar.
Keza böylesi bir
ortamdaki Avrupa Marksist hareketi, bir dizi tarihi ihanetlerinden sonra henüz
Doğu bloku çözülmemişken bile devrimci programlarını revize etmiş
durumdaydılar.
Böylelikle, şimdiki
haliyle Batı’dan kapitalist uygarlığın tüm veçhelerini sorgulayan dünya çapında
bir devrimci program beklemek bir hayalden öteye geçemeyecekmiş gözükmektedir.
Batı’nın muhalefet
güçlerinin bu özet görünümü karşısında, kaba sosyolojik işçi sınıfı tanımlaması
da dahil olmak üzere Batı’nın tüm değerlerinden, vizyonundan, doğa, bilim, topyekün
uygarlık anlayışından bir bakıma hicret etmemiz gerekiyor.
Bu, bizi doğadan
ayıran, topluma, kendimize, benliğimize, çocuklarımıza, insanlığın geri
kalanına yabancılaştıran piyasa fetişisti Batı ideolojisinden bir çıkış,
unutma, yenilenme ve yeni baştan kurma çabası olacaktır.
O halde, değer
yaratmak bir yana, salt insan olmanın onuru ve sevincini, bu kökten çürümüş ve
ilerlemeci-kalkınmacı, teknoloji fetişisti uygarlık paradigması ile dünyanın
geri kalanını da çürütme çabasında olan Batı’da değil, bir bakıma Marx’la aynı
kaderi paylaşarak, Batı’nın dışında bir coğrafyada ve o coğrafyaların tarihinde
ve kültürel zenginliğinde aramamız gerekiyor.
Bu coğrafya ise, bir
zamanlar barbar Batı’nın onun dinsel, düşünsel tohumlarını alıp, kendine mal
ettiği, sonrada kendi gelecek kurgusu içinde soğurarak yabancılaştırdığı,
topraklarından henüz merhameti ve insan sevgisini tam olarak silip atamadıkları
Doğu’nun koordinatları içinde bir yerlerdedir.
Bu topraklar, bugün
artık unutulmuş olan, Akhenaton’un sevgiyle yakarışları, Dumuzi’nin acıları,
Hermes Trismegistos’un bilgeliği, “merhametli kral” Agade’li Sargon’un tarihsel
varlığı, Hammurabi’nin reformları, çileli İsa’nın itirazları, Ölü Deniz
Yazmaları, tutkulu Pavlus’un uzun yolculukları, Lao Tzu’nun doğa dini,
Perslerin hoşgörüsünü imgeleyen Zerdüştçülük, devlet dini haline gelmeden
önceki İslamlık’ın çağrısı ile damgalıdır.
Kanımca bayramların en
kıymetlisi olan, daha değerli, onurlu bir yaşam uğruna hayatlarını feda etmiş
olan tüm dünya insanlarının anısına İnsanlık Bayramı’mızı kutluyorum.
31.04.2010
0 yorum :: Doğu’nun 1 Mayıs’ı
Yorum Gönder