Göktuğ Halis
XX. yüzyılın son on yıllık
diliminde Doğu Bloku ülkelerinin çözülüşü, düşünsel düzeyde beklenmedik etkiler
yarattı. Başta Batı olmak üzere kapitalist sistemlerle yönetilen ülkeler,
Sosyalizmi ve bunun yanlış uygulanışındaki hatırı sayılır zaman dilimini
"nihai bir sonucun" ve kaçınılmaz bir yazgının ifadesi olarak görmeye
dair "sistemli bir çalışma" yürüttü. Yaşanan son ekonomik krize dek, kapitalizmin
yaşamaya muktedir "tek ekonomik sistem" olduğu iddialarını
reddedenlerin yalnızca "romantikler" olduğu, ince bir alayla dile
getirilmekteydi. Son küresel krizle birlikte ise Marksizmin kavramlarına geri
dönüş sürecinde yaşanan popüler eğilim, içi boş niteliklerine karşın,
kapitalizmin de tek kutuplu bir dünyada yaşamayı başarabilme iddiasının üzerine
çullanmaya başladı.
Tüm
yüzeysel eleştirilerin ve fanatik taraftarlığın dürtüleriyle yapılan
savunuların ötesinde en temel yanılgı, Kapitalizm ya da Sosyalizm karşıtlığının
özünde, maddi alana uzanmış bir yönetim ve işletim mekanizmasının ya da
toplumsal kaynakların kullanımı, üretimi ve paylaşımı sürecindeki
"yöntemsel" farklılığın bulunduğu iddialarında yatmaktaydı. Yaşanan
tüm başarısızlıklara karşın, kapitalizmin alternatif sistemi olarak sosyalizmin
en kritik niteliğinin, tarihsel olarak geleceğe taşıdığı yepyeni bir toplum,
insan ve yaşam umudu olduğu atlanmamalıydı. Sosyalizmin saltık bir ekonomik
donanım olmadığını atlayan realistler(!) konuyu uzmanlar arası iktisadi
tartışmalara indirgeyen yaklaşımlarıyla, ortalığı bulandırmaya çalışsa da,
Marksizmin açtığı yolun "gelecek umuduyla" açıkça ilgili olduğu
gerçeğini değiştiremedi.
Reel-sosyalizmin ortadan kalkışının
düşünsel düzeydeki beklenmedik etkilerinin başında, popüler gizem
kültlerinin hortlayışı geldi. Elbette bu dönemecin, insanlık tarihinin
neredeyse hiç kesintisiz biçimde yürüyen ve değişen zaman ve koşullara rağmen,
öyle ya da böyle yaşamaya devam eden eğilimlerinin "miladı" olduğunu
söylemek istemiyoruz. Ama XVII. yüzyıldaki bilimsel açılımlarla girilen yolun,
çok geçmeden "özündeki" mistisizmi dışlayarak, bilgiyi
pozitifleştirme noktasındaki ısrarının, gizemci okulların ve öğretilerin
"evrensel düzeydeki" geçerlilik iddialarını önemli oranda sarstığı
açıktır. Bunun sonucunda da Batı'nın, yarattığı yeni tür bilim aracılığıyla
kendi köklerine ve özellikle Mısır'a karşı yürüttüğü ideolojik mücadelede
önemli bir avantaj yakaladığını söylemek mümkündür. Bu elbette bilinçli bir
çaba ya da sonuç değildir; zira bugün bizlerin Bilimsel Dönüşüm Çağı ya da
Bilimsel Devrim Çağı olarak
adlandırdığımız dönem, Batı-Merkezci tarih teorilerinin oluşumundan aşağı
yukarı iki yüz yıl öncedir. Üstelik, tüm bu bilimsel atılımların kökeninde
kesin ve tarihsel olarak izlenebilir, Afrika ve Mısır merkezli öğretiler
bulunmaktadır. Ancak ne olursa olsun Batı bilimi çok geçmeden bu mistisizmi
dışlamıştır. XX. yüzyılın ortalarında yeterince olgunlaşan pozitif bilimler ağı
içinde artık söz konusu mistisizme ve dünyaya ilişkin felsefi tasavvurlara yer
yoktur... Sağda solda dolaşan örgütler, iddialar ya da kurgular; ancak cemaat
içi gerçeklik alanları olarak değer görmüştür...
Batı Bilimi, başta Mısır kökenli
felsefeler ya da gizemci öğeleri dışlarken, kökenleri XIX. yüzyılda atılan Batı-Merkezci
teorilerin "Avrupa'nın üstünlük" iddialarını destekleyen veriler de
sunmuştur. XIX. yüzyıl manipülasyonu ile, kendisini geçmişe bağlayan
"nahoş" çıkarımları bir kenara bırakan Avrupa, izlediği yol ile
dünyanın geri kalanıyla kıyaslandığında ulaştığı üstün aşamayı hakettiği
projesini biçimlemede başarılı olmuştur. Bununla birlikte bu başarı, kısa
sürelidir.
XX. yüzyılın sonu ve XXI. yüzyılın
içinde yaşadığımız ilk on yıl , XIX. yüzyılın ikinci yarısında artık tamamıyla
oturmuş bir nitelik kazanan "pozitif dünya algısının", bireylerine
"Hıristiyanlığın umudunu aşmayan" ama hayatın tam içinde sistematik
bir çalışma temposunu yükleyen zorunluluk kültürünün zorlama sonuçlarının
inkarını vermektedir. Geçmişi, bugünü ve geleceği, Tek Tanrılı dinlerin vaat
ettiklerinin dışında ve büyük bir oranda onlara karşıt olarak, mitolojiler,
halk efsaneleri ve kurgusal çıkarımlarla anlamlandırmaya çalışan genel ve
popüler eğilim bize; XVII. yüzyıl kırılışının öncesindeki yaşam algısının
tekrarını mı vermektedir? Sosyalizm
tehdidinin ortadan kalkması ve diğer taraftan seçilen yolun "hiç de üstün
bir yol olmadığının" üzerinde ısrarla duran tarihsel gerçeklerle birlikte
Batı ansızın, inkar ettiği annesinin kucağına oturuvermeye mi başlamıştır?
Kapitalizmin bu teorilerin ve eğilimlerin yaygınlaşmasındaki kazancı ya da bu
yaratımlardaki rolü ayrı bir tartışmanın ürünüdür. Açık olan, günümüzde,
toplayıcı-avcılardan itibaren Batı'nın bilimsel devrim atağının çizdiği yola
girene dek kesintisiz biçimde yaşadığı "tarihi ve bugünü", toplumsal,
ekonomik ve doğal olguları, mitolojiler ve otantik halk öykülerinden açıklama
eğilimine geriye dönüldüğüdür. Bu ise istemli olsun ya da olmasın
"Batı'nın" Mısır ya da bir bütün olarak Doğu merkezli gizem
kültleriyle yeniden içli dışlı olmaya başladığını gösterir. Öyleyse, Batı'nın
Mısır ile arasına koymaya çalıştığı mesafenin yeterince güçlü olmadığını ve 300
Spartalı filminin son sahnesinde kahramanın, "Şu mistisizm belasını
dünyadan silin!" haykırışının taşıdığı umut, hayata geçememiştir.
Liberal dünya, tıpkı tarihsel olarak adaletsiz sosyo-ekonomik oluşumlar gibi,
hayatın umudunu eninde sonunda, o alabildiğine küçümsediği Mısır'ın avuçlarında
aramaktadır.
Batı Merkezci Tarih Teorisi,
yalnızca pratikte ve sosyo-ekonomik koşulların bir dayatması olarak değil,
kurgusal olarak da ciddi karşı çıkışlara yanıtlar geliştirmek zorunda
kalmıştır. Martin Bernal'ın Türkçe'ye Kaynak Yayınları tarafından
çevrilen "Kara Atena-Antik Yunanistan Uydurmacası Nasıl İmal Edildi"
isimli çalışması, kimi ülkelerin entelektüellerini ayağa kaldıracak ve devlet
mekanizmasını işletmeye varacak düzeye dek etki yaratmıştır. Ancak Bernal'a
gelinceye dek, Batı-Merkezci Tarih Teorisi, azımsanmayacak eleştirilere
uğramış, yanıtlaması gereken soruların ağırlığında çöküşe zorlanmıştır. Bununla
birlikte yapılan eleştirilerin ağırlığı, başta Mısırbilim olmak üzere bilim
adamlarının ve uzmanların yardıma çağrıldığı yeni bir dönemin başladığını
göstermektedir.
Batı Merkezci Tarih Teorisini
eleştiren Afrika Merkezciliği "modalaşma" iğnelemesiyle küçümsemeye
çalışan Mary Lefkowitz'in, "Afrika Merkezci bir yazarın, Yunanlılara
atfedilen icatların aslında Eski Mısırlılara ait olduğunu savunduğu bir
makalenin yayınlanmadığı bir haftaya zor rastlarsınız!" şeklindeki
sözleri, ulaşılan aşamanın derecesini gösterir. Lefkowitz gibi tartışmaya batı
perspektifinden bakan araştırmacılar ve uzmanlar için büyük bir sorun oluşturan
M. Bernal ve benzeri Afrikamerkezci karşı çıkışı değerlendiren, dünyanın önde
gelen Mısırbilimcisi Erik Hornung’da, benzer bir tavır takınmaktadır.
Türkçe'ye Kırmızı Kedi Yayınları tarafından “Ezoterik Mısır”
ismiyle çevrilen kitabında Hornung, Bernal'ın perspektifini "çarpık"
olarak nitelemektedir. Bir sonraki adımda ise bu çarpıklığın Hornung'a göre
nedenini anlarız: Çünkü Bernal, tüm bilgeliğin Afrika kökenli olduğunu
savunmaktadır.
Hornung, Afrikamerkezcilik
kapsamındaki değerlendirmesinin bir yerinde, neredeyse zoraki olarak
"Mısır'ın insanlık için bir başlangıç" olduğunu kabul etmektedir. "İşte
insanlığın tarihinde Mısır bir başlangıçtır. Bu tarihin ilk yarısına, İÖ 300’
den yaklaşık 500’e kadarki döneme neredeyse yalnızca Mısır ve Mezopotamya damga
vurur. Başka kültürler politik ve düşünsel sahnenin ön planına ancak bu
tarihten sonra çıkar..." demektedir Hornung, ancak Mezopotamya ile
birlikte isminin anılışı Mısır'ın öncü rolünün etkisini azaltmaya yönelik
gözükmektedir. Bu bir tarafa Hornung, Afrikamerkezciliğe atfettiği
"yanlış" tarihsel saptamalara; onun ifadesiyle uydurmalara
alabildiğine eleştirel yaklaşırken, değerlendirmesinin hiçbir yerinde
Batımerkezcilik'ten bahsetmemekte, bu tanımlamayı tek bir yerde bile
kullanmamaktadır. Peki Afrikamerkezcilik, Batımerkezcilik bilinmeden ve
değerlendirilmeden sağlıklı olarak değerlendirilebilir mi? Bu noktaya hiç değinmemeyi
tercih eden Hornung, Bernal'ın kitabının "elimize gelen yeni Mısırbilim
kanıtları ışığında" yeniden değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, topu
"taca" atmaktadır.
Hornung, başta Bernal olmak üzere
Afrikamerkezci yapının, Antikçağ Yunanistan'ında oluşturulan bir Mısır imgesini
kullandığını söyleyerek, üstü kapalı da olsa şunu söylemeye getiriyor: "O
çok kızdığınız ve küçümsediğiniz Yunan dünyası, sizin teorinizin özünü
oluşturuyor!" Hornung'un kanısı tarih içerisinde Romantik akımın önde gelen
temsilcilerinden Herder tarafından da dile getirilmişti. Herder de, Mısır'ın
tüm bilgeliğinin kaynağı olduğu fikrinin, Yunan kaynakları olmasaydı "zor
gelişecek bir fikir" olduğunu belirtmişti. Lefkowitz'in de tartışmaya
dahil oluşuyla birlikte, Eski Mısır'a yönelik değerlendirmelerinde Yunanlıların
hata yapmış olabileceği şeklindeki geleneksel savlardan birisi de yeniden
sahneye çıkmış oldu. Lefkowitz'in "orada ya da burada söylenen sözlerden
hareketle oluşturulmuş bir Mısır imgesinden" değil de, "ne ise o
olan" bir Mısır'dan söz etmenin doğru olacağı şeklindeki savunusunun
güçsüzlüğünün farkında olan Hornung, bir uzman öğretmenin babacan bilgeliğiyle,
"kendi başına bir eski Mısır kültürü yoktur!" derken, tartışmayı
ansızın tarihsel veri boşluğuna getirir. "Yalnızca bizim Mısır hakkında
ürettiğimiz bir Mısır imgesi vardır!" diyen Hornung, bizim üretimimize
destek çıkan tarihsel verileri de küçümsemek suretiyle "Mısır'ın öncü
rolünü" kabul etmek istemeyişini göstermektedir. Hornung, Firavunlar
Mısır'ı ile, Ezoterik Helenistik Mısır imgeleri arasındaki tezata da dikkat
çekmektedir. Yine de, Mısırbilim alanındaki gelişmelere karşın Mısır kültürüne
yönelik bilinmeyenlerin çokluğunun, Hornung gibi tarihçileri
"sakınımlı" davranmaya itmesi başka bir şey, tarihsel bir kanı
oluşturmada birincil kaynakların yokluğunda değer kazanan ikincil kaynakların
yetersizliğini ideolojik bir kuşkuyla hiçe saymak başka bir şeydir. Görüldüğü
gibi Mısır'ı özgün ve Avrupa kültürünün yaratıcısı olarak görme eğilimlerini
besleyen kaynaklar, Batımerkezci yapı tarafından açıkça reddedilmektedir.
Hornung'un yaptığı tam da budur ve kuşaktan kuşağa geçen ve bugüne dek gelen
Mısır imgesinini hayali, uydurma ve Yunan'ın yanlış anlayışından ibaret
olduğunu göstererek, klasik bir Batı savunusuna girişmektedir. Hornung,
tarafsız bir tarihçi olduğunu iddia etme noktasındaki falsolarını görmezden
gelerek sormaktadır: "Adolf Erman'ın Mısır imgesi neden Diop'un Mısır
imgesinden daha doğru olsun ki? Hiç kuşkusuz ikisi de geçmişe aittir, Ancak
Mısırbilimde Eski Mısır'a ilişkin bugün haim olan gimge de bir geçiş
noktasından ötebir şey değildir. Kesin ve nihai bir imge herhalde hiçbir zaman
geliştirilemeyecektir..." Evet belki Sorbonne Üniversitesi'nde
Mısır'ın ilk büyük Afrikalı-zenci kültür olduğu tezini ancak üçücü sunuşunda
tezi kabul edilen Diop ile Erman'ın Mısır imgesinden hangisinin daha doğru
olduğunu anlamaya, günümüzde imkan yoktur ama, Hornung'a göre, Mısır'ın
"kültürel bir başlangıç oluşturduğu tezini" mümkün olduğunca kıyıya
köşeye itmek, olası dünyaların en iyisidir.
Bir ileri adımda,
Afrikamerkezciliği ırkçı yakıştırmasına zoraki biçimde uyarlamaya çalışan
uzman, söz konusu karşı çıkışın "Afrikalı medeniyetini ve Afrikada doğan
herkesi zenci (siyah derili değil)" olarak görme eğilimi taşıdığını
belirtmektedir ... Afrikamerkezci yapının siyah derili insanları öne çıkarış
eğiliminin emperyal yayılım çağı öncesinde Afrika'yı, Hindistan'ı ve dünyanın
değişik bölgelerini sömürmeye hazırlanan Batı dünyasının olası sakınımlarına
karşı, siyah derili insanları aşağılık bütünlüklerine yöneli vurgularına
alternatif olarak geliştirildiğini de unutmuş gözükmektedir. Diğer taraftan
belki bilinçli, belki de bilinçsiz bir şekilde Ezoterik Helenistik Mısır
imgesini, Afrikamerkezci teorinin özüne oturtarak hata yapan Hornung, ana
kuramın "Afrika'nın Yunan ve Roma dünyasına" önceliği ve esinleyici
rolü olduğu gerçeğini bilerek bulandırmaktadır.
Hornung'un temel çabası, uzmanlığın
da güçlendirdiği babacan otorite ve samimiyetle(!) Eski Mısır'da yaşayan yüksek
kültür ve bugünkü Afrika arasındaki binlerce yılı açıklayacak güvenilir kaynak
ve belgenin yokluğunun ortaya serilerek birbirine karıştırılmış Ezoterik Mısır
imgesi ile, Afrikamerkezci teorilerin bulamaç haldeki bütünlüğünü
eleştirmektir. Hornung'un tarihsel veri hassasiyetine katılmakla; Ezoterik
Mısır imgesinin ilerleyen toplumlarda oynadığı psikolojik role karşın
Mısırbilim ışığında oluşmaya başlayan Firavunlar Mısırı ile arasındaki farkın
çizilmesi kaygısını paylaşmakla birlikte, Batı Merkezci Tarih anlayışının
eleştirisi olarak biçimlenen Afrikamerkezci karşı koyuşun özünü, Okült
dizgelerde bulma çabasının yanlışlığının altını çizmek gerekmektedir. Kuşkusuz
bu tartışma özelinde Hornung'un sözde bilimsel tavrının ana problemi, Afrika
kültürünü "küçümseyen" ve göreli olarak "başka kültürlerden de
beslenen" bir yapı olarak sunuş çabasını, kendi kişisel gözlemleriyle de
genişleyen kanıtlar silsilesiyle geliştirmesidir. Afrikamerkezciliği "yeni
bir Siyah Afrika kimliği" oluşturmak olarak özetleyen Hornung, Hıristiyanlık
ve İslamiyet'in hiçe saydığı siyahların ruh sağlığının, kendisine bilinmeyen
zamanlarda dayanak arar hale geldiğini belirtmektedir. Bir ileri adımda ise
Hornung, Afrika için bambaşka bir güncel tehlike sunmakta, "yaşanan
Müslümanlaşma'nın Afrika'daki pagan uygulamalar ve inançlar üzerinde büyük bir
tehdit" oluşturduğu kanaatindedir. Öyleyse Batı baskısı ve sömürgecilik,
hiçbir şekilde Afrika ültürü üzerinde tehdit oluşturmamaktadır. Zaten
anlatılanlardan anlaşıldığı kadarıyla, Afrika kültürü de İbrani kültürüyle bir
hayli karışmıştır.
Hornung, Mısır'a duyulan bu
saygının Yunan'da yaratılan imgeden kaynaklandığını belirtse de, ilerleyen her
toplumun, kendine has bir Mısır yarattığını ve ona inandığını söylemektedir. O
halde günümüzdeki Batımerkezciliği eleştiren teorileri de bu bağlamda
değerlendirmek gerekmektedir, sonucunu hiç zorlanmadan çıkarabiliriz. Bu
yapıyı, sosyo-psikolojik bir akıl yürütmeyle de delilleyen Hornung'a göre,
dünyanın gidişatından umutsuzluk duyan insanların her zaman ve her yerde,
geçmişte yaşamış saf bir bilgeliğe umut bağladığını bildirmektedir. Bu
toplumsal formasyon günümüzde de tarihin daha önceki tekrarlarına benzer bir
oluşum ortaya çıkarmıştır.
Bir disiplin konusundaki
uzmanlaşmanın, yetkinlik ve otorite bağlamında azımsanmayacak değere sahip
olduğu açıktır. Bununla birlikte tıpkı Sokrates'in "bilge insan arayışında
karşılaştığı meslek mensuplarının her birinin kendinden emin biçimde hayatın
diğer alanlarına ilişkin ahkam kesişleri gibi", modern bilimin uzmanlarının
"tarihin ilerleyiş ve işleyiş yasalarına ve disiplinler arası ilişkide
köprüyü, kendi alanlarında olduğu kadar büyük bir başarıyla kuramadığını,
Hornung örneğinde de görmek mümkündür.
Akademik bir üslupta yazmak yerine en azından İnternet üzerindeki yazılarınızı daha sade yazsanız paylaşsanız hem tadından yenmez hem daha çok insana derdinizi anlatabilirsiniz diye düşünüyorum.
Adsız
27 Mart 2017 16:14