Mustafa Çölkesen
Günümüzde
insanlık durumu, en basitinden bir anlatımla, maddi olanın manevi olan
üzerindeki yıkıcı hakimiyetine işaret etmektedir.
Tarihteki
göreli konsensus dönemlerinin hiçbirinde insanlık bugünkü kadar mutsuz
olmadı, bireyin gündelik yaşamının
kolaylaştırılması, refahın artmasına yönelik devasa ilerlemelere rağmen, tıpkı
bir paradoks gibi, insanlık bu ölçüde kendi eserinin, maddi yaşamın
unsurlarının kölesi haline gelerek umutsuz bir yalnızlığa itildi.
Bir
bakış açısından bu gerilim, maddi uygarlıkla tinsel süreçler arasındaki
çelişkiden kaynaklanıyor gibi gözükmektedir, tarihteki tüm toplumsal devrimler,
felsefi ve tinsel bir paradigma değişikliğinin, adeta bir düşünsel türbülansın
ardından gelmiştir. En eski kadim medeniyetlerde bile, yeni çağların yaşam
tarzlarına devrim niteliğinde felsefi ve tinsel bakış açıları, inanç sistemleri
eşlik etmiştir, insanlık bu yeni yaşam tarzının ve tarihin getirdiği acılara,
ancak bu inanç sistemleri ile dengelenerek katlanabilmiştir. Tüm kadim
medeniyetlerde yeni yılda kozmik yenilenme ayinleri, Sümer’de sosyal reformcu
kralların yeni kuralları, İmparatorluk Babil’inde Hammurabi kanunları,
Tanrı’nın seçilmiş halkı olduğunu düşünen İbraniler, Mısır panteonunda
egemenliğin yer değiştirdiği kent tanrısının ön plana çıkması ve öte dünya
inançları, İsa inananlarının mesihçi sabrı, en zorlu koşullarda bile bu
insanların inanç ve umut ile dengelenmesini anlatmaktadır.
Ancak
günümüz dünyasında pazar ekonomisinin ihtiyaçlarına göre şekillenen maddi
ilerlemeler, bir devrimden ziyade, insanlığın büyük çoğunluğu için adeta bir
karşı-devrimi, denge bozukluğunu ifade etmektedir. Piyasa ekonomisinin
arz-talep, rekabet yasalarına ve onun yıpratıcı ritmine tabi kılınan insanlık,
kendisine büsbütün yabancı bu yeni çağ tarafından adım adım fethedilmektedir:
milyonlarca yıllık toplum (komün) bilincinin yerini rekabet ideolojisinin
alması, dünya çapında tüketim sarhoşluğu, tek tip yaşam tarzının dayatılması,
sürekli işsizlik tehdidi, toplumsal sınıflar ve ülkeler arasındaki uçurumun
günbegün büyümesi, teknik gelişmelerin ölümcül sağlık risklerini beraberinde
getirmesi, sistemsiz düşünme ve kültürsüzleşme, uyuşturucu kullanımı ve intihar
eğiliminin evrensel ivmesinin artması, sürekli savaş tehdidi, ekolojik dengelerin
ağır tahribi, bireyin bilincinde yeni
çağın hiçte olağan bir çağ olmadığını hissettirmektedir, bu tüm insanlığın
gözünde bir kaos çağıdır ve bu çağ, bireye, maddi kazanımların mutluluğu için
yeterli bir basamak olmadığını hatırlatmaktadır, dünya insanı belki de ilk
kez bu çağda ruhunu bu denli boşlukta
hissetmektedir.
Çünkü
yeni çağın dini, tüketim fetişizmidir ve başarısı, insanı çok eski bir geçmişe
döndürmeye, onu sadece içgüdüleri ile yaşayan bir yaratığa döndürmeye bağlıdır.
Gözlerini
böylesi bir dünyaya açmış olanlar için kaybedilen bir geçmiş yoktur, yeni çağ
kendi çağının çocuklarını doğurmuştur, kaos çağının sistemsiz düşüncesiyle
damgalanmış, toplumsal belleğe sahip olmayan, tüm varlığını tüketime
endekslemiş, engin kalabalıkların içinde kaçınılmaz yalnızlıklarından tuhaf bir
haz duyan, varolmanın mutluluğu yerine hiçliği hisseden, kışkırtılan haz
ilkeleri ile en derinden umutsuzluğu tadan insanlığın bu yeni kuşakları, kapitalist
piyasa ekonomisinin kötürümleşmiş müşterileridir. Hz. Muhammed’in bir hadisinde
belirttiği gibi, bu insanlar “...babalarından ziyade çağlarına
benzemektedir”.
Ama
ortak atanın sadece fiziksel değil, kültürel ve tinsel şifrelerini de devralmış
olan insanlık, global piyasa kapitalizminin yaşam şekline uyum sağlamış gibi
gözükse de, en ilk toplum çekirdeği olan Komün’ü ve onun ilksel dini olan
Totem’i (toplumu) hatırlamaya mecburdur, insanlığın en saf, temiz, yalın halini
sembolleştiren Cennet ülküsü, bu acımasız evrim sürecinde en son insan
fethedilene kadar, genetik belleklerde korunacaktır.
Bu
mirası koruyabilenler ise, ancak bir çağın bitişini ve kahrolası yeni bir çağın
açıldığını görebilenler olabilecektir...
Mustafa
Çölkesen
31.07.2006
0 yorum :: Bir Çağ Kapanırken
Yorum Gönder